ESSEN EĞİTİM TEBLİĞİ
Racim Şeytan'dan
Allah'a Sığınırım.
Iqra,
bismi Rabbike'lllezi Halaq.
Halaqa'l-İnsane min Alaq.
Iqra', Ve Rabbuke'l-Ekrem.
Ellezi alleme bi'l-Qalem
Alleme'l-İnsane ma lem ya'lem.
Eğitim
üzerine iki gündür süren konuşmaların nihayetini benim tebliğim oluşturuyor.
Bundan önceki konuşmalar eğitime yönelik olmakla beraber, benim sunmaya
çalıştığım tebliğ bu konuda eğitimin içeriği ve verileceği kitle açısından
farklılık arzediyor.
Konuşmama biraz
önce okumuş olduğum ayetleri mukaddime yapmaktan kendimi alamadım. Çünkü
eğitimden sözedilen yerde, özellikle İslami Eğitim’den sözedilen yerde, bunun
Qur'an'dan uzaklığı sözkonusu ise, eğitimin İslamîliği her zaman gölgeli
olacaktır. Bizim düşüncemizde, tasavvurumuzda Qur'an, merkezi bir yer teşkil
eder. Allahu Teala'nın Rab oluşu, Rabbani oluşudur da.
Rabb, mürebbi, eğiten demektir. Eğiticiler, insanları Allah'ın
doğruları ile eğitmiyorlarsa, o eğitim Qur'an'ın değimi ile Rabbani
olmaktan çıkar. Bu ise Tevdid inancını tamamıyla parçalar. Rabbani
eğitimden Rabblık eğitimine geçildiği her yerde, İslami Eğitim de
yok olur. Bu bakımdam İslami Eğitim’in temelini -Vahyi insanlara sağlıklı
olarak sunmak- teşkil eder.
Konuşmamı
kısaca üç bölüm halinde sunmak istiyorum.
I
Eğitim Tarihçemiz:
İslami Eğitim’in
tarihçesi Mescidlerle başlar. Mescidler İslam Tarihi’nde- kültüründe,
medeniyetinde- camia hüviyetini kazanmışlardır. Bugünkü anlamda
Üniversiteleşmişlerdir. Rasulullah'ın Mescidleri bir siyasi yönetim odağı olduğu
gibi, bilim odağıydı da. O'nun Mescidi’nde Ashabı-Suffa diye
anılan kişiler -öğrenciler- yatılı eğitim yapan, O'nun terbiyesinden geçen
insanlardan oluşuyordu. Bu anlamda İslami Eğitim'in ilk öğreticisi Peygamber
a.s. olmuştur. Merkezi Qur'an'da belirtilen Rabbabi eğitim'in ilk örneklendiği
yer ise Mescidler olmaktadır.
Bu model
Peygamber'e yakın olan çağlarda aynen izlendi. Fethedilen her yeni Beldede
kurulan Mescid, aynı zamanda İslami Eğitim’in , İslami Üniversite’nin de
merkezini teşkil ediyordu.
Örneğin
Hicret’in 17. yılında Hz. Ömer Kufe'yi fethedince, Kufe'de bir Mescid
inşa ettirdi. Mescid’e gönderilen öğretmen İbnu Mes'ud'un etrafında
Kufe'de bir Mekteb, bir Üniversite gelişti. Bugün Hanefi Mektebi, mezhebi olarak
bilinen Okul’un merkezi, Kufe'deki İbnu Mes'ud'un atmış olduğu
tedrisattır. Aynı Okullar Bağdad'ta, Şam'da, Horasan'da, İslami fethin ulaştığı
her yerde Mescidlerin etrafında şekillendi.
Bu bakımdan
Mescidlerde, -Mescidden kastım salt namazın kılındığı yerler
değil, Mescid’in nisbeti olan Qur'an'la eğitim yapılan mekanlardır- bir
dünya görüşü nevşu nema bulmaktadır. Buralarda Qur'an Tedrisatı yapan insanlar,
belirli vakitlerde topluca namaz kıldıklarından otomatikman -namaz kılınan
merkez- anlamına Mescid diye adlandırdılar. Yoksa İslamî
tasavvurda bütün yeryüzü Mescid’dir.
Kutsallığın,
belirli yörelerin dışında varolmadığı gibi bir ayırım, vahyî öğretide yer
almaz. Nasıl bütün yeryüzünün hepsinde aynı anda namaz kılmayıp, seccade serip
ona kapanıyorsak, toplantı yaptığımız yerlere de bu anlamda Mescid
diyoruz.
Batı Avrupa'da,
konuşmacıların sözünü ettiği Mescid merkezli, eğitim çalışmalarında yer yer
ayniyetler görülse de tarihimizden bir kopuş var. Bunun değişik sebebleri
olmalı. Bunlardan bahsetmek istiyorum.
Müslümanlar
kendi yaşadıkları toplumlarda Gayri-Müslimlerle içiçe yaşadılar. Üst yönetim
açısından Müslüman yönetimlere tabii idiler. Belli bir hukuk altında İslamî
yönetimle bir bağlantı söz konusu idi. Müslümanların bir başka coğrafyada,
klasik tabiri ile Daru'l-Harb coğrafyasında yaşamaları söz konusu
değildir. Ne yönetim onlar için bunu hoş görür ne de Müslümanlar kendi
topraklarına yerli bir yurttaş olarak görüp yaşama imkanını verirlerdi. Bu
bakımdan tarihimizde Gayri-Müslimler’in egemenlikleri altında Müslümanlar nasıl
yaşadılar, nasıl Mescid kurdular gibi tecrübeleri görmüyoruz. Bu bizim
farklılığımız.
Gerçi Siyer
kaynaklarında Habeşistan hicretine katılan Müslümanlar’ın Peygamber'in
Medine’sine gelmelerinden önce 6-7 yıllık bir dönemden
bahsedilir. Habeş Kralı Hristiyan bir hükümdardır, Müslümanlar’a karşı
hoşgörülüdür. Orada epey sayıda insanın İslamlaşmasına vesile olurlar. Bu 6-7
yıllın ayrıntıları hakkında tarih kitapları bize doyurucu bilgiler vermiyor.
Sulh ortamında Müslümanlar Gayri-İslami bir devlette nasıl yaşadılar. İnsanları
nasıl islamlaştırdılar, bu konuda bildiğimiz siyer bilgileri Habeşistan
konusunda bizi tatmin etmiyor. Bu bakımdan geriye dönük referans bulmak
zorlaşıyor.
İslamî
toplumlarda ise Müslümanlar, Müslüman olmayan unsurlara eğitim konusunda dini
olarak müdahale etmediler. Böyle bir örnek Rasulullah'ın Medinesi'nde
yoktu. Müslümanlar Medine'ye hicret ettiklerinde Yahudiler’in Tevrat okudukları
kendi özel eğitim okulları vardı. Tevrat’ı tedris ettikleri okullar... Siyer
kaynaklarında bunların belgeleri vardır. Bir keresinde Hz. Ömer onları
dinlemeye gider. Rasulullah'ın O'nu menettiğine dair rivayetler mervidir.
Medine'de Müslümanlar bu okullarda müdahil değillerdir.
Bizim tarihimiz
bu anlamda müdahaleci, başkalarının dinini belirleyici olarak kirlenmemiştir. Bu
tür istibdat örneklerini biz kendi aramızda Emevi-Abbasi yönetimlerini
sorguladığımızda görürüz. Ama bu zulümler bizim kendimize yaptığımız
zulümlerdir. İç kavgalardır. Biz tarihimizde yüzümüzü karalayacak örneklere,
tablolara şahid değiliz. Bu bakımdan Avrupalılar'ın bizlere vereceği bir ders,
bir bilgi yoktur.
Avrupa'da,
Almanya'da İslamî olmayan yönetimlerin bizlere verdikleri hakları, 1200-1300
sene önce Emevi-Abbasi coğrafyasında oluşturduğumuz hukukla mukayese etsek dahi
gerilikleri söz konususdur. Bunların altını çizmek istedim ki onlarla
yapacağımız muhasebeleşmede kendi haklarımızı geliştirmek için atacağınız
adımlarda, "aydınlanma çağından sonra ulaştığı değerler çizgisinden hareketle
bizlere haklar tanıyın" gibi şefaat bekleyici bir tabloyu çizmemelim.
Sürekli olarak
bizim 1000 yıl önce onlara bahşettiğimiz hakları bize vermemekte onları suçlayan
bir uslup içerisine girmemiz gerekir. Biraz önce Arkadaşlar anlattılar: Yusuf
İslam'ın İngiltere'de düşürüldüğü durum beni utandırdı. Bir Müslüman
eğitimci bu duruma düşürülmemeliydi.
[1]
Bu,
yönetimlerin kaynaklardan istifade etmemizi engelleyen bir çağrı değildir.
Onurlu bir seviyenin korunmasıdır, dikkat çekmek istediğim. Utandırıcı,
suçlayıcı, kısıtlayıcı bir uslup geliştirmeyi başarmalıyız.
İslamî Eğitim,
elbette Qur'an eğitiminden ibaret değildir. Çünkü Qur'an, Allah'ın insanlar
üzerinde iki yönde vahyde bulunduğunu söyler.
1.Konuşan
Kitabı ile yaptığı vahy
2.Kainat
İçerisindeki ayetleri ile yaptığı vahy.
Bize göre
bütün mahlukat, -insanlar dahil- Allah'ın ayetidir, Mü'min kişi ise o ayetleri
okuyan bir objedir. Bu bakımdan İslami Eğitim’de, laik eğitim, dini eğitim diye
bir ayırımın yeri yoktur.
Birincisi,
Allah'ın indirmiş olduğu kelimelere dökülmüş vahyi okuma vardır, bunun sağlıklı
isimlendirişi böyledir.
İkincisi,objeleri bir ayet görerek okuma, Allah'ın ayetlerini okumada gelişen
bir bilimler tasnifi vardır. Bu tasnifte Müslüman Düşünce Tarihi’nde belirli
kavgalar yapmışız.
"Din ve Vahy
nerede uyuşur, nerede uzlaşır. İnsanın duyularla edindiği bilgi, vahyle gelen
bilgilerle çatışır mı?" gibi.
II.
Berlin Pratiği:
Avrupa'da İslamî
bir eğitimden söz ediyorsak, insanımızı Allahu Teala'nın öğrettiği şekilde
eğitmeyi düşünüyorsak, bunu gerçekleştirirken kendi dışımızdaki kültürden,
eğitimden soyutlayamayacağımız da bir vakıa olduğuna göre doğabilecek
paralellikleri, çatışmaları nasıl aşabiliriz, bu konuda düşünmemiz, kafa
yormamız gerekiyor.
Türkiye'den,
Arap, İslam Ülkeleri’nden gelen çok sayıda öğrenci Avrupa Üniversiteleri’nde,
bir çoğu sosyal branşlarda okuyorlar. Edindikleri bilgileri, dünyevi bilgiler
olarak ayrı bir yere yerleştiriyorlar. Cami ya da derneklerde edindikleri
bilgileri de dini olarak tasnif ediyorlar ve ayrı bir kategoride
değerlendiriyorlar.
Biz dışımızdaki
dünyayı da, dünyevi kökeni, bilimleri de okurken İslamî bir bakış kazanmalıyız.
Bilgi kuramında- epistomolojik olarak bilginin kaynağında- sağlıklı bir tevhidî
referansımızın olması gerekir. Berlin Pratiği’nde bu referansı arama üzerinde
yoğunlaştık.
4 Sömestir
dersler yaptık. Bu dersleri 5 temel bölümde yürüttük.
1.Qur’an-ı Kerim Üzerine Kurulan İlimler:
Bu
iki bölüme ayrılabilir.
a)Tarihsel
olarak Qur'an'ı Kerim bize tanıtan bilimler. Qur'an'ın toplanması, dağıtılması,
yazıya geçirilmesi, bu konudaki tarihi bilgileri içeren bir seri ilim.
b)
Qur'an'ı Kerim'in doğru anlaşılması üzerine Müslüman geleneğinin öğretim
metodudur. Bunlar tefsir usulü başlığı altında işlenen derslerdir.
Qur'an'da bir yerde verilen emir başka bir yerde geri alınır mı?
Qur'an'da muhkem ayetler, müteşabih ayetler ne demektir,
Qur'an'daki genel hükümler bir başka yerde nasıl özelleştirilir. Mutlak
Hükümlerle Mukayyed Hükümlerin ilişkileri nelerdir, gibi. Bunlar
klasik tefsir, fıkıh usulünde Lafzi Mebhaslar başlığı altında
işlenen konular.
Bunlar, klasik
eğitimde, Qur'an ilimleri içerisinde Arabça üzerinde işlenen konulardır.
İnsanımız Türkçe ya da diğer bir dilde Qur’an’ı okuyorlar. O taktirde çeviriden
kaynaklardan bir takım sorunlarla ilgili ders yapma zorunluluk arzediyor.
Gramatik tahlilde öğrendiğimiz bilgiler ancak (doğru şekilde) arabî text
üzerinde uygulanabilir. Bunu tebliğe yansıyan şekilde kullanmamız çok zordur.
Çünkü çeviriler mana olarak yapılır. Oysa bu anlatılanlar dilbilimsel tahlilde
içeriyor. Bu bakımdan çeviriye dayalı düşünce üretmede ortaya çıkacak sapmalar
nelerdir? Müslüman Tarihi’nde verilen örneklerini sergilemeye çalıştık. Eserler
üzerindeki yanılgılar, bunlara dayalı düşünce üretmede ortaya çıkan yanılgılar.
Bunlarla ilgili bir seri ders yapıldı.
2.
Ders Serisi Rivayet İlimleri Başlığını Taşıyor:
Birincisi
:
Qur'an'ın
indirildiği 23 yıllık tarih dilimi, Rasul'un hayatını bize tanıtan bir ders
serisi. Olaya tanık olan kişiler hatıralarını rivayetlerle birbirlerine
aktarıyorlar. Bu aktarma nesilden nesile sürüyor. Yazılı hale gelene kadar
aradan 5-6 kuşak geçiyor.
Bilgi ne zaman
kesinlik ifade eder? Ne zaman zanniyet ifade eder.
Qur'an'la paralel, çatışma gibi sorunlar 1400 yıllık selefimizi uğraştırmıştır.
Nerde İslamî Eğitim söz konusu ise. Belki Cami'de gündeme gelmeyebilir ama daha
üst seviyedeki bir eğitimde bunlar hesaplaşmadan geçilemeyecek konulardır.
Bunlardan feragat ederek İslamî bilgilenme yolu yoktur.
Bir rivayet
sağlıklı olarak nasıl tahlil edilebilir? Bu konuda bir seri ders yaptık.
Sened ne demektir, ravilerden gelen bilgiler nasıl değerlendirilir?
Tabiun kimdir? Bunlar melekler midir, şeytanlar mıdır, insanlar mıdır?
Rasulullah'ı anlatmaları objektif mi yoksa anladıkları bir Rasul tasviri mi söz
konusudur? Rivayetler etrafında şekillenen Müslüman Tarihi’ndeki
mezhepleşmelerin tanıtımı, bunların arasında Qur'an'a dayalı olan birleştirici
ögeler nelerdir? Qur'an'dan bu ma'kul yakınlaştırıcı çizgi nasıl çıkarılır?
Klasik rivayet
kaynakları tanıtılırken 3 büyük külliyat işledik.
a.
Sünni Literatür. 20 civarında Sünni orjinal hadis kitapları tanıtıldı. Teksirler
dağıtıldı, konuyu zenginleştirici literatür listesi kursiyerlere verildi.
b. Şii
dünyanın hadis literatürü. Kaynakları verildi.
c.
Ortak Siyer kitapları üzerinde bilgilendirildi.
İkincisi:
Ehli Kitap
(Eski-Yeni Ahid)i incelemeyi konu ediniyor. Qur'an Hz. Rasul'un tebliği
dışındaki semavi din mensupları için bu tabiri kullanıyor. Ehli Kitap da
Allah'tan gelen doğru bilgilere yer veren sahifeler vardır. Ama Qur'an kendi
dışında hiçbir Kutsal Kitab'ın korunmadığını belirtir. Tevrat, İncil, Zebur
ilahi özü korumakla beraber tahrip olmaları nedeniyle bütünüyle gerçeği
yansıtmazlar, üzerinde oynanmıştır. Ama bütün olarak yanlış olmadığı için
bunları Rivayet İlimleri içinde işlemeyi uygun gördük. Kitabı Mukaddes
kritklerinde rivayet ilimleri ile büyük ölçüde aynı yöntemleri kullandık. Bir
din nasıl tahrip edilir, tahrip edilen metinler üzerinde akıl kullanılarak doğru
bilgiye nasıl ulaşılabilir? Yeni Ahid'in tarihi kaynakları nelerdir?
el-Buhari, Müslim gibi bir tedvini var mıdır? Bunun kritiğini yaptık. Çürük
delillere istinad eden kitaplardı bunlar. Kursiyerlere şu ima da verilmek
istendi. Bizdeki en çürük olan Siyer materyali dahi bir isnad zincirine
sahiptir. Bu açıdan Luka'nın, Pavlos'un Mektupları onlarla
mukayesenin yapıldığında çok daha tarihseldir, belgeseldir. Aradaki fark daha
iyi görüldü böylece. Onlarla yapılacak tanıtım, Kitabı Mukaddes kritiklerinde,
rivayet usullerinde geliştirilen yöntemler onların kendilerini nasıl bir
sorgulamaya gidecekleri konusunda samimi iseler yardımcı olur. Bu bizim
çalışmamızın akademik yönü.
Bu derslerin
pratik yönü de dialogda ortaya çıkar. Yaşadığımız Almanya ortamı tarihsel olarak
Katolik, Protestan kökenli Hristiyanlardan müteşekkil. İnsanların bu dine,
Kilise’ye, pazar vaazlarına giderek sokaktaki sıradan Hristiyanlardan ayrı
olarak kutsal bir yöneliş içinde olduklarını sergiliyorlar. Bu insanların bir
ilah inancı, ölümden sonraki hayata inançları, ortak paralelliklerimizdir. Bu
ortak noktayı ihmal etmemeliyiz. Qur'an, 3/Ali İmran Suresi’nde aramızdaki
ortak kelime’ye çağrıda bulunmamızı ister. Burada sağlıklı
diyalog geliştirecek arkadaşlar için belli bir bakış kazanabilirler.
2. Avrupa'daki
belli sayıda islamlaşan kadın nufus. Almanya'da islamlaşmalar gerçek anlamda
Kitab'a dayalı islamlaşmalar değil biliyorsunuz. Bir boşanma olduğunda kadın
dininden de boşanıyor. Bu evlilik ahirette de sürecek bir evlilik olarak
görülecekse, bu dersler onların eğitiminde de yardımcı olabilir diye
düşünüyorum. Alman kökenli Müslüman hanımların, kendi Kitaplarını bu gözle
okumaları için kapılarını belki açabiliriz.
Son olarak
Almanya'da 1000 civarında Cami ile bir dialog kapıları belki açabiliriz, Cami
personelini eğitebiliriz. Bu konuda sıkıştırıldıkları noktada sorularını,
broşürlerini cevaplayıcı bir merkezimiz olabilir.[2]
3. Müslüman Düşünce Tarihi:
İslam Düşünce
Tarihi ismini burada tartışmayacağım nedenlerden dolayı tercih etmedim. Bu seri
esnasında Peygamber'in vefatından sonra O'nsuz bir hayata intibakta
Müslümanların yaşadıkları zorlukları tartışır. Bu önemli bir dönemeçtir. Rasul
aralarından ayrılıyor. Artık Qur'an'ı , hayata O yol göstermeksizin anlamaya
çalışacaktık. Hatıra olarak gelen Peygamber pratiği ve aklımızın rehberliği ile.
Bu hayata aktarma da Peygamber'in öğrencilerini farklı eğilimler içerisinde
görülürler. Bu eğilimler kendi karekterimizle kısmen örtüşmeler içerisindedir. O
bakımdan Peygamber sonrasında, Sahabe döneminde Müslümanlar Qur'an'a dayalı bir
düşünceyi nasıl geliştirdiler. 2. dersimizi buna tahsis ettik.
Bu görüşler
Zaman içerisinde kemikleşen mezhepler haline dönüştü. Şia oldu,
Mu'tezile oldu, Havaric oldu. Genel anlamda Cemaat
düşüncesini temsil eden Ehli Sünnet'in mezhepleşmesi oldu.
Nasıl fırkalaştılar? Belki Türkiye ya da herhangi bir Arap ülkesinde yaşayan
insanlar bu fırkalaşmalara burada yaşayan insanlar kadar yakınen şahid
olmuyorlar.
Bu ülkede
farklı eğilimlerin pratize edilişlerinde insanlarımız tanık oluyorlar. O
bakımdan geçirdikleri evrimleri, aralarındaki ortak noktaları, öteki yerleri
görmelerinde yarar var. Müslüman Düşünce Tarihi, akademik
eğitim dışında pratik hayatları bakımından da yardımcı olabilir. Müslüman
Birliği, İslamî Vahdet'in oluşturulmasında katkıda bulunması amacıyla bu
dersleri verdik.
Müslüman
Düşünce Tarihi
insanların bilgi edinme kaynaklarında farklı mümtaz isimler
yetiştirmiştir. Kimilerinde akılcı bir Qur'an'a yönelişin bayraktarı olarak
Arsitoteles felsefesi. O'nun eserlerin tercümesi ile ortaya çıktı. Bunlarda
farklı bir İslam portresi var: Meşşailik. Yani Aristo
Felsefesi’ne dayalı olarak Qur'an'a nasıl anlaşılır. Bunları sergilediler.
Bunların tanıtılmasında yarar vardı. Cami dersleri olarak bahsetmiyorum.
Müslüman Düşünce Tarihi yalnızca akılcı olarak ortaya çıkmadı. Kendi
bilgi ekseninde, sezgiyi öne çıkaran simalar var. Bunu tanıttık. Bu bağlamda
İşraki Felsefe... algılama yöntemi nasıl ortaya çıktı. Bu algılama
yöntemi diğer Felsefî kitaplardan, altta, avam İslamı’na indirildiğinde ne tür
olumsuzluklar meydana getirdiler. Bu günden o günlere bakanların kanaatları,
tahlil biçimleri...
3. ise ne
sezi ne akıl, Qur'an'dan sonra ilahi kaynak
hadisler’dir. Bunlar senedce sağlamlık arzedince, ahad olsun
mütevatir olsun dinde son sözü söyler diyen selef, ehli
hadis yaklaşımıydı. Bunların önemli simalarını, doğuş yıllarını , 7.
asırda İbnu Teymiyye, İbnu Kayyım kuşağı ve 20. yy. da İslami
Hareketlere katkısı, bunları gündeme getiren bir ders işledik.
4. Medrese'de
şekillenen İslam Hukuku’nu oluşturan fıqh kaynağı idi. Ameli
fıqh’ın doğduğu tarihsel bilgiler, rey farklılıkları etrafında şelillenen bir
ders yaptık. Müslüman Tarihin Ortaçağı’na, Moğol istilalalarına, O'nun öncesinde
yakılan Kütüphanelerimiz bir kültür kopukluğuna, Endülüs’te ortaya çıkan yeni
düşünce birikimine yol açtı
Son 3-4
dersimizi de son 200 yılın Müslüman Düşünce Tarihi’ne tahsis ettik.
Cemaleddin Efgani ve O'nun kuşağının tanıtımı. Abduh, Reşid Rıda'nın
çalışmaları hakkında Geleneksel Ulemanın çekinceleri, düşünen kafaların onlarda
bulduğu olumlu yönler nelerdi?
Efgani'nin
bizim dünyamıza Türkiye'de gelişmeleri gündeme getirmek gerekiyordu. Bu
bakımdan Türkiye İslamcıları üzerine ders işlemeyi düşündük. Bu devam edecek.
Burada Mehmed Akif, Sebilu'r-Reşad camiası etrafındaki kalemler
tanıtılacak.
Bunun devamında
60 sonrası Türkiye İslamı ile ilgili bir ders. Doğu literatürün tanıtımı için
bir dersi İhvan Kütüphanesi ’ne tahsis edeceğiz. Son
kapanış dersi Avrupalı Müslüman Düşünce Tarihi
’ne ait olacak. Avrupa kökenli insanlar Qur'an'ı okuduklarında nasıl bir
tablo çıkıyor, tarihimizle ne tür benzerlikleri oluyor. Ne tür farklılıkları ya
da bu farklılıklardan onlarda mı biz de mi bir yanllışlık var. Buradaki
algılarda çeşitlilik gösteriyor. Garaudy, Sufi bu algılayış kümelerinin
farklı simaları. Doğu düşüncesine, benzeyen de benzemeyen de yönleri var.[3]
4.
Genel Düşünce Tarihi
Burda Risalet
yoktur. İnsanların salt akıllarıyla kainatı okuma uğraşlarının tarihi vardır.
Hint'te, Mısır'da vardır. Gerçekten doğruların sevdalısı olan insanlar vardır.
Hevaya tapıcılığın bayraktarlığını yapan, kötü sözün öncüleri vardır. Bunların
kavgaları vardır. Bu tarihi, bir Müslüman bakış açısı ile okumak gerekiyordu.
Üniversite Camiası’nda sosyal bilimlerde okuyan arkadaşlarımıza bir malumat
aktarıcısı olmaya çalışacağız, aktaran ve tartışan.[4]
5.
Bilim Tarihi ve Bilim Felsefesi:
Bilim Felsefesi,
bilimden çok, ma'kul’dan çok tahsis. Hislerin bilimi
yani Pozitivizm. Bunun uygulamaya dökülen şeklini Teknik oluşturuyor.
Teknik Üniversite'de okunan bilgiler, laik sekuler bir eğitim olarak yorumlanır.
Yoksa Müslüman Tarihi’nde 5 duyu ile elde edilen bilimi, bir medeniyeti,
imkanları tahsil etmeye çalıştığında ne tür farklılıklar ortaya koyması
gerekiyor. Bu konuya kafa yoran çağdaşlarımızı tanıtmakta yarar var diye
düşünüyoruz. İ. Reca Faruki, Seyyid Attas. Bilimin İslamileşmesi
sorunu. Yoksa tabiatı sil baştan, yeniden mi okunmalıydı. Tarihimizde pozitif
bilimleri nasıl okuduk? Ne ölçüde bizim için yararlı. Üniversite’ye burada devam
eden arkadaşlara yararlı olur kanısındayım.[5]
III.
Gelecek Projemiz
5 Temel Bilim’in
üzerinde uzmanlaşmak isteyenlere, Sahih bilgiye açılan referanslar verilmeye
çalışılması, bunlar proje. Bunlar üzerinde 50 ye yakın arkadaşla tedrisat
yaptık. İmkan bulur, finansal destek görürse, konunun uzmanları çağrılabilir.
Berlin'in imkanları buralara taşınabilir. Kaliteli Konferanslar serisi
doğabilir. Türkiye'de benzeri alternatif ders çalışmaları bilenleriniz vardır.
Onlardan avantajlı yönlerimiz var. Vize sorunumuz yok. Mali imkanlarınız daha
geniş. Buradan bir çok entellektüel çevreye daha kolay ulaşabilirsiniz.
Fransa’da M. Hamidullah'ın Qur'an, Siyer çalışmaları neden daha yakından
izlenmesin. Fransa çok uzağımızda mı? Muhammed Gazali' yi getirtmek bir
bilet parası değil mi?[6]
Gelecek için
bir çağrı bu. Akademik arkadaşların desteği, imkanlar olursa. Avrupa'nın
geleceği için ciddi bir Üniversite oluşturulursa bu çalışmalardan beklenen verim
alınmış olur.
Bir grup
arkadaş da Nordrhein Eyaleti'nde derslerin verilmesini arzuluyorlar. Teklifi
sonra konuşabiliriz.[7]
Ama beklentim teknik, sosyal okullarda okuyan arkadaşların eğitime katkısı,
finansal imkanları olanların katkılarda bulunmasını ben taleb ediyorum. Bilim
adamlarının daveti için davetiyeler çıkarırız. Böylece dünden beri anlatılan
projeleri gerçekleştirecek eğitici insanları (yarının kurucularını) yetiştirmiş
oluruz. Bunun hayati bir zaruret olduğuna inanan arkadaşlarla konuşalım derim.
Allah razı olsun.
Kemal Ersözlü
16.12.1994