RİSÂLET  RİSÂLESİ

 Tenwir İçin Qıraat Aksiyonu

 

Hira Bilinci

Giriş

Hira'yı Yaşamak

Dönüşümlü Devrim Yasası

Allah'ın Konuşması

Toplumu Kim Değiştirir ya da Faqihler'in Welayeti

Tarihsel Arkaplan

Kitab'a Dayalı Tahribkar Kültürler

Son Rasûl'un Welâyeti'nde Welâyet-i-Faqihler'in Yetiştirilmesi

(Mekke, Yesrib, Taif, Huneyn'in Medineleşmesi)

Kurmaylaşma

Faqihler'in Welayeti'nde Tenwir

Tenwir Wasatı

Mus'ablar ve Muazlar

("Allah'a İman Edin" Nidâsı'nın Münâdîleri)

Mus'ablar

Tenwir İçin İstinbat

Kitab'ın Anlaşılırlığı

Amelî Okullar'la İlgisi

Muazlar

İctihad'ın Aslî Şartı

İctihad'ın Diğer Kaynakları

 

HİRA  BİLİNCİ[1]

Giriş

1          Herşey Risâlet'e İmân ile başlamaktadır. Evren'i vareden Qudret'in İnsan'ı yaratıp Qaderi'ni çizdikten sonra onu yalnız Aq'nın Rehberliği'ne, Şehvetleri'nin Esareti'ne terketmediğine İmân ile... Varoluş'u sorgulayan Her İnsan Tarih'le Tanışma Zorunluluğu duymuştur. Tarih de onu, kendilerini "Allah'ın Yeryüzü Elçisi" olarak tanımlayan, O'nun A'na Bildirileri'ni okuyan İnsanlar'la tanıştırmıştır. Hayatları birer Efsane Hali'ne getirilen, Gerçek Kimlikleri , hatta yaşayıp yaşamadıkları hakkında Kesin Bilgiler'den  Mahrum kalan Araştırıcı , bu İnsanlar içinden birisini İstisna etme durumundadır: Mekke'li Peygamber Muhammed b. Abdillah...

2          Hamidullah'ın dediği gibi, "İnsan Roma diye bir Devlet'in Varlığı'ndan, Napolyan diye bir Kumandan'ın yaşamış olduğundan Kuşku duyabilir belki, ama Muhammed'in Tarihsel Kişiliğinden Kuşku duyamaz."[2]

3          O'nun  Sağlığı'nda Yazı'ya aktarılan Allah'ın Bildirileri  Ondört  Yüzyıl sonrasına kadar Tahrib'e Maruz kalmadan gelebilmiştir. Bu Bildirileri ilk kez okuyan Rasûl Muhammed'in Hayatı  da,[3]  Qur'ân'ın[4] Tewâtür Ayetleri ve onbinlerce Râwi'nin Tanıklığı ile, Kesintisiz bir İsnad Zinciri'ne Bağlı olarak bize kadar ulaşmıştır.

4          Rasûl'ün Sağlığı'nda İmân Esasları nasıl O'na inanmakla , O'nun Peygamberliğini Tasdiq etmekle başlıyorsa, bugün de Kitab'a İmân, diğer İmân İlkeleri'ni açan bir Anahtar Durumu'nu almıştır.[5] Kitab'a İmân, Risâlet'e İmân'ı,  Risâlet'e İmân, Risâlet'in Mirası olan Kitaplar'a İmân'ı, Kitaplar'ın Haber verdiği Bedensel Ölüm ardında başlayacak olan Yargı'ya İmân'ı doğurmaktadır. Kitab'ın Okuyucusu'na Bütün bu İmân İlkeleri, Allah'ın Uluhiyet'te, Rububiyet'te Tekliği'ni anlatan Satırlar arasında doğrulattırılmaktadır.

Hira'yı Yaşamak

5          Tanıştığı Kitab'ın tanıttığı  Allâh'a İman eden İnsan; biz buna "Hira'yı yaşayan İnsan" diyelim, bu Derin Tarih Bilinci içinde Hira'dan çıkar, Toplumu'nun arasına katılır. Kendisi ve Toplumu'nun "Kurtuluş Reçetesi"ni almıştır. Qur'ânî Bildiriler'in niçin Mekke Sokakları'nda dağıtıldığını, neden Yüzyıllar Önce dağıtılan bu Bildiriler'in bugüne kadar görünmez bir El tarafından taşındığını anlamıştır. Neden Mekke'de okunan Bülten, bir  Yesrib Merkezli 'Medine  Uygarlığı'nı  doğurmuştur, bunu bilmektedir. Neden Risâlet Kapısı'nın kapanmışlığına karşın Kitab'ın korunması wa'dolunmuştur,[6] anlamaktadır. Neden Kitab'ın, kendisi öncesinde Tebliğ olunan Kitablar'ın Halqı'nı çokca sorguladığını İdrâq etmiştir. Toplum'un Üm ve Ulema Tabaqası arasındaki normalin dışındaki  İlişkileri  niçin yerdiğini daha iyi anlamaktadır.

            Dönüşümlü Devrim Yasası

6          Baqara 257: "Allah İmân edenlerin Welisi'dir. Onları Zulumât'tan Nûr'a çıkarır. Küfredenlerin Welileri ise Tağut'tur. Onları Nûr'dan Zulumât'a çıkarır. İşte onlar Ateş Topluluğu'dur."

7          Hira, Qur'ân'ın Zulumât diye ifade ettiği, Karanlıklar Çağı'nı yaşayan Qawimler içinde, Münewwer'in kendi Bireysel Değişimi'ni gerçekleştirdiği,  Allah'ın Ruhu Wahy ile Toplumu'nu Nûr'a hazırlamak için önce kendisini hazırladığı Bis'et /Diriliş öncesi Mekanı, Dünyası'dır.

         Allah'ın Konuşması

8          Allah, Kulları ile bir Sessiz Ayetleri -ki onlar Bütün Varlığı ile Kainat'tır- ve bir de Sesli Ayetleri - ki  bunlar da Kitaplar, Sahifeler, Rasûller'dir- Aracılığı ile konuşur. Ayetler'in kendisini Rabb'ine götürdüğü İnsan, artık Gözleri ile görmekte, Kulakları ile işitmekte,  Qalb'i ile fıqhetmektedir.[7] Allah O' nun Welisi olmuş, O'nu Aydınlığa çıkarmıştır.

            Toplum'u Kim değiştirir Ya da Faqihlerin Welâyeti

9          Artık Toplumlar, Allah'ı Weli olarak tanıyan İnsanlar'ın Eli'yle, Aydınlığa çıkarılabilirler.

10        "Kuşkusuz biz Mûsa'yı Ayetlerimiz'le gönderdik, ta ki Qawmi'ni Zulumât'tan Nûr'a çıkarsın.."[8]

11         Faqih, Toplum'un Eli'nden tutup, onu, Ayetleri okuyup anlar, onunla fıqheder bir Düzey''e çıkaran İnsan'dır. Allah bu Çıkarma  Olayı'nı (ihrac-yuhricu) bir Ayet'te kendi üzerine alırken, diğer bir Ayeti'nde bir  Özne olarak bir Kulu'nu zikretmektedir. Bu iki Ayrı İfade Tarzı birbirinin Açıklayıcı Durumdadır. Mûsa' nın Toplumu'nu Karanlık'tan Aydınlığa çıkarması için gönderilmesi,  bu Çıkarma'nın bir Kul Eli'yle yapılması, Allah'ın Haqi Çıkaran (Hidâsyet eden) oluşu ile çelişmez. Enfal Suresi Okuyucuları "Attığın zaman sen atmadın ey Rasûl' Ayeti'ni[9] hatırlayacaklardır.

12        İhrac-yuhricu Ameliyesi (Devrim, Değişim, Dönüşüm)[10] İlk İnsan'ın ^Yeryüzü'ne indirilmesinden itibaren başlamış, Welâyet-i Rasûl, Welâyet-i Faqihler tarafından "Allahu Weliyyül'lezine âmenu" Ayeti[11] hep Yürürlük'te kılınmıştır. Tarih'in Çoğu Periyodunu Karanlıklar'ın kaplamış olması, Wahy'in aydınlattığı Değişim-Dönüşüm Olayları dışında pek az Olay'a Tanıklık etmesi, bu Gerçeği değiştirmez.

13        Asr Suresi'nde "Bütün İnsanlık Tarihi'nin Kayıplar içinde olduğu" vurgulanırken Bu Welayeti İdrâq eden bir Gurup Münewwer İnsan'ın İstisna edilmiş olduğunu görüyoruz. Onların, İmânları ardından onu Pratize edişleri, Bireysel Değişimleri'ni gerçekleştirmeleri ardından onu Başkaları'na Salık verişleri, yani birbirleri üzerinde Weli olarak Allah Adına birbirlerini Denetleyişleri, sonra bu Onurlu Yol'da karşılaştıkları Güçlükler'e Direniş'i (Sabrı) öğütlediklerini anlatır. İşte İnsanlık Tarihi boyunca Hüsran dışında kalanlar ancak bu Taife'dir, bu Faqih Taife.

14        Faqih, Tarih'teki Bütün bu Dönüşüm Çalışmaları'nda tekrarlanan Tahwil ve Tebdil edilemeyen bir Yasa'nın (Sünnet) Farqı'ndadır.[12] Yükümlülükleri de bu Yasa içinde olacaktır.

 

            Tarihsel Arkaplan

15        Allah İnsan'ı yarattı ve O'nu Cennet'te İskan etti. Bütün Rızıqları' Emri'ne amade kıldı. Yalnız bir tek Bitki'ye yaklaşmama Emri verdi: " Bu Ağaç" . İblis, Varlıkları Okuma, onları Adlandırma, neden ve niçinini Sorgulama Bilgisi ile donatılmış Allah'ın bu Sanatı (İnsan) önünde Saygı Kapanışı'na (Secde) çağrılır. İblis, bu İlâhi Buyruğa Riayeti Onuru'na yediremez. Allah'ın bu Çağrısı'na Olumsuz Cewap verir. Bu Tutum Kulluk Sınırı'nı çiğneme'dir. Allah'ın kendisine verdiği Ceza'nın uygunsuzluğu'na kani'dir. "Eğer kendisi bu Tuğyanı'na Mukabil yokedilmez,  Belirli bir Süre yaşamasına İmkan tanınırsa, İnsan'ın da kendisi gibi Sınırları çiğneyeceğini, Tuğyan edeceğini"[13] söyler. Bu nedenle kendisinin O'nun önünde Secde'ye çağrılması, kendisi daha Değerli bir Hamur'dan Mamul iken abes'tir(!).

16        Melekler ise - Allah Yeryüzü'nde bir Halife varedeceğini söylediğinde, bu Hilâfet Kelimesi'nden dolayı İnsan'ın, İradesi elinde bir Varlık olacağını anlamışlardı. İblis, İnsanlar'ı Yanıltabilme İmkanı'nın kendisine sağlanmasını istiyordu.

17        Allah İblis'i İnsan ile denediği[14] gibi, İnsan'ı da İblis ile denedi. İblis'in İddiası karşısında yarattığını en iyi bilen Yaratıcı "Sen benim lih Kullarım üzerimde Sulta kuramayacaksın" buyurdu.  İblis, İnsan'ın sağı'ndan,  solu'ndan, arkası'ndan, önü'nden ona yaklaşacak, Geçit Yolları'nın üzerine oturacak, [15]her Wesile'yi deneyerek Tuğyan etmesi için Eli'nden geleni yapacaktı. O'nun Wahyi'ne kulak verip dinleyenler, yol'dan (Sırat el-Müstaqim)[16] uzaklaşacaklardı. Hatta Muhlisler bile O'nun İğwası'ndan tamamen Emin olmamakla beraber, İblis hiç bir zaman onun üzerinde kronikleşen bir Sulta'ya sahip olamayacaktı.  Onlar Yanılgıları'nın ardından Rab'lerine İltica edip Bağışlanma dileyecekler, Allah'ın Çizgisi'nin kendileri ve Toplumları üzerinde Tezâhürü'nü isteyeceklerdi.

18        İblis dediği yollar'dan Âdem'e yaklaştı, Sonsuzluk Ağacı (Şecere-i Huld) olarak Tawsif ettiği Bitki'ye yaklaşmasını, ondan tatmasını sağladı. Âdem ve Eşi için İyilik'te bulunduğuna Yemin etti.  Allah Âdem'e "Buyruğu dışına niçin çıktığını" sorduğında O, işlediği Cürm'ün Wehâmeti'ni kavramıştı. İblis'in Şecere-i Huld Waadi altında yatan İntikamı'nı fıqhedememişti.  Kimi Bilginler bu Yanılgı'nın O'nun Risâlet Öncesi Hayatı'nda Wuqu bulduğunu bu nedenle Rasûller'in Masumiyeti İlkesi'ni delmediğini söylerler.[17]

19        Bu Yanılgı, Rasûller'in de İmtihan Alanı içinde olduğunu bilen Mü'minler Nezdi'nde onların Masumiyet'i düşürmeyecektir. Masum olan Risâlet Kurumu'nun kendisidir. Sonraki İzleyicileri için birer Usve olan Elçiler'in Hataları İçtihadî dahi olsa düzeltilmeye muhtaç'tır. Onlar da İmtihan Alanı içinde sınandılar. Biyografileri, Yanlışları'nın üzeri çizilip Doğruları gösterilmiş olarak sonraki Kuşaklar'a Miras olarak bırakıldı. Allah Kitabı'nda kendilerine Selam ettiği,[18] Övgüler'le bezediği bu Sâlih Kulları'nın Yanılgıları'nı Sukut'la geçiştirerek aktarmadı. Çünkü Yanılgı,  bazen fıqhedememe İnsan/ Kul olmanın bir Tezâhür'ü idi, düzeltilmişlikleri  ise Rasûl Yönleri'nin...

 20        Qur'ân Okuyucusu Kitap'ta yer alan bu Qıssa'nın ardından Allah'ın Risâlet Kurumu hakkındaki İlanı'nı bulur:

21        Baqara 38: " Dedik: İnin oradan hepiniz. Kime benden bir Hüden[19] gelirse ve tabii olursa Huda'ya, artık onun için Korku yoktur, Hüzünlenme yoktur ona."

22        Ne zaman ve nasıl indirildiler bilmiyoruz. Yerküre bu Yeni Konukları ile içindeki diğer Canlıları ile beraber tanıştı. İnsan Eli Toprağa Şekil vermeye başladı. Bilgi'yi Eylem'e Dönüştürücü, bildiklerinden yola çıkarak Genişletici bir Güç'le (Esma) donatılmışlardı.[20]

23        Âdem'in Zürriyeti de Cennet'teki[21] Sınav'ın Benzerleri'nden geçirildi. Allah'tan Hudenler geldi ve İnsanlar'ın kimi ona ittiba etti, kimi de tuğyan ederek İsyan'ı seçti . Şeytân'ın İğwası'na takıldı, O'nu Weli edindi.

24        Âdem'in iki Oğlu arasındaki Qurban Sunma Olayı, bize aktarılan Sınavlar'ın ilki durumundadır. Qıssa Taşkın Ewlad'ın, Huda'ya tabi olan Kardeşi'nin Kanı'na girmesi ile sona erer.[22]

25        Böylece Melekler'in "Arz'da Bozgunculuk yapacak, Kan dökecek birini mi yaratacaksın?" Şeklindeki Endişeleri'ni bildirir Soruları'nın Cewabı gerçekleşirken, "Sizin bilmediklerinizi ben bilirim" Deyişi'ndeki Allah'ın Muradı da anlaşılmış olur. [23]

26        Âdem'in Muti Ewladı " Ben sana el kaldıramam" dedi.  Bu İtaatkar Tutum, İblis'in Sultası'ndaki Taşkın Ewladı daha bir öfkelendirdi ve Kardeşi'ni öldürdü. Artık "Sen ve sana tabi olanlarla Cehennem'i dolduracağım" buyruğu gerçekleşmeye başlamıştı. Taşkın  Adam Rabb'inden Kelimeler alıp Tewbe'yi denemedi. Kendini Ubudiyet Dairesi'nin dışına attı.  Allah'ın Ayetleri'ne küfredenlerin ilki oldu Kabil.  Tağut'u Weli edindi, kendi Soyu için bu Welayet' Selef oldu. Zürriyeti'nden taraftarlar buldu.  İki Kardeş arasında başlayan Kutuplaşma o gün bu gündür sürüp gitmekte, "Şeytân'ın Ahzabı"yla "Allah'ın Hizbi" aldıkları Wahy Doğrultusu'nda Pratik Hayatları'nı Tanzim etmektedirler.

27        Habil Teslimiyet'in,  Kabil ise Tuğyan'ın Sembolü'dür. İkisi iki ayrı Otorite'nin/Din'in İnsanı'dır. İki ayrı Welâyet'in Şemsiyesi altındadır. İblis'in Yeryüzü'nde Gölgesi olan, O'nu Weli tanıyan Muttebiler'le aynı İsim'le anılır Qur'ân'da:  Şeytân...   "Sinsi Weswas ki Cin'den de olur Nas'dan da..." [24]

 28        Bu iki Kutup  arasındaki Kavga İnsanlık Tarihi sürdükce sürecektir. Nûr Toplumu'nu Arz'da Fesad çıkarmak isteyenlere karşı korumak ya da Fesad'a uğramış Arz'da Allah'ın Nûru'na çağırmak şeklinde özetlenebilecek "Tewhidi Devrim" ya da "Karşı Devrimler",  bu iki Kutup arasında Rasûller Eli'yle, Faqihler'in Önderliği'yle hep süregelecektir.

29        Qasas 5: "Biz Ülke Mustaz'afları'na lutfedip onları Önderler yapmak, Ülke'ye yerleştirmekle Fir'avn, Hâmân ve her ikisinin Orduları'na yapmakta olduklarını göstermek istiyorduk."

30        Bu Mesaj için Allah,  Sayıları Yüzbinleri aşan Elçileri'ni,[25] bir o kadar Toplum'a bu Inqılab'ın Yönlendiricileri olarak gönderdi. Nefisleri'nin Şehvetleti'ne uyup, Hewaları'nı İlâh edinerek Tuğyan edenleri Tekfir edip Allah'ı bir olarak tanımak için  görevlendirdi Hirası'nı yaşıyanları...  Biz onların pek azını tanıyoruz.  Arz'ı dolaşıp da yıkılan Harabeleri görenler,  bu Tarih Bilinci içinde verilen Mücadeleler'in, ezilen İnsanlar'ın Sesleri'ni duyarlar,  Kulak verenler için hala Mahzenler'den Boğuk Sesli Aydınlar'ın Feryadı duyulmaktadır.

31        Kabil'in Toplumu, İnsanlığın Kökeni'ni, Sosyal Hayat'ın  Başlangıç Dönemi'ni araştırmak isteyen Sosyologlar için Temel bir Yanıltıcı olmuştur. Allah'tan gelen Huda'yı,  Qur'ân'ın Esprisi içinde İlk İnsan'la başlatmak istemeyenler,  Tanrıbilimi, İnsanlığın ürettiği Uygarlığın bir Parçası görenler için bir başka Açıklama gerekiyordu.  Geçmiş'i yeniden yorumladılar, yani Tahrif ettiler. Gelecek Zamanlar adına  İblis'in Klavazluğu'nda Dinler/ Ütopik Ülke,  Ütopik Otoriteler wazettiler.

 32        Durkheim,(1858-1917)[26] Klan Hurafesi'ni üretti.  "İlk Toplum bu'ydu. Totem,  Mana ve Tabu, Klan'ın Temeli'ydi." Madem ki, Muhammed ve Warisleri ile Kutsal Kitaplar Geçmişler'in Esâtirini anlatıyordu, Nadr b. Harisler'e de  İş düşecekti elbet.

33        Kitleler için Geçmiş hala Meraka değer bulunuyor ve sorguluyorsa ve sorgulayan İnsanlar, Tarih'te Rasuller ile onların dağıttığı İlahi Bildiriler'de bunlar  için bir Cewap buluyorsa,  madem ki Dinleyicisi olan bir alan'dır bu, o halde Cazip Masallar üretebilirlerdi. "Totem Kutsal sayılan Nesneler'di.  Mana herşey'de varolan İyilik ve Kötülüğün Nedeni olan Güç. Tabu ise Kutsal ve Kutsal olmayanı Ayırdedici Qudret.."

 34        "Hayır" dedi,  Marks (1818-1883)[27] ve Engels (1820-1895). [28] "İlk Toplum Komün'dür. Klan'daki Cinsel Yasaklar yoktu Komün'de. Toplumsal Adalet,  Mülkiyet ve Cinsiyet'in Eşit olarak Dağıtımı'na dayanıyordu." 

35        Klan ve Komün Hurafeleri, Wahyi Açıklama'ya Alternatif olmak üzere geliştirildi.  Oysa yaşaması Mümkün olan bu Toplumlar bir Başlangıç değil, olsa olsa bir Çözülüş, bir Zulumat Inqılabı ardından, bir Karanlıklar Çağı içinden bir Panaroma olabilirdi. Kabil'le başlayan Tuğyani Yapılanma'nın Tezâhürü... Nûr'un Zulumât'a dönüşmesi.  Allah'ın yeniden Huda'yı göndermesi,  Peygamberi Devrim Öncesi, Bis'et Öncesi Cahiliye Sergilemeleri'dir bunlar. O, Âdem'in Toplumu'na Ardıl olan Habil'in Kanı üzerine kurulmuştur.  Fıtrat'ı,  Komün olarak saptayan Marazi Qalb'in Klavazluğu Şeytân'ın İğwası'nın İzdüşümü olabilirdi ancak. 

36        Wahy,  yani Allah'ın Wahyi ile kurulan Dinler,  Marks'ın altını çizdiği Kavramlar'dan olan "Alisinasyon/ yabancılaştıran" bir Öge'ydi.  Konfüçyus'un dediği gibi,  "Toplum'u değiştirmek için Kavramları'nı değiştirmek yeter."  Tespit Sakat olunca Sağıtım'ın Nasıllığını sormaya ne gerek.

 37        Şeytân'ın Hizbi madem ki Allah'ın Wahyi'ni yadsımıştır, Risâlet Kurumu'na inanmamakta, hatta bir kısmınca Yaratıcı'nın Varlığı bile Sınırlı Duyular'ın Sınırlı Verileri Işığı altında yok sayılmaktadır,  o halde Şeytân'ın İğwası ile Ubudiyet'in dışına çıkıp İnsanlar üzerinde rabbleşme'ye yeltenebilirdi. Onlar için "Tanzimat"lar yaptılar. Kimi ,  Siyasal İktidarı , Eli ile Allah'ın Wahyi'ni Tahrip ederek Zulumat Karşı -Devrimi'ni gerçekleştirdi.

38        Kabil'in Toplumu, Kabil'in Torunları, Tağut'un Ewliyası'nı kutsadılar.  İblis'in Âdem'i Cennet'te aldatırken bir Yılan Kılığı'na büründüğü Efsanesi pek tutuldu.  İnsan için Ölümsüzlük Ağacı'nı gösteren İblis,  bu Hulul ettiği Hayvan'ın Bedeni içinde Sağlık Tanrıçası İlan edildi.  Allah , Olympus Dağı'ndaki Zeus' a[29] benzetildi. Promethus da Ateş'i çaldı Zeus'dan... Promethus'un[30] Bedeni'nde kutsandı bu kez İblis.  İnsanlığın Yolgöstericisi, kendi içlerinden bir İlah olarak tanındı,  Meşalesi Temsilcilerince söndürülmemeye çalışıldı.

39        Kabil'in Toplumu, Nur'un Bünyesi'ne girmiş bir Mikrop Misali,  Weli edinenlerini buldukca gelişti ve bir Gün Sağlıklı Bünye'nin tamamen Ölümü'ne neden oldu.

 40        Karanlığın, Fesad'ın İşçileri Kuruyası Elleri'ni Allah'ın Kulları üzerine koyduklarında, Toplum Varoluş Bilgisi'nden Uzaklar'a düşürüldüğünde, Cehalet'in, cahiliyenin Örtüsü hepsini bürüdüğünde, Allah kendisine inanan,  kendisinden gelen Huda'ya tabi olan Kulları'nı,  Konuşan Ayetleri'ni gönderdi. Onları "Elçi" edindi. Kendisi'nin bildirileri'ni Toplum'a okuyacak, onları Karanlık'tan tekrar Aydınlığa çıkaracak bir Mesaj ile Ödevli olarak...

41        Elçiler üzerindeki Örtü'yü bırakarak,[31] Gece Yanları' Yatakları'ndan ayırarak, İnsanlar'ın fıqhedemeyişleri karşısında nerede ise kendilerini Üzüntü'den helak edecek Denli hüzünlenerek,  boş kaldıkca yorularak,[32] her zorluk'la beraber bir Kolaylığın olduğunu bilerek,[33] Gece kalkıp ağır ağır kendisine bırakılmış Ağır bir Sözü okuyarak,[34] Lisanı'nın açılması için Rabbi'ne dua ederek Tebşir'e duracaklardı. Bu Wahyi Meşale'ye yönelenler,  bu Elçiler'in etrafında kenetlendiler. Qalbleri fıqhedemeyenler ise Değişim'in dışında kaldılar ve kendilerini yenilemesini bilen İnsanlar'a karşı Adüv  kesildiler.

42        Her Rasûl'le beraber Tenwir yeniden başlamış ve Rasuller'in Ölümleri ile Karanlığa çağıranlar belli bir Süreç içinde kendilerini Weli edinenlere yaslanarak fıqhedemeyenlerin yaygınlaşması, Ortalığı Cehalet'in kaplaması sayesinde Egemenliği Ellerine geçirmişlerdir. Karanlık'tan Aydınlığa, Aydınlık'tan Karanlığa bu Reaksiyon Reverzibl olarak hep tekrarlanmıştır.

43        Qur'ân'da Qıssaları sunulan,  bir çok Sure'ye Ad olan Rasûller'in, Karanlığı parçalayan Qıyamları bu nedenle Qur'ân Okuyucusu'na anlatılmış, onların,  Tarih'in Tahrip ettiği Çehreleri olanca açıklığı ile Arapça'nın Özgün Anlatımı içerisinde Günyüzü'ne çıkarılmıştır. Nûh'un Gizli Açık didinmesi,[35] Lût'un Hayasızlar önünde Çaresiz kalışı,[36] İbrâhîm'in Melik'le Ateşli Tartışmaları,[37] Mûsa'nın tağutlaşan Fir'awn' ın Sarayı'na yürümesi,[38]  Halq'ın Gözü'nü boyayan Fir'awn Saltanatı' Asası ile altüst etmesi,  Yûsuf'un Mısır Zindanları'nda Arkadaşları için Rububiyet'i Tawzih etmesi,[39] Yûnus'un iki Belde Halqı arasındaki koşturması,[40] Dâwud'un Zaman'ın Müslim Meliki'nin[41] Kumandası'nda Ordu'da başlayan Aktif Çalışmasını, Peygamberleri'nin Ölümü ardında Allah'ın kendisini de Elçi seçmesinin,[42]  sonra Oğlu Süleymân'ın Risâleti'ne Tanık olmasının anlatıldığı Bölümler Okuyucu için yer yer tekrar edilir.

  

            Kitab'a Dayalı Tahribkar Kültürler

44        Kimi Rasuller kendilerinden sonraya Kitaplar, Sahifeler  bıraktılar. Böylece Toplumsal Çözülme'yi önlemek için Kitab'ın Okuyucuları, "Welâyet-i Rasûl'den sonra Faqihler'in Welâyeti'nde, Peygamberi Inqılabı, Sürekli Devrimi ayakta tutmaya çalıştılar. Rasûller gibi bu Kürsü'ye oturanlar da İmtihan Alanı dışında değillerdi. Onlar da toplumları ile beraber sınandılar.

45        Toplamları'nın yeniden Cahileyye'yi yaşadığı dönemler'de Rasûller Eli'yle İnsanlar'a ulaştırılan Kitaplar da Tahrip edildi. Qur'ân kendilerini Kitab'a Nisbet eden Topluluklar için "Ehl-i Kitap" Tabiri'ni kullanır. Kitab'ın Çevresi'nde oluşan Kültür, Aydın-Ümmi Diyalogu, Risâlet'in Halefleri'nin nasıl kendilerine Rububiyet Maqamı'ndan bir Pay ayırdıklarını yerinde vurgularla, Çarpıcı Usluplar'la anlatır.[43]

46        Rasûller'e Waris olanlar, onların ardından Kürsüleri'ne oturanlar, Allah'ın Sınırları'nı kendi Hewaları'na göre değiştirdiler. Mahrem Alanları Hewaları'na göre genişlettiler ya da daralttılar. Rasûlleri gerçek Kimlikleri tanınamaz bir hale soktular. Ya Allah'tan  Cüzlük gibi bir Ulviyet ya da Sefil Günahkar Derekesi. Kitab'ı Elleri ile yeniden yazdılar, ya da Yorumları ile Onu tahrib ettiler. Sonra da 'Bu Allah'ın Kitabı'dır'[44] İddiası'nda bulundular. İbrâhîm'in, Mûsa'nın Sahifeleri,[45] Dâwud'un Zebur'u[46] Tahrip edildi, Mesih'in Müjdesi dörtlendi. Yahudilik tanınamaz hale getirildi.

47        Daha İsa'nın kayboluşun Baharı'ydı, İsa'nın Bedeni'ni değil, Dini'ni Çarmıh'a gerdiler.[47] Tewhid Bağlıları Sayısız Zulümler'e uğradı.[48] Dayanılmaz İşkenceler izledi onları. Kayzerler'e Başkaldırı'nın Önderliği'ni yapan İsa'ya neler söyletmediler neler. Biyografistler O'nun Ağzı'ndan "Tanrı'nın Haqqı'nı Tanrı'ya, Sezar'ın[49] Haqqı'nı Sezar'a" verdirdiler.[50]  İmp. Julianus (331-363)[51] görünüşte İsa'nın Bağlıları'ndan oldu, Putperestlik bu Maske altında yeniden canlandı. Papaz Bazarius'un Elleri ikonoklastlar'ca yakılmıştı bir zamanlar. Aziz, Meryem, İsa Taswirleri yerle bir edilmişti. İkonlar'ı kırma eylemleri  çok gerilerde kaldı.

48        İsa'nın Wazı'nı bugün Orjinali'nden Tilawet etme İmkanı'ndan mahrum'uz. Bugün Yayın Dünyası'nın en çok satan Kitapları arasında sayılan Bible Serisi kesinlikle Allah'ın Wahyi olmaktan uzak'tır. Bunlar, ^Son Kitap, Allah'ın koruduğu ez-Zikr ile kesinlikle muqayese qabul etmez. Belki İslam Kültürü'nün Hadis Mecmuaları'na benzetilebilirler. İsa'nın nasıl öldüğünü, nasıl Göğe kaldırıldığını, Azizler'in Krallar'a yazdığı Mektupları, Çağrıları anlatan Kitaplar'ın İsa'nın sSğlığı'nda varolduğu nasıl söylenebilir?  Azizler'in Mektupları ile,  MattaMarkos, Lukas, ve Juhanna'nın qaleme aldığı dört Siret (İsa Biyografisi) ne sahip'ler. Riwayetler'in İsa'ya dayandırıldığı bir İsnad Zinciri'nden Mahrum olan bu Kitapları bizdeki Camii ve Sünenler'in Muadili sayamayız, hatta Mewzuat Hadisleri'nin bile.

49        Bu nedenle, Nasslar'a İtaat Bayrağı'nı açan Rönesans Teologları'nın Toplum için Kurtuluş Reçetesi sunabilmeleri mümkün değildi. Tanrı'nın Kilisesi'ni Kurma Bayrağı açan M. Luther (1483-1546) ve J. Calvin (1509-1534)[52]  Papa'dan aldıkları Kulları, kısa süre'de kendi Kulları haline getirdiler. Çünkü Elleri'ndeki Kitap "Kim ona tabi olursa  onun için Hawf,  Hüzünlenme yok" dediği Huda'dan fersah fersah uzaktı. Bu Mewzuat Yığını'nı Dilleri'ne, Qalemleri'ne dolayan, aqlettiğini sanan Avrupa Aydını'nın Trajik Öyküsü de  bir başka Yara.

50        1517 de Wittenberg Kilisesi'nin Kapısı'na 95 Maddelik bir Bildiri astı Luther. "Papalar'ın Sultası'na son, İncil'e, Kitaplar'a, Nasslar'a Dönüş" Çağrısı'ydı bu.[53] Luther, "Kilisesiz, Papasız bir Din" istiyordu.   "Yunan Felsefesi Şeytân'ın ta kendisiydi, Kilise Skolastiği Aristoteles (MÖ.384-322)  Felsefesi ile özdeşti." İsviçre'den Calvin, Luther'e El verdi. Diyorlardı ki: "Toplumsal  Adaletsizliği Tanrı yarattı, öyleyse öyle kalmalıydı." Sevsinler Hristiyan Faqihi'ni. Kilise'nin Sultası'nda Burjuvazi'nin Kucağı'na itildi Halq. Aristoteles Felsefesi yeniden yorumlandı. Luther de Calvin gibi "Dünya düzdür." diyordu. Çünkü Nasslar'ın Zahiri idi bu. "Dünya'nın altı varsa İsa dönünce O'nu alttakiler nasıl görecekti?"

51        Ya Nasslar'ın Rehberliği'nden Mahrum, Şeytân'ın Dürtüleri'ni,  Selim Aql'ın Qabulleri'nden ayırt edemeyen Süşünürler.. Platon (MÖ.427-347), Politea'nı yazdı. "Devlet Adamları'na Özel Mülkiyeti yasakladı." Thomas More (1478-1585), [54] "Yasağı Tüm Halq'a Şamil" kıldı. Tommaso Campanella'nin( 1568-1639)[55] Güneş Devleti'nde "ne Mülkiyet vardı ne de Çocuklar. Cinsel Buluşmalar bile Devlet'in İzni'ne bağlydı."

52        Niccolo Machiavelli (1469-1527)[56]"İnsan'a Dayalı bir Devlet" istiyordu.  J.P.Sartre.(1905-1980) " Tanrı yoksa herşey mübah'tır. Hiçbir şey Yasak değil" diyor ve ekliyordu: "Madem ki İnsan kendi başına bırakılmıştır. Ne içinde dayanacak bir Nesne,  ne de dışında tutunacak bir Dalı vardır. Artık hiçbir Özür bulamayacaktır yaptıklarına. "Varoluşculuk bir Hümanizma'dır." diyordu. "İnsan'ın en Yüce Gayesi tanrılaşmak! Aslında Tanrılaşma Arzusu Faydasız bir İhtiras'tır. İnsan bu Arzu'nun luzumsuzluğu'na kendini inandırmalıdır. Tanrı'ya ve Ahlaq'a sığınmaya çalışmamalıdır (...)[57] Kendimi oyalamak için bu Mesele'yi düşünmemeye karar verdim fakat Nazik bir şaşkınlık'la kendi kendime - Tanrı yok- dedim ve işin o anda bittiğine inandım." der.

53        Yüzlercesi için  bu Satırları Teyid eden yüzlerce Örnek verilebilir..  Kendi Bireysel Değişimleri'ni gerçekleştiremiyorlar,  böylece Reel olmayan Dünyaları'nda Bunalımlar'dan Bunalımlar'a bir Koşu'dalar. Tahrip ettikleri Kitapları'nı Allah'a kaldırıp, O'nu kendilerine Hulul ettirip İnsan-tanrı Modeli oluşturan bu Dinsel Şahsiyetler'in, Toplum'a Welâyet etmekten, O'nu Evren'in Uyumu içine Çekici Çözümleri yakalamaları imkansız.

           

Son Rasûl'ün Welâyeti'nde Welâyet-i Faqihlerin Yetişmesi

         Mekke, Yesrib, Taif, Huneyn'in Medineleşmesi

54        Lekesiz Hayatı'nın Kırkıncı Yılı'nda Cibril'den "Muhammed,  ey Muhammed. Sen Allah'ın Rasûlü'sün" Çağrısı'nı duydu. Allah, Âdem'in Yeryüzü'ne İnişi'nin ardından Risâlet Kurumu'nu wazederken buyurduğu "Kime benden bir Huden gelirse ve o ona ittiba ederse, O'nun için Hüzünlenme yoktur, Korku yoktur" Ayeti'ni Muhammed a.ın Eli ile hem O'nun Çağı hem de O'ndan sonraki Çağlar için bir kez daha wahyetti.[58]

55        Muhammed a.a gelen Kitap " Bizi Sırat el-Müstakim'e hidayet et"[59] Duası ile başlar ve II. Sure'de " Bu Kitap -ki kendisinde hiçbir Kuşku yoktur- ittika edenler için bir Huden'dir" [60]Açıklaması ile dewam eder. Kitap Bütün Ayetleri boyunca işte bu Klavuzluğu yerine getirir. Olunmasını istediği İnsan Tipi'ni Rasûl Muhammed'in Şahsı'nda oldurtur ve O'nda İnsanlar için bir Uswe[61] olduğunu" açıkladıktan sonra Wahy'e Kulak vermeleri, O'na İttiba'ya dawet eder. Olunmasını istediği İnsan Tipi'ni O'nun Eli'yle oldurtur. Böylece Dini İkmal ettirerek son Elçisi'ni İnsanlar arasından katına kaldırır.[62]

 56        Rasûl Muhammed a.ın Tenwir Hareketi'nde ed-Din Kelimesi Hareket'in Merhaleleri'ne göre Ayetler'de Açılım gösterir. Rasûl ve Etbaı şu Otorite/ Dinler'den sırası ile geçerler...

            'Sizin Dininiz size, benim Dinim bana..." [63]

57        Artık Muwahhidler için Nedwe Uğrağı'nda Qureyş Kodamanları'nın Önerileri ile şekillenen Toplumsal Yasalar bir Anlam İfade etmeyecektir. Ataları'nın Kültürü'nden gelen Örfi Yaptırımlar, Toplum katında qabul görse de, Nedwe Şeyhleri'nce onansa da Erkam'ın Evi'nden Vize almadıkca Mü'minler için bir Bağlayıcılık taşımayacaktır. İlgili Ayet'teki " Benim Otoritem beni bağlar" İfadesi varolan yaşanır bir Realite'nin dışa vurumu'dur. Legal Otorite'nin Çözümleri ise ancak kendi Etbaı için Konuşma Selahiyeti'ndedir.

58        "Din'de Zorlama yoktur. er-Rüşd; el-Gay'den kesinlikle ayrılmıştır. Kim Tağut'u tekfir edip Allah'a inanırsa, O kopmak bilmez bir Kulp'a tutunmuştur.."[64]

59        Mekke'de benim Dinim denilen Otorite, Yesrib Medinesi'nde Bütün Toplum Katmanları'nı kuşatınca, Tağut'u Weli edinenleri bir Bardak su'da boğmamış, istediği Otorite'ye Bağlı olmakta onları Özgür bırakarak, Mekke'de kendilerine tanınmayan Hürriyet'i, kendilerine tanıyarak kendisine yakışır Tavrı sergilemiştir. Baskı'ya Gerek  yoktur. Çünkü Haqq, Batıl'la karıştırılamayacak denli açık bir şekilde İnsanlar'a ulaştırılabilmektedir. Artık Sınav Dünyası'nı, Sınav'ın Alanı dışına çıkarmaya Mü'minler'in Haqqı yoktur.

60        İç Siyasa'da "Din" ile bunlar anlaşılırken, Haq ile Batıl'ın Ayrımı'nın yapılamadığı, bunun için Fırsatlar'ın tanınmadığı başka Nedwe Beyleri'nin Sultası'ndaki Alanlar için bir başka Din Ayeti vardır:

            'Din yalnız Allah'ın oluncaya kadar Kafirler'le savaşın."[65]

61        Ebu Leheb'lerin Elleri'nin uzandığı Topraklar'da İnsanlar'ın İnanç Özgürlüğü Baskı altında'dır. Rasûl a.ın Yönetimi için bu yerlerden İnsanlar'ın Elleri'ni çektirme, "Yedullah'ı Hakim kılma" Savaşı'nı verme Prensibi getirildi Meliku'l-Haqq tarafından. Nedve Ülkeleri'ndeki Erkam'ın Evleri desteklendi. Nûr Inqılabı'nı gerçekleştirmek isteyenlere arka çıkıldı. Dönüşüm Ayeti'ndeki [66] İfadesi'ni bulduğu üzere Nûr Inqılabı'nı parçalamak isteyen Tağut'un Welileri de boş durmadılar. Onlara içinde legal Mescid'i Nebi'ye karşı Zulumât Karşı- Devrimi'ni gerçekleştirici Mescid-i Dırar'ları İnşa etmek düşecekti. Rasûl'ün Ölümü sonrasında çok geçmeden bu Mescidlerin amaçlarına nasıl ulaştığını bilmekteyiz.

62        Mekke'nin bireysel katılımlarını  Yesrib Medine'sinde toplumsal katılımlar izledi. İnsanlar oluk oluk, Kur'an'ın değişiyle efvacen[67]  Dinullah'a akın ettiler. Artık Rasul'e düşen hamd ile, istiğfar ile Rabb'ini tesbih etmekti.

63        Qur'an bu toplumsal katılımlar konusunda hareketin kurmaylarını uyardı. "Dilleriyle inandık diyenlerin çoğunun kalbine imanın henüz girmemiş olduğunu"  belki "teslim olduk" demenin onlar için daha yakışık alacağına dikkat çekti.[68] Buradaki teslim olunan merciden kasıt Allah değil, islami yönetimdir. Teslimiyet Allah için kullanıldığında, İbrahim'in "alemlerin Rabbine teslim oluşu"[69] gibi iman etmekten daha üst bir makamı temsil eder. Zımmi kalma yerine teslim olmayı seçen, iman henüz kalblerine oturmamış, dinin gayesini, Rasul'ün verdiği kavganın gerçek nedenini tam anlamıyla fıkhedememiş insanların dillerindeki şehadeti islami yönetim, dışlamayı tercih etmedi. Belki onların kabullerini evetlerken gerçek durumlarına vakıf olarak onları iç eğitimle yetiştirmeyi denedi. Hatta yönetim, muvahhidlerin rızıklarından ayırdıkları bir pay ile oluşturulan Beyt el-Mal'den onlar için belli bir pay da ayırdı.[70]

            'Bugün dininizi ikmal ettim ve size din olarak islamı seçtim...."[71]

            "..Allah katında din islamdır..."[72]

 

64        Böylece Rasul a. dinin teori ve pratiğini, önce "karşı-devrimci", sonra "devrimci sünnetini" icra ederek, gelecek kuşaklara, fakihi ile ümmisi ile devlet yönetiminden aile yönetimine, onun tüm fertlerine kadar ümmeti için bir usve olarak hayatını tamamladı. O, "bütün insanların bir çoban olduğunu" söylemiştir. Herkesin sorumlu olduğu bir alan vardı ve herken o alandan sorumlu idi. Sorumlu insanlar bir araya geldiklerinde daha yüklü sorumlulukları omuzluyorlardı.[73] Çünkü onlar Yedullah'ın (Allah'ın Yönetimi) topluluk üzerinde olduğuna, olması gerektiğine inanıyorlardı. Allah toplumu salt bireyler olarak karşısına almıyor, onların tümünü kuşatan emirler de vazediyordu. Bu ise insanlar için bunyanen mersus[74] olmayı zorunlu kılmakta idi. Her salatın kıyamında[75] söyledikleri gibi kulluğu "E'budu" şeklinde değil, "Ne'budu" şeklinde[76] yerine getiriyorlardı.[77]

 65        Rasul bis'etten sonra hem aldığı vahiyler ile hem de bunların esprisi içinde kendi içtihadlarıyla toplumuna önderlik etti. Elimizdeki Kitap O'nun sağlığında yazı ile koruma altına alındı. Erkam'ın evinde hareket'in Ebu Bekr'leri, Ammarlar'ı, Mus'ablar'ı yetiştirildi. Umerler'i nasıl kazanılır, tartışıldı. Habeş'in hükümdarı, Süperlerin savaşları müzakere edildi.[78] Bilal'lere efendilerinin yaptığı zulümler kınandı. Hareketin bu zayıf insanları, Ebu Bekr'lerce ekonomik hürriyetlerine kavuşturuldu. Ya kadınlar, annelerimiz...[79]

66        Fıkheden insanlar genci ile kadını ile, zencisi ile, yoksulu ile O'nun etrafında halkalandı. Bireysel değişimlerini gerçekleştiren insanlar, nefslerinin emmareliğine[80] levmederek kişisel doyuma/ mutmain nefse ulaşan insanlar,[81] diğer insanlardan ayrı bir hizbin, ümmetin ifadesi oldular. Allah toplumu teker teker ve bütün halinde çeşitli olaylarla denedi. Musibetler isabet ettiğinde fıkhederek, kendisinin ve toplumlarının leh ve aleyhine olanları[82] nasıl belirleyecekler, muhlis olanlar üzerinde şeytan sultasını, çengelini nasıl tutturamayacak onlara ispatlattı.

 

            Kurmaylaşma:

67        "Hareket içinde, işlek bir zeka, engin bir basiret, net bir fiziki yapı, ifrat ve tefritten uzak mutedil bir görüş sahibi, içtihad etmeyi ve olguları değerlendirmeyi başaracak beceri sahipleri, mücadele azmi ve olumsuzluklardan etkilenmeme gibi üstün meziyetli kurmaylar"[83] kendilerini kısa sürede belirgin hale getirdiler. Rasul vahyin dışındaki alanlarda bu seçkin insanları ictihada teşvik etti. Muaz'ı  Yemen'e gönderirken O'nun kendisini hoşnud eden cevabı konu lie ilgilenenlerce bilinmektedir.[84]

 68        Rasuller de imtihan alanı içindedirler, Allah onların her yaptığını vahy ile yaptırmamış, iradelerini ellerinden alarak robotlar  haline getirmemiştir. Abdülcelil İsa'nın da dediği gibi "Peygamberler çoğu zaman geçim ve mücadelelerinde ictihad ve akıl yürütmeye daha çok muhtaç idiler. Çünkü peygamberler ve ıslahatcılar kuvvetli akla, üstün zekaya, iyi değerlendirmeye en çok muhtaç olan insanlardır. Zira karşılaştıkları hayat; sorunları ve zorlukları yenmek, sürati intikal ister. Çabuk karar vermede insanın yetenekli. aklının sağlıklı olması yeterli değildir. Çöllerde, dağ başlarında ve vadilerde yaşayan nice akıllı ve yetenekli insanlar vardır ki, akıl tembelliği ve sorunları çözmede tecrübesizlikleri onların işini bitirmiştir.[85] Akli tecrübe diğerlerinden çok Rasuller için gereklidir. Allah'ın risalet için seçmiş olduğu kimseler arasında zamanın pişirmediği, hadiselerin yontmadığı birisini bulamayız. Böylesi sağlam bünyeli, yüksek asaletli ve zorluklara sabrı, tehlikelere göğüs germeyi nefislerinde toplamışlardı."

            "O Hevasından konuşmaz."[86]

69        Bu Rasul a.ın Allah'ın vahyini tahripten uzak olduğunu, vahy almadığı alanlarda heva ile değil, vahyin esprisine yakın bir çözümü içtihadı ile belirlediğine işarettir. Bu arayışta yanılması mümkündür, ama bu yanılgının düzeltilmemiş olması mümkün değildir. Bu usve olacak bir Elçi için  masumiyet ilkesine terstir.

 70        Mahkeme ettiği insanlar için yalan söylememelerini isteyen Rasul, kendisinin de bir insan olduğuna, şehadetlerin kendisini yanıltıcı bir faktör olabileceğine dikkat çekiyordu.

71        Siretin Mekke dönemini ya da Kur'an'ın son cüzünde Abese suresini nuzul nedeni ile birlikte okumuş olanlar sureye de adını veren Abese olayını bilirler. İslami hareketin belki yeni Ömerler kazanabileceği bir tebliğ saatinde, boş vakitlerde, Erkam'ın evindeki muhabbet gecelerinde, Kur'an okuma gecelerinde kendisi ile bolca konuşma imkanı bulabilecek bir Ümmi Mektum'un Rasül.e sorduğu soruyu Peygamber zamanlama açısından yanlış bulmuş, soruya cevap vermeyerek başka bir uğraşısı olduğunu anlamasını istemişti. Ama tezekki öğrencisi sualini bir kaç kez yineleyince, Rasul, yüzünün ekşimesi, mimikleri ile O'nu, başka zaman sorması gerektiğine ikna etmek  istedi.

72        Rasul'ün burada yaptığı, hareketin daha lehine olacak bir tavrı yakalama ictihadıdır. Ama vahy dilinde bu, yergi konusu oldu ve Rasul itap edilerek risaletin, "Mekki Tenvir"in ilerisi için okuyucularına kötü bir miras bırakması önlendi. Hz.Rasul bu yaşlı A'mayı her gördüğünde " Rabb'imin kendisi için beni itap ettiği kul" diyerek latifede bulunurdu.

73        Düzeltilme tilavet olunmayan bir vahyle, Cibril ile Rasülün ayetler dışı buluşması türünde bir ikazla yapılmadı. Tilavet olunan, mütevatiren, tahrip olmaksızın kıyamete kadar korunacak "ez-Zikr" içine alındı. Böylece Hz. Rasul'ün biyografisindeki düzeltme de, Yunus'un siretindeki düzeltme gibi,[87] Nuh'un, İbrahim'in siretindeki düzeltme gibi kitaplaştırıldı, söylentilerden, töhmetlerden kurtarılmış oldu.

74        "Yanındakileri kov, bizim için ayrı meclisler kur" gibi pazarlıklarla gelen Mekke eşrafının tekliflerine iltifat etmemekle uyarıldı Hz.Rasul. Uyarılmasa belki bu tür ictihadi hataya düşmesi, usve olacağı için sonraki "Mekki İnkılaplar" için bir yanlış miras bırakması mümkün olabilecekti.[88]"

75        Zulumat'ın yerle bir edidiği "Medine Inkılabı" ardında mü'minleri, insanları salat için Mescidi Nebi'ye nasıl çağıralım?" tartışması içinde buluyoruz. İbnu Umer'in nakline göre Hristiyanların çanını, Yahudilerin borusunu teklif edenler olur. Umer'in teklifi ise "insan sesi ile çağrı"dır. Umer'in ictihadı Rasul tarafından da onaylanır ve Bilal Salat'a çağırması için görevlendirilir..."Es- Salatu camiatun."

76        Enfal 67-68 ayetlerini okuyanlar[89] Bedir savaşından sonra esirlere yapılacak muamele hakkındaki Rasul ve öğrencileri arasında geçen tartışmaları hatırlarlar. "Bir Rasul'e yeryüzünde ağır basmadıkca esir almak yaraşmazdı..." Müslüman çocukları okuma yazma konusunda eğiterek azad edilen tutsaklar..

77        Daha Bedir Harbi için yer seçiminde başlamıştır  Önder ile askerler arasındaki meşveret..  Su başına Kureyş'ten önce  varmayı amaçlıyorlardı. Hubab b. Munzir "konaklanan yerin ileri ya da geri gitmeye müsait olmadığını" söylüyordu. Hz.Rasul'e bu kararın "ictihadi mi yoksa vahy mi?" olduğunu sorması ardından, Rasül'ün "kendi taktiği olduğunu" öğrenince "Burası uygun değildir. Orduya emredin de en yakın su başına kadar ilerleyelim. Bizim kuyudan başka bütün kuyuları imha ederiz, sonra da bir havuz yapar su ile doldururuz. Düşmanla savaşırken biz su çekeriz onlar içemezler" dedi. Ve Rasul' ün onayı ile öyle yapıldı.[90]

78        Nisa 59'da ki[91] ihtilaf edilen olayları, "Allah ve Rasulüne döndürme" emrini hatırlayanlar burada, fıkhetme kavşağına gelirler. Ayet herşeyden önce "Ulu'l-Emr" ile etbaının ihtilafını hayatın realitesinden görerek yermemiştir. Sonra ihtilafın askıda bırakılmasını değil çözümünü istemiştir. Çözüm için iki kaynağı göstermiştir. Peki ihtilaf, kaynağın ikincisi olan Hz. Rasul ile, Onun Ulul-Emr'in başı olması yönü ile olusa, ki yukarıda ki olay böyledir, ne olacak?

79        Önce Rasul'ün uygulamasının "bir sünnet (vahy) mi yoksa içtihadi yani Ulu'l-Emr yönü mü" olduğu ayrılacaktır. İkinci yönü ise O'nun görüşleri de diğer içtihadlar gibi tarışmaya açık olacaktır. [92]

 80        Hendek savaşında, Medine Kenti'nin nasıl savunulacağı sorunu vardır. Selman "Biz İran'da iken muhasaraya uğradığımız zaman şehrin etrafında hendek kazardık" demesi üzerine Rasul a. bunu uygun bularak hendeği kazdırtır, bizzat kendisi de bu kazı olayında çalışır. [93]

81        Enes'in anlattığına göre, Rasulullah Rumlara mektup yazmak isteyince, "Rumlar mühürsüz mektubu okumazlar" denildi.  Bunun üzerine gümüşten bir mühür yapıldı. Enes anlatırken "parlaklığının hala gözleri önünde olduğunu" söyler. Üzerine "Muhammed Allah'ın Elçisi" ibaresi kazılır. Rasul fakihlerin bu içtihadını kabul eder.

82        Rasul'ün öğrencileri arasında ictihadi ayrılıklar, olayın Rasul'e döndürülmesi ile ilgili olarak da hayli çok sayıda örnekler vardır.[94]

83        Rasulullah buyurur: " Hiç kimse salatını Kurayza oğulları toprağı dışında kılmasın." Buyruk bu kadardır. Askerlerin bir kısmı oraya varmadan namazın vakti girer. Bir kısmı salatı Rasul'ün emri gereği kılmazken  bir kısmı "Rasul'ün kastı bu değildir" diyerek salatlarını ikame ederler. İbn Ömer, olayın Rasul'e aktarıldığında, Rasul a.ın "hiçbirini yanlış bulmadığını" anlatır.

84        Bu ve benzeri örneklerdeki ihtilaf, İslam tarihi boyunca iki ayrı eğilim halinde devam ettirilmiştir. Sünni dünyanın "Ehli Hadis-Ehli Rey" ayrımı, Şii dünyadaki "Ahbariler ile Usuliler" arasındaki ihtilafın en önemli nedeni bu nassları anlayıştaki ayrılıktır. Fakih için bir tarafın yanılmış olduğunu anlamak güç olmasa gerek. Ama yanılgılarındaki neden emrin lafzına itaattan kaynaklanmaktadır. Sonra Rasul'ün iki uygulamaya da ses çıkarmamasını, ihtilafları (insanların fıtratlarından kaynaklanan ihtilafları) yok saymak, ümmet için yalnız bir tek çözümü kanun haline getirmek isteyen zorbaların nazarına sunulur. Ama her ihtilafta durum böyle midir? Bazen  nassın lafzına sadakat adına yapılan cürmler affedilmez boyuflara ulaşabiliyor.

85        Başı yarılan bir mücahid "cünüblükten dolayı yıkanmayıp yerine teyemmüm etmesi" konusunda fetva istemişti. Gözle görülen bu derin yaraya rağmen adama yıkanması için fetva vermediler. Yıkandı ve öldü. Olay Rasul'e intikal ettiğinde hiddetlendi "Allah da onları kahretsin. Adamı öldürmüşler. İlmin anahtarı sormadır, bilmiyorlarsa bilenlere sorsalardı "' demiştir.

86        Cevap veren adamı düşünün. O, ilimle, Qur'anla, hadisle cevap verdiğini sanıyordu. O'nun nazarında ilim nakilden ibarettir çünkü, üzerinde konuşmak, kastını, illetini anlamaya çalışmak, zahire muhalet etmek, reyle, istihsanla fetva vermek, heva ile amel etmektir! Oysa onların bu tutumu Rasul'ün dilinden cevabını almış, bir önceki örnekte olduğu gibi hoşgörü ile karşılanmamıştır.

87        Nassların zahirinde takılanların yanılgısı bu olunca, imamların kavillerinin zahirinde takılanların cevapları ne olur acaba? Arapca bilgilerini, köhnemiş medrese eğitimlerini cehaletlerinin önüne bir perde gibi serip fakihlerin önünü tıkayanlar, Rasul ile ahirette karşılaştıklarında, Allah ile başbaşa kaldıklarında alacakları cevabın bundan çok farklı olduğunu mu sanırlar?

88        Ya hareket içinde yetkinleşmeyen insanlar için, Qur'an'a dönüşü sanki onun zahirini okumak, ayetlerin, arkaplanını, Rasul'ün fakih yönünü tanımamak yeterli imişcesine delil ile amele çağıranların bu kıssadan alacakları ders yok mudur? Zahirle amele rağmen, bu sığ ictihadlara rağmen "Aman efendim ictihada bile ne luzum var ortada nass varken?" yanılmış olmayacak mıdır? Taklidin çirkin çağ-rışımlarını ön plana çıkarıp ihtisasa saygıyı, bilmediğini yetkin kişilerden sormayı çok görenlere ithaf olunur.

89        Bir seferde bulunan iki sahabe salatın vakti girince su bulamazlar, teyemmümle salatlarını eda ederler. Sonra vakit çıkmadan su bulurlar. Birisi abdest alarak namazı yeniden kılar, diğeri ise bana gerek olmadığını düşünür. Rasül ilk uygulamayı kendi sünnetine uygun bulur, ikincisi içinse "iki kez ecir alacağını "söyler ve her iki uygulamayı da meşru görmüş olur.

 90        Amr b. As bir seferde cünüblükten teyemmüm ederek namaz kıldırır. Cemaat durumu Rasul'e arzeder. Amr'ın savuması: "Allah'ın kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın, buyurduğunu işittim" olur. Rasul de tebessüm eder.

91        Fakihlerin gerek ibadi dedikleri gerek muamelat içinde gördükleri hayatın değişik alanları ile ilgili ashab ve Rasul ictihadlarına sahibiz. Ashabın bütün bu değişik ictihad şekillerine rağmen fıtri ve ilk fıkhi çabalara sahne olan bu asır, yine de Subhi es Salih'in dediği gibi "bir vahiy asrı"dır. "Çünkü Allah Rasulü'nün bu içtihadlar karşısında iki tavrı oluyordu: Ya Allah'ın hükümlerine uygun düştüğü için tasvip ediyor ya da düzeltiyordu. Bu durumda Allah Rasulü'nün sözüne dönmekle ashab, aynı zamanda vahye de dönmüş oluyorlardı."

92        Hz. Rasul'e halk çeşitli olaylar hakkında sorular soruyorlardı. O da onlara cevaplar veriyordu. Huzuruna bir dava getirildiğinde O'nu hallediyordu, bütün bu olayların herbirinin görgü tanığı az ya da çok oluyor, kiminin şahid olduğuna bir diğeri şahid olamıyordu. Bu nedenle onun uygulamaları sonraki dönemlerde mü'minlerin ihtilaf nedenlerinden biri olacaktır.

93        Hz. Rasul abdest alır, sahabe O'nun abdest aldığını görür, bu sebebtir demekten gördükleri ile amel ederlerdi, diğer ibadetler için de buna benzer örnekler verilebilir, abdestin farzının dört olduğunu hiçbiri bilmezdi belki de, çünkü bunlar tartışma alanına girmemişti henüz. Aslolan sünneti ile farzı ile Rasul'ün yaptığını aynen yapmaktı, bu nedenle "ayakları ellerden önce yıkayınca, tertip bozuldu mu acaba?" gibisinden endişeleri onlar arasında görmüyoruz. Bunlara fıkfın matematiğe döküldüğü sonraki asılarda rastlayacağız. Kimi haklı ve yerinde olan nedenlerle, kimi de bizce pek anlan verilemeyen gerek-celerle...

 

Fakihlerin Velayeti'nde Tenvir

94        Fıkhın bir otoride ile ilişkisi  hareketin başlangıcından beri vardır. Önce, hareketi daha iyi bir noktaya götürecek kişilerin seçiminde başlar bu sorun. Bu seçim Allah'a olan itaatin yanında seçilmiş olan öndere itaati de doğurur. Önder, iş konusunda muttebileri ile meşveret etme durumundadırlar. Bu nedenle ilimde rasih önderin rehberliği, hareket ile başlar, Medine Yönetimi'ne dek uzanır.

95        Fakihler toplumsal ilişkilerinde konumlarını belirlemişlerdir.[95] Alıcısı olduğu konularla vericisi olduğu konuların ayrımını yapmıştır. Fıkheden kalbi onu "Ya eyyühellezine amenu" hitabına mazhar bir daire içerisine çekmiş, bu andan itibaren yüklendiği sorumluluklarını bireysel ve toplumsal hayatında yerine getirmekle ödevli bilmiştir kendini... Bu ödevin bir uzantısı da kitlelerin fıkhetme-fehmetmelerine yardımcı olma, klavuzluk etmedir.

96        "Fakih olma Peygambere benzeme eylemidir diyor." bir bilge. "Tek farkla ki ona vahy gelmez."  Elinde sımsıkı tuttuğu bir Kitap vardır. O kitabı okur, Rasul'ün kürsüsünden halka onu tebliğ eder, tebyin eder. Kitab'la çözümlediği sorunlar içtihadi ise onları mutlaklaştırıp şablona dökmez. Kendi görüşleri ile Kitab'ın doğruları arasındaki farkı ortaya koyar. Aynı endişeleri paylaşan insanlara karşı yüreği açıktır.[96]

97        Hira'yı yaşayan insanlarla Hira'dan birlikte çıkmak ister, halkına kendini değil, Kitab'ı götürür. Toplumun taşkınlıklarını bertaraf ederek, onların yerine tuğyan kürsüsüne kurulmayı düşünme-mektedir. Bütün işlerinde meşvereti ilke edinir. İnsanlara karşı, mü'minlere karşı sorumluluğun bilincindedir. Topluma, geçmiş ve geleceği ile tarihe karşı sorumludur. Kendisini tarihsel süreçte sağlam bir temel üzerine oturtur. Qur'an'ı kirleten mirası, Qur'an üzerinden ayıklamayı, Qur'an'ı salt kendi anlayışından ibaret görme yanılgısından uzaklaşmayı, el veren, gönül verenlerle birlikte başarmak ister.

 

            Tenvir Vasatı

98        Fakih konumunu saptadıktan sonra merhaleler konusunda Allah'ın sosyal yasasından (sünnetullah) çıkarımlarda bulunur. Mekki-Medeni ayrımı zamansal/ düşey bir ayrımdır. "Darul-Harb" ve "Darul-İslam" tasnifi ise mekansal bir ayrım...

99        Mekki toplum, Mekke'de inen ayetlerin sınırladığı bir Qur'an'ın yürürlükte olduğu toplum anlamına gelmez. Her Rasul'ün, her tecdid hareketinin, her bis'etin başlangıcında zamansal tasnif  bakımından bir "Mekkilik" vardır. Ve bu Mekkilik, toplumlara, çağlara göre değişkenlik arzeder. Kur'an'ın bütününe muhatap olduğunun bilincinde olan tenvir  yönlendiricileri kendi dışlarındaki arızalar nedeniyle kimi ayetlerle toplumlarının mükellef olmadığını, Allah'ın vus'atın üs-tünde kuluna bir şey yüklemediğini merhaleye uygun olarak açıklarlar. Bu, fıkıhcıların, "sıhhat şartları/ semavi arızalar" başlığında incelediği konulardır.

100      Evet, Tevhidin Mekki tebliği demek, tevhidi tenvir için yalnız Mekki ayetleri varsaymak demek değildir. Bu bir tedrici eğitimdir, her Rasul'ün Mekke'si diğerinden ayrılık arzeder. Küfrün mahkum etmediği bütün ayetler, bütün yönleri ile yürürlüktedir.

 101       Arzın herhangi bir yerinde Medine'sine ulaşan bir "Tenvir Hareketi", Rasul'ün Medine'si boyutunda olmasa da, kendi kültürel tec-didini Qur'an'la sağlamasını yapamasa da, kendi dışındaki Mekki hareketler için yeni bir konum belirlemeyi zorunlu hale getirir. Bu, hareketin "mekansal konum" belirleme zorunluluğudur. "Darus-Sulh" 'de Cahiliyye'den Nur'a geçiş çalışmaları, "Medinesi olan bir Mekke"  bilinci içinde gerçekleştirilir.

102      Fakihin velayetinde fıkıh toplumunu oluşturmuştur. Fakih, islam ulusunun tarihsel yazgısını, düşünce okullarını tanıma durumundadır. Hira'sında gerçeğe meftun olan fakihler için rasullerin kıssaları bir ivme verir. Allah'ın uluhiyet ve rububiyetinin kendisini çektiği ubudiyet dairesi dışına taşmamakla gerçekleşeceğini anlamıştır, böylece tenvir kıyamı başlar. Önce kendisinin leh ve aleyhinin bilgisi ile donanır, sonra toplumun leh ve aleyhine olanları saptar.

103      Fakih, Tevhidi topluma götüren kişilerin "Peygamberlerin sorguya çekildikleri şeylerden sorguya çekileceklerinin" bilincindedir. Bu nedenle onun okuması, araştırması, tecessüsü kişisel tatmini için değildir. Allah'ın içinde yaktığı ateşi, ışığı levmedenlerin levminden çekinerek söndürüp karanlıkta yürümez. Rasulsüz dönemin fakihlerinin çalışmaları, çözümleri icmalen bilgisi altındadır.

104      Toplumsal değişim için çalışmanın,  bireysel değişimin rükünlerinden olduğunu bilir. Aydın için fıkıh, kendi bireysel değişimi ile başlar, öncekilerin sünneti, başka coğrafya aydınlarının tecrübeleri hep masasının üzerinde olmakla beraber [97] kendi toplumunun leh ve aleyhinde olanların tesbitini hareket/ davet/ tenvir fıkhını toplumu ile başlatmıştır. Geçmiş ekoller, çağdaş hareket ekolleri ile çalışmasının barışık ve çelişik yönlerini saptar. Her Rasul'ün Mekke'sinin, her Muceddid'in çevresinin değişebilen yanları ile insan olmasından kaynaklanan değişmez kesin yanlarını bilir. Önceki örnek çözümlerde tercih yapması da bir nevi ictihad olduğu için, yeni konularda hareketin  geleceğe özgün örnekler bırakıcı ictihadlarının olabileceğini, bu bakımdan geçmiş mirasdan yararlanma zorunluluğunu, onu tarihsel hizbiliğe götürme zorunluluğunu da tazammun etmediğini bilir.

105      Hira'yı yaşayan, önce herşeyi sıfırdan başlatan, tekerleği yeniden keşfeden değildir. Geçmişin zamana bağlı, örfe bağlı sorunlarını çözme de yöntem ve çözümlerini etüt etme gereği duyar.

106      Toplumsal değişimin fakihleri, yalnız bir sanatcı, filozof, akademisyen değildirler. Halk içinde, muvahhid bağlılarının ve zaafa uğrayan mazlumların yazgısına ortak, onların sorunlarına vakıf, Rabb' ine karşı içinde bir sorumluluk duyan, mahşerin yakıcı sıcağını, sorgulamanın dehşet verici ürpertisini içinde yaşayan insandır.

107      Fıkhın insanlar açısından konum saptaması da yapılma durumundadır. Konum tesbiti tebliğle birlikte gündeme gelir. Muhatabın "evet ya da hayır'ına  göre..." Toplum önce "Ey insanlar" hitabı ile karşı karşıya getirilir. Hükümlerin vaz' sıralaması ise bu merhaleleri saptama da fakihlerin görevidir. Hira'yı yaşayan insan, konumunu, toplumunun konumunu saptamış insan demektir. Bireysel ve toplumsal değişimin yasaları konusunda Qur'an'ın açık ibareleri ona ihtiyaca mahal bırakmayacak denli bir "tenvir/nida fıkhı" kazandırmıştır, ona düşen dekorasyonun tedvini, iç düzenlemenin yapılmasıdır.

108      Yozlaşmış bir kültür içinde başlayan tenvirde, Hira'sını yaşa-yan aydın, bu mükteseb fıkhi kültür içinde harekete başlama durumundadır, onu ayıklamak zorundadır. Tecdid tamamlandığında harekette kendi fıkhını doğurmuş olacaktır. Bu nedenle fıkıh-toplum-velayet arasında sıkı korelasyonlar vardır.

109      Fakih insanlara Allah'ın dinini tanıtır, atalarının diniyle, mezhebiyle çatışsa bile, hakkı batıla karıştırarak sunmaktan, Allah'ın bakışlarını üzerinde hissettiği için utanç duyar. Onun için önemli olan insanlarca aklanma değildir. Allah'a vasıl olduğunda, ona toplumunu sorduğunda hesabını verebileceği ameli yapmış olmanın mutluluğunu, Rabbi'nin " Buyur gir ülkeme, gir cennetime" davetini işitmenin çıldırtıcı mutluluğunu, hazzını tatmak ister.

 110       Kendisine ulaşan sahih senetli, Qur'an'a paralel Rasul'ün sözlerini baş tacı bilir. Bütün insanların ve kendi sözlerinin üzerinde bilir. O'nun sözleri, eylemleri, sırattaki işlaret levhalarıdır. Sünneti diriltmek, bid'atları iptal etmek yanlısıdır. En büyük sünnetin Allah'ın Qur'an'ı açıklamada gösterdiği sünnet olduğunu bilir.

111       Rasul'ün emanetini, tarihin kestiği yerden alıp üstlenir. Ali ile biten bir dönemin, bir sünnetin diriltilmesi yanlısıdır. Budur onun konumunu belirleyen.

112       Ya da "Ali ile biten bir dönem"in öncesini andırır konumu, artık Ali gibi, Ammar gibi kanının son damlasına kadar o emanetin korunması yolunda sünneti izler.

113       Topraklar emanetten soyunmuşsa, gasıplar ülkeyi talanda iseler, yalnız Allah'ı bir tanır, halkına yaslanır. Hüseyn gibi kanının son damlasına kadar o toplum sünnetinin diriltilmesine, taşkınlığın, kolonyalizmin ellerinin kırılmasına çalışır. Merkezi tuğyanın hareketi bölücü tekliflerini Ebu Hanife firaseti ile kavrar, içinde olmasa da Zeyd'e dua ve parasal yardımlarını ulaştırmaktan uzak kalmaz. Halkının taşkınların yanında olduğunu görürse, acıyı yüreğinde, yüreğinin ta derinliklerinde duyar, O'nu veli edinenlere karşı bir Mus'ab kesilir, Yesrib toprağında gibi, bir Cafer kesilir Habeş toprağında gibi, Gıfar'ın içine dalar Ebu Zerr gibi.[98] Ardına bir ordu katar da döner Devs'in delikanlısı Tuleyb gibi.

114       Hummalı bir çalışma içindedir. Küfrün darında Erkam'ın evlerini inşa eder. Harbin darında değilse eğer, tevhidle tanışmaya muhtaç halkına karşı daha mülayimdir, toplumda "emin olarak kalma" sıfatlarını parçalayıcı hareketlere tevessül etmez.

115       Fakih toplumda salt Allah'ın sözlerinin ekber olmasının kavgasını veren insandır. Kavgasının yegane sebebi, Allah'ın sözlerine karşı yükseltilen sözleri zelil kılmadır. Toplumunu, çağını, coğrafyasını iyi etüt etmiştir. Kaldırdığı her münkerin yerine Ma'rufu koymakla ödevlidir. Maruf ya Allah'ın sözleridir ya da Allah'ın sözlerine istinad ettirilen fakihlerin sözleri...

116       Bilir ki fakih, Mekke tebliğinin önderini Allah seçmiştir. Ama Mekki toplumlarda, toplumsal dönüşümü başlatan hiç bir aydın liderlik konusunda Rasul a. gibi değildir. Aynı kavgayı veren değişik coğrafya aydınları ile biraraya gelme, Kur'an'a dönüşü onlarla birlikte gerçekleştirme, beşerin onun üzerindeki tahakkümünü birlikte kaldırma durumundadır.

117       Mevdudi '(ö.1979)nin altını çizdiği tecdid/ teceddüd ayrımının farkındadır. İçtihadı bir sululuk olarak anlayan, Mustafa Sıbai'nin (1915-1964)  " Güneşi, ayı, ağacı reforme etmek isteyenler" esprisinde ifadesini bulan şaşkınlığın farkındadır.

118       Aydın her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunu bilir,[99] ümmetin önüne yeni ufuklar açar. Böylece içtihad ile islam her çağda, çağların ilerisine sıçrar.

119       Bis'et, Hirayı yaşayan insanla başlar, bu bakımdan başında fakihin bulunmadığı bir islami hareket Kelim Sıddıki'nin dikkat çektiği gibi mümkün değildir. Hareket kendi tabii gelişimi içinde sonraki nesilleri yönlendirir.

 120      Tenvir bir yıkım ameliyesi değil, bir yapım ameliyesidir. İlgi sahasına akil olan kitlenin bütün fertleri girmektedir. Her ferdin biyeysel değişiminde ona yardımcı olmayı, tenvirini görev bilir, onun elinden tutar, yolda ona eziyet veren şeyleri kaldırır.

121       Tenvir bütün bir kitleyi ilgi sahası içine aldığı için siz, onu ne bir akademi çalışmasına benzetebilirsiniz ki yalnızca belirli puanları alamayan kişileri dışlayabilesiniz, ne bir anonim şirket sözleşmesidir ki limit meblağa malik olmayanlara kapıyı kapayabilesiniz, ne bir sanat galerisidir ki estestik zevki olmayanlara vize vermeyesiniz, ne bir futbol takımıdır ki yaşlıları sahadan uzaklaştırasınız. Onun toplumun her kesimi için proğramı vardır, tenvir realiteye sır çevirmez.

 

Musablar ve Muazlar

'Allah'a İman Edin' Nida'sının Münadileri

122      Fakihlerin velayetinde tenvirin Mus'abları, Muazları yetiştirilir. Kitabı özümseyen, Kitab'ın satırlarını caddelere taşıran insanlarını, önceki tenvirlerin Mus'ab ve Muazların[100] misyonuyla yükleyerek yetiştirir. Fakih kitleleri yıllar boyu avutup kendi ayakları ile yürür duruma getiremez çalışmaların vehametini bilmektedir. Kendilerinden sonra ümmete velayet edecek Mus'ab[101] ve Muazları bir iç eğitimle, önceki ıslahatcıların, ınkılabcıların mirasından süzülerek yetiştirilme durumundadır.

123      Fakih ancak gücünün yettiğinden sorumludur. Hareketteki tecrübi ağırlığı Mus'ab ve Muazları yetiştirdikce fakih için dengelenmeye başlar.

124      Fakih, Mus'ab'ın Muaz'a dönüşümünde, onu sahasının yetkini kılma çalışmasında onun üzerinde titrer. Başkalarının görüşlerinden kendini müstağni kılacak hilkat garibelerinin yetişmesine izin vermez. Girift konularda terlemenin şartlığını, susmanın yerine göre kişinin fakihliğini gösterdiğini öğretir. Fakihin sadece haramları helal kılmada değil, helalleri haramlaştırmada da mesul olduğunu, bu nedenle ölçü ve dengeyi ayarlamayı öğrenmesi gerektiği üzerinde ısrarla durur.

 

            Mus'ablar 

125      Mus'ab ve Muaz, Rasul'ün denetimindeki harekette iki ayrı merhalenin fakihleri, müctehidleridir. Mus'ab, şeriatlerin tafsili olarak inmediği bir dönemde insanlar için öğretmenlikte bulundu. Bu nedenle biz onu "detayda uzmanlaşmayan, sadece akıde tebliğcisi durımundaki sonraki tenvir hareketi müntesipleri" için sembol bir isim olarak kullanabiliriz.

126      Fıkıh her insanı kuşatan bir mükellefiyettir. İnsandan önce akıdede fıkhetmesi istenir. Dinullah dairesine giren için, eylemlerinin kendisi için yarar ya da zarar  yönlerini öğrenme sorumluluğu başlar. Mus'ablar Qur'anla Tevhidi Hareket'in mantalitesini kavramlar. Qur'an okumaları onları hareket içince silik bir kimlik olmaktan, aktif, geniş anlamlı ictihadlarıyla ona katkıda bulunan bir düzeye eriştirir.

127      Geçmiş mirasın çıkarımlarını öğretmenleri ile mukayeseli olarak tartışabilir, Rasullerin uygulamalarını müzakere eder. Arkaplanını bilmediği, alt yapısına vakıf olmadığı konuda sığ tartışmalara girmez. Hareket içinde yetiştikce, yetkinleştikce bu anlamlı suskunluğun anlamlı konuşmalara döneceğini anlamıştır.

 128      Mus'ab bir dönüşüm işcisidir, Allah'ın ayetlerini topluma okuyan bir öğretmendir. Kur'an'ın mesajını kavramıştır. Rasullerin verdiği kavganın ne için olduğunu bilmektedir. Tevhidi Toplum'un ileri merhalesinin nasıllığı konusunda icmali bir bilgiye sahiptir. Allah'ın boyasından,[102] ümmetin vahdet etme gereğinden, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin ayrımından, ölümden sonra dirilmenin her nefs için kaçınılmazlığından, büyük yargılamanın o gün olacağından haberdardır. Çalışmasının ne onurlu bir çalışma olduğunu, Mağara delikanlıları gibi, İsa'nın havarileri gibi, Musa'nın  Nakibleri gibi,[103] Yesrib'in ensarı gibi insanlık tarihi kadar eski, doğruların yanlışlara verdiği onurlu savaşımın izleyici olma mutluluğunu duyar. Qur'an okuması ona bu bilgilendirmeyi kazandırmak için yeterli olmuştur. Artık toplumu da bu kitapla tanıştırması, onu sevdirmesi, onunla dirilmeyi öğretmesi gerektiğini idrak eder. Bu ilk aşamadır kendisi için. Arkadaşlarını, kardeşlerini, ebebeynini, akrabasını, tüm ilişki çevresini, iletişim kurabildiği bütün sahayı kuşatan bir faaliyet alanı belirler.

 

            Tenvir İçin İstinbat

129      Bir çevirmenin aracılığı ile tanıdığı Allah'ın vahyine olan tanışıklığını daha bir derine indirme tutkusuna kapılır giderek. Bu nedenle kendisi üzerinde de özel bir yetiştirme, her günde bir öncekini aşma proğramları hazırlar. Allah'ın kitabını vahyin orjinal dilinden tanımaya çalışır, meal okuması onu bu tanışıklığı gerçekleştirmesinin şart olduğu sonucuna götürmüştür.

130      Kur'an'ı anlamada henüz Muaz gibi değildir . Hukuksal ictihad için elindeki ayetlerinin çevirisinin yeterli olmadığını bilmektedir. İngiliz, Fransız, Türk, Peştu dilinin Mus'abları ellerindeki Meal'in Allah'ın vahyini tanıtan bir çeviri olduğunu bilirler. Çeşitli anlamlara gelebilen, yerine göre bütün bu anlamları birlikte taşıyan kelimelerin karşılığı başka dillerde her zaman bulunmaz, dilin yapısından, ifadesinden kaynaklanan sorunlar ancak o dilin mantığı kavranarak çözülebilir. Bir başka dile bir metni olduğu gibi aktarmak her zaman mümkün olmaz. Çevirmen yetersiz kalabilir, hata edebilir, hatta kasıtlı olabilir. Kendi çağının etkisinde kalabilir. 80 sonrası  Türkçe Meal hazırlayanlardan Bulaç'ın dediği gibi "nihayetinde çeviri bir içtihaddır, kelime seçim, karşılık bulma bir ictihaddır;" çeviriye tabiyet ictihada tabiyettir.

 

            Kitab'ın Anlaşılırlığı

131       Mus'ab bütün bunlara rağmen "Meal" ile tevhidin dünya  görüşünü kavramıştır, Allah'ın dini içinde bulmuştur kendisini, O'nun sevdalısı kesilmiştir, O'nun evrene, araştırmaya yönelten apaçık ayetlerini anlamıştır, Allah'ın emirlerini detaylara kadar inmese de genel hatları ile bilmektedir.

132      İbrahim'in Melik'le tartışmasını, Musa'nın toplumunu çölden nasıl geçirdiğini, evren, doğa, insan, toplum hakkındaki kitabın yargılarını mealin insana kazandırmadığını hangi şaşkın iddia edebilir? Hangi şaşkın Arapça bilgisinin arkasına gizlenerek, senelerini verdiği medrese eğitimine rağmen, bir lise delikanlısının Allah'ın vahyini  mealinden tilavet ederek kazandığı firaseti görünce bir cehdle kendini yenileme ihtiyacı duyacağına, "Bırak onu, Allah'ın Kitabını sen anlayamazsın" yollu kitaba giden yolda vizeler oluşturabilir?

133      Mus'ab Qur'an sayesinde kendini ilahi iradeye teslim etmiştir, sorumluluğunu idrak etmiş, o büyük kültürün çağında hizmetcisi olmada yerini belirlemiştir. O lugat farelerinin kendilerini kurtaramadığı bilgilerden mahrum olmasına rağmen, onları çoktan geride bırakmıştır bile.

134      Mevdudi "Bir İngilizce kanun metnini anlamak için bile onun dilini bilmeye  gerek duyulurken, bir virgülün bile yerinin değiştirilmesi için kanunlar çıkartılırken, hukuki anlamdaki ictihad için mealin yeterli olduğu" söylevinde bulunanlara taaccubla bakar, hukuksal ictihad için dil ve diğer şartları düşürmek isteyenlere sorar, "Söyleyin, hangi şartı düşürmek istersiniz? Hiçbirisini düşüremeyeceklerdir."[104]

  

            Amelî Okullarla İlgisi

135      Mus'ab  kendini tarihsel ekollerden birine bağlamada özgürdür, öğreticisine sorduğu suallere aldığı cevaplarla da hareket edebilir, dikey  tercihlerde delil varsa ma'rufa itaatle yükümlüdür, ulul-emre itaati marufla sınırlıdır. Ümmetin birliği, hareketin birliği için dikey tercihlere tabi olma durumu istismar edilmemelidir. Diğer alanlarda delili kavrama durumunda ancak bir başka ictihada tabi olabilir, delilsiz tercih, tercih değil, telfiktir ve Mus'ab için batıldır bu. Bağlı olduğu ekolün zayıf kavillerini, kuvvetli delillerin ışığında ayıklamayı öğrenecektir. Bir kentin medresesinin, bir tarihsel hizbin çözümlemelerinin tutsağı olmaz.

136      Toplumun geleneksel, süzülmemiş ilmihallerine tabi kesimi için sadece üzülür,  bu ictihadi bağlılıkları, atalar dinine tabiyet olarak görme marazına yakalanmaz.  Fıkıhtan kendisi ve organik bünyesinin leh ve aleyhinde olacakları bir iç disiplin içinde öğrenir, toplumun kültürel bağlılığını sürdürdüğü mezhebi ayrılıkları gerektiği kadarı ile öğrenir.

137      Girift ictihadi konuları, çalışma arkadaşları içinde uzmanlar ekibine havale eder, acil olanları ihtihadi kaydı ile cevaplar.

138      Tevhidi hareket bağlılarının herhangi bir fıkhi ekol seçimine engel olmaz, onun için öğreticisi, yaşayan bir alim, çağının ilmihal kitabıdır. O kendisi için gerekli olan fıkhi kültürden yeterince istifade eder. Bilmediği konuları hangi kaynaklardan öğreneceğini bilir ta ki sorulan sorulara cevap verebilir olsun. Tıpkı Rasullere, meleklerin kanatlı olup olmadığını, Zulkarneyn kıssasını, Hızır'ı sordukları gibi.

139      Sorunlardan yola çıkarak, tebliğini onlara cevabı da içerir şekilde zenginleştirerek halka ulaştırır. Malumatı yoksa susma durumunda kalır, bu da ümmiler katında tebliğinin etkisini azaltır, yoksa bilenin yanında bilmediğini itiraf bir meziyettir."Allah ilmi, alimlerin kalbinden sökerek almaz, hafızalardan silip sökerek almaz. Belki alimleri çekip alarak ortadan kaldırır ve nihayet hiçbir alim kalmaz. O zaman insanlar cahilleri başlarına geçirerek onlardan sorarlar, onlar ise ilimsiz fetva verirler, hem sapar hem sapıtırlar."[105]

 140      Evini boyayan adama boyacı denmez, bunun gibi kişinin bir konudaki ictihadı onu müctehid kılmaz. Elbetteki evleri yalnızca boyacılar boyamazlar, ama evini boyadı diye de adamda boyacılık sıfatı kalıcılık kazanmaz. Mus'ab bunu öğrenmiştir.

141       Qur'an'ın kendi dışındaki kaynaklara yaptığı göndermeler dikkatini çeker. Anahatları ile tanıdığı Rasul'ün hayatını daha bir ayrıntılı öğrenme arzusu duyar, Rasul'e ittibayı emreden ayetler, onu Rasul'ün sözlerini tetkike götürür. Zanna uymama buyruğu, Rasul'ün sözlerinin gerçekten O'na aid olduğunu tespitte titiz olması gerektiğini kavratmıştır. O'nun hayatında Rasul'ün Qur'an anlayışı, açıklayışı, çıkarımları kendisi için düzeltici bir faktör olacaktır.

142      Artık kendisine yol gösteren, kendisini yetiştiren öğretmenleri ile Allah'ın çizgilerini tespitte tartışabilir, tartışmalarda görürüz onu. Yerleşik tevhidi toplumun Muaz'ı olmaya hazırdır.

            "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve sinden olan Ulul-Emr'e..."[106]

143      Şimdiye kadar ayetin bu yanına olan sadakati, şimdiden sonra hareket içinde piştikce sonraki bölümlere, o bölümlerin gereğini yerine getirmeye itmiştir onu.

            " Eğer bir konuda çekişirseniz, onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün. Bu daha güzel bir sonuçtur."

144      Bu ister yaşayan öğretmenleri olsun, ister toplumu besleyen tarihsel ekollerin önderleri olsun değişmez. O ihtisasa saygılıdır, eğer bu ihtisas hareket içinde ise. Akademisyenlerin çözümleri[107] ancak fakihlerin onayından geçerse, Mus'ab'ın cehdi ile kesişirse bir değer taşıyabilir. İhtisaslara olan saygısı, mütehassısların yanılgılarını gördüğünde, onu Qur'an ve ilk göndermesi olan kesin Rasul sözleri ışığında eleştiren, alternatif çözümler önermesinden alıkoymaz.

145      Mus'ab artık fıkhın "ayn" olan yönleri dışında, "kifaye" olan yönlerine kaydırmaya başlamıştır çalışmalarını, belki fıkhetmelerine vesile olduğu onlarca insanı Mus'ablaştırmış bir halde, onlara yerlerini terkederek, fakihlerin, kurmayların sofrasındadır.

 

Muaz'lar

İçtihadın Asli Şartı

146      Fakih, fıtraten hukuksal anlamda ictihada kabiliyetli gençlerin ümmete bu yönleri ile de kazandırılmalarına yardımcı olur. Muaz, ince idrak, zihni berraklık, basiret, kalp gözü işlerliği, zihin keskiniği ile temayüz etmiştir. Adil, salih, dürüst bir kişiliği vardır. Sıdk ve Adl sıfatlarına malik olmayan  Nedve Evi'nden ücretlilerin velayetinden, basiret sahibi muvahhidler uzak dururlar.

147      Onlar, bid'at sahipleri, tefekkür kudretleri ne denli yüksek olsa da, Arapça da ne kadar üstad olsalar da fıkhetmeden acizdirler. Muaz herşeyden önce ictihadın asli şartlarını haiz insandır. Hükümlerin amaçlarına nufuz ettiği için vahyin sukut ettiği alanlarda, tevhidin esprisini anlamış bu insanların topluma klavuzluk etme hakları vardır. O, tevhidi maslahatların hakiki maslahatlar olduğunun, haddi zatında İbn Kayyım'ın dediği gibi "şeriatın bütünüyle maslahattan ibaret olduğunun" farkındadır. Onu karartan, adaletten zulme, rahmetten meşakkate çeviren her çözüm, şeriattan uzaktır. Muaz'ın bu nufuzu onu, hevalarına kurban müteceddidlerden ayırır.

 

            İçtihadın Diğer Kaynakları

148      Muaz merhaleye göre toplumsal çözümlemeleri ayarlayabilme kıvraklığına haizdir. Allah'ın  hükümlerinin illete bağlı olanlarının farkındadır, illetin devam etmediği alanlarda o da hükmün devamını keser.

149      İnsanların örflerini, aralarındaki ihtilaf nedenlerini, çağın başka ideolojilerinin önermelerini bilir. Bunlardan gereki olan kadarını tedris etmiştir. Mürsel maslahat. seddüz-zerayı, istihzan, kıyasın işlevini ve işleyişini bilmektedir. Zaman ve mekana bağımlı, niyetle takyid olunmuş hükümlerin farkındadır. Bunları  yetkin insanlar elinde bir iç eğitimle kazanır, böylece tevhidi, şeriatı topluma münkir ve müşrik şeriatların karşısında alternatifsiz tek şeriat olarak sunma imkanını kazandırır tenvir hareketine...

 150      Pratik hayatın proplemlerine derin bir vukufiyeti vardır, tevhidi bütün benliği ile içine sindirmiş, Allah'ın emrine vermiştir aklını, Allah'ın, toplumun.

151       Kur'an'ın ihtiva ettiği ayetleri icmalen bilmektedir. Onu sayamayacağı kadar defalarca okumuş, sonra da orjinal dilinden tanıma fırsatı bulmuştur. Esnevi'nin dediği gibi Qur'an'ın hüküm bildiren ayetlerini bilme, onun bütününü bilmeye bağlıdır. Hz. Ali'nin " Noktayı bilmek, Qur'an'ı bilmek" deyişi gibi.

152      Ahkam ayetlerini 500 ile sınırlı bilmez. İslami hareket için Rasullerin kıssalarından çıkardığı onlarca ahkamın farkındadır. Kıssalar da onun için birer istinbat ayetidir.

153      Mümkün olduğu kadar ayetleri ezber altına almaya çalışır, ezbere bilmeme, ictihadına bir engel değilse de bilmenin kazandıracağı avantajların farkındadır. Surelerin anafikri, ayetlerin önce ve sonrası ile olan irtibatı, ayetlerdeki  kavramların Kur'an'ın bütünlüğü içinde kazandığı anlamları, Kur'an ilimlerini öğrenirken üzerinde durduğu önemli bölümlerdir. Hüküm vereceği konudaki nasih ve mensuh olup olmadığını bilmeli der Gazali[108]

154      Vahyin orjinal dilini öğrenme; Rasul'ün sözlerini öğrenme de, İslam kültürünü tanımada da gereklidir. Böylece nassların sarih, mücmel, has, amm, mutlak, mukayyed olanını anlayabilecektir. Gazali, Qur'an ve sünneti anlayacak kadar Arapca bilmeyi, bir lugatı elinin altında bulundurmayı  şart koşar.[109]

155      O,  Qur'an'dan doğrunun ne olduğunu çıkarmadan önce "doğru düşünmenin yollarını " çıkarmıştır.

156      Dinin ikmal edidiği[110], Kitap'da hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı'nı[111] bildiren ayetlerin ışığında Allah'ın dininde noksan bırakılmış alan olmadığını idrak eder. İbn Kayyım'ın dediği gibi[112] farz, haram. ibahat yoluyla herşeyin hükmü neviler  genel kurallar   halinde vardır. Genel kuralın bir özel olayı sembol haline getirişine takılmamak gerekir. Kitap'da hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı ifadesi bu nevileri ayrıntılarda bulmanın ve bu buluşun dinden olmasının delilidir. İsterseniz buna kıyas deyin, hafi nass veya delil deyin, ihtilaf lafta kalacaktır. Herşeyin hükmü ya ismen, ya ictihaden onda vardır.

157      Maide l04[113], Zuhruf 22-23'[114] de Allah, taklidi zemmeder. Nisa 83[115] da ihtilafların nasıl istinbat edenlere yollanıp çözüleceğinden bahseder. En'am 57[116], Yusuf 40 da hükmün ancak Allah'ın olduğunu söyler. Tevbe 16[117] da dinde yalnız Rasul'e uymayı emreder. İmran 103 de "Kitab'a sımsıkı sarılın" der.Tevbe 31 de kişinin haram ve helal belirlemesini rableşme olarak tanır. Araf 179 [118] da,  Nisa 65[119], Nur 63[120], Ahzab 36[121] da bu bağlamda gözden geçirilmesi gereken ayetlerdir.

158      Tevbe 122[122] de uzmanlaşma emrini buluruz. Nahl 43[123] deki Ehli-Zikre sorma ayeti insanların cidden fıkhedici bir melekeye sahip olup olmadığını tesbit için test olarak kullanılabilir diye düşünüyorum. Çünkü ayetin muradından o kadar uzak anlamlar ondan çıkartılmıştır ki, insan hayretten kendini alamamaktadır. Zikr kelimesini tespitteki yanılgılarını mı dersiniz, sorulan soruyu genelleştirmedeki yanılgılarını mı? Ayetin öncesi ve sonrası arasındaki irtibatı mı? Doğru bir dava için böylesi zanni delile yapışma gayretlerini mi?

159      Her ne kadar ayetteki Zikr, Tevrat ve İncil'se de, bu ayet bu konuda zikredilemezse de Hicr 9 da Qur'an için Zikr kelimesinin kullanıldığını düşünerek kıyasen Qur'an'da bu ayetin kapsamına sokulmak istenmiştir. Bu durumda Ehli Zikr olma, Qur'an'ın espirisini kavrama, yani rey melekesine haiz olma anlamına gelir. Yoksa teyemmüm ayetinin zahiri ile, yaralı adama "nasslarda yol bulamıyorum" diyerek guslettirip, öldürülen adam için Rasul'ün o " öldürüldü" tabirini kullanması, yetkin olmayan kişilerce nassları bilmenin, naslara ittiba ediyorum iddiası ile ne büyük yanılgılara düşülebileceğinin göstergesidir.

 160      Kardavi ayakta su içen birini ille de kusturacağım diye mücadele eden bir prototip zahiri ile olan tartışmasını, değişik örneklerle zenginleştirerek hikaye eder. Adam, "Buhari'de okudum" diye diretir. Ama Rasul'ün ayakta su içtiğini gösteren hadislerin bilgisinden, hepsini birarada değerlendirme melekesinden, sonra bunun ictihadi bir tercihe kalacağının idrakinden yoksundur.[124] Bu insan Ehli-Zikr olabilir mi?

161       İslamın kitle dini olduğunu unutup Muaz hadisi ile içtihad için istinbatta bulunanlar, Muaz'ın nasslar dışında reyi ile de çözümler sunduğunu, ama halkın onun her çözümü ardından " Bu nass mı yoksa ictihadın mı?'" diye sormamış olduklarını görmek istemezler? Muaz nass bulamadığı konularda "bu konuda bir şey diyemem" diyerek halkı ictihad etmeye değil, kendi çözümleri ile onlara yol almaya çalışıyordu, ama Muaz'ın yanında yetkinleşen insanlar onunla konuları tartışabilir duruma getirilmişlerdir. İbn Mes'ud'un Kufe'sinde de bu tedrici eğitimi, yetiştirmeyi buluruz.

162      Muaz bir yüzme öğretmenine benzetilebilir, yüzme tecrübesi olmayan kişiyi denize bırakıp çekilme değildir, öğretmenlik. Bir çocuğun aile büyüklerini taklidle başlayıp sonra rüşdüne erdikce bağımsız kişiliğini kazanması gibidir islamı tedris ictihad-taklid-ittiba ilişkisi..

163      Muaz, Rasul'un de önceki rasuller gibi kitaplaşmamış vahy[125] aldığını bilir. Ona ulaşmasından kuşkulanmadığı sözleri nasslar katına yükseltir, eğer Rasul'den bir devlet adamı sıfatı ile, bir maslahat gereği ile, bir örfe tabiyet ile sadır olmamışsa... Bu nakli bilginin mütevatir, ahad olanını, sahih, zayıf olanını ayırtedebilecek bilgiye sahiptir.

164      Hadis alanındaki aşırı kutuplar arasında mutedil bir yol benimser. Ahmed b. Hanbel (ö.241)ve diğer selef imamlarının yüzbinlerce hadis bildikleri bilgisindeki İslama yapılan iftiranın farkındadır. Allah'ın dininin bir kısmının tarihin unutturmasına maruz kaldığı mı söylenmek istenmektedir? Hayır. Bu yüzbinler hadis değil isnaddır. Örneğin amellerin niyetlere göre olduğunu söyleyen hadisin 700 ayrı isnadı bulunmaktadır ama ortada var olan tek hadistir. Bu nedenle bugün elimizdeki hadis mecmuaları istifade edilebilir halde araştırıcının imkanına vermek hadis kültürü için yeterli olacaktır.

165      Muaz icmaya saygılıdır ama üzerinde icma edilmiş kesin icmaya. İhtilafları da icma gibi öğrenme gereği duyar. Üzerlerinden asırlar geçti onları atmanın, hele hele bu üstün cehde hakaret etmenin insanı ne kadar küçülteceğini ve küçülttüğünü bilir. Mevdudi'nin dediği gibi, insan olana onları ciddiyetle incelemek, meziyetlerini görmek yaraşır.[126]

166      Kısaca Muaz olmanın üç özelliği vardır: Kitaba vukufiyet, sünnetin eğitimimi almış olmak ve kuvvetli bir anlayış.

            Hareketin fıkhı Muazların cehdleri ile fakihlerin velayetinde yoğrulur.

167      Muaz, islam medresesinin ürünlerini kritik etmiştir. Dört duvar arasında mahsur bir uygarlığın farkına varmış, onunla tanışmaktadır, nice faal beyinleri bulur orada, haraket dolu, duyarlı bir dinin insanları ile tanışır statikleri yanında.

168      Allah'ın Kitab'ı bütün zamanlarda bütün ayetleri ie muhkemdir. Onun ayetlerini Muaz'ın hevası değil, ancak küfrün hevası mahkum etmek isteyebilir.

169      İçtihad Şeriati'nin dediği gibi "Tüm zaman kafilesinin kendisinden geçmek zorunda olduğu bir dinin, kültür ve ruh şehrinin tek kapısıdır. İçeriyi sürekli havalandıran kapısı. İslam'ın gündeme gelişi, sürekli devrim..."[127] Nasıl Hz. Rasul'ün son Peygamber oluşu müslüman tarihin evrimi ile çelişmiyorsa ictihad ruhuyla da bir asrın kalıbında donmaz, tarihin bir aşamasında sabitleşmez. İctihad tarihte yol alırken zamanın gerisinde kalmamadır.

 170      İctihadın şartlarını sıralayan Mevdudi'ye " O zaman dünyada bu şartları taşıyan 10-15" kişi kalır" diyen muterize Mevdudi "bunun islam ümmetine yapılmış bir hakaret olacağı" şeklinde cevap verir ."[128] Milyonlarca ümmet içinde müctehidi yalnız bu kadar bir sayıya düşürür bu şartlar karşısında, "Biz düşmanlarımızın gözünde bile bu kadar küçülmedik" [129]der.

171       İctihadı İslamı yalnızca devlet olduğu aşamaya erteleyenler, hele bugün ictihad edilmesi şarttır diyenlerin "ictihad edilecek ne konu vardır?" yollu tuhaf soruları insanı cidden düşündürüyor.[130]

 172      Selam sorumluluğunun bilinci içerisinde kul bir fakihliği seçmiş, kul bir Rasul'e tabi olan mü'minlerin üzerine olsun. 

 

 Kemal Ersözlü

Kasım 1987, İzmir


 

[1]              Bu Risale, 1988 yılında Sor Yayıncılık taratından "Soruşturma 3:Fıkıh/ Içtihat" başlığı altında yayınlandı. Risalenin bir çok paradigmasını yöneltilen sorular şekillendirdi. Bu baskı Risale'nin tebliğe yönelik paragraflarını içeriyor. (Haziran 1995 Köln)

[2]              "Meşhur Peygamberlerle fatihler arasında tarihi hayatı, Hz.Muhammed'in tarihi gibi, en ince teferruatına kadar en mevsuk şekilde kayıt ve zaptolunmuş bir kimse gösterilemez." (John Davenport / Hz .Muhammed ve K.K. s.14)

[3]              Bak: Kerim Elçi'nin Siyeri, Broşür No:6

[4]              Bak: Okumak

[5]              Bak: İhsan Eliaçık/ Itikad Üzerine,1992 Ist.

[6]              15/Hicr 9

[7]              7/A'raf 179

[8]              14/ Ibrahim 5

[9]              8/Enfal 17

[10]             Bak: İhsan Eliaçık/ İslam ve Sosyal Değişim 1993 ist.

[11]             2/Baqara 257

[12]             35/Fatır 33-34

[13]             Bak: Tuğyan Etmek

[14]             Bak: Bela               Bak:Fitne

[15]             7/ A'raf 16-17

[16]             Bak: Sebil

[17]             Lakin Kur'an'ın sonraki kıssalarında bir takım rasüllerin hayatlarında bu türden yanılgılara işaret etmesi bir başka açıklamayı zorunlu kılmaktadır. Bu bir "ayakkaymasıdır" denilmiştir. "Normal insanlardan vukuu pek yadırganmazken, rasüllerde kabahat gibi dururlar."  Lakin açık emirler karşısında yapılan hata ve ardından kendisine zulmettiğinin itirafı, kelimeler alıp tevbe etmesi düşündürücüdür. Bunu sadece Allah'a olan kurbetleri nedeniyle yaptıklarını söylemek pek tatmin edici olamaz.  Bir başka yaklaşım olayı "ictihadi hata" olarak açıklar. "Adem  emri vucub olarak değil, nedb olarak aldı. Yaklaşarak kerahat işlediğini sanmıştı." Bu açıklamaların her biri değişik olaylar için tercih edilebilir.  Şöyle ya da böyle, bütün bu olaylarda kişinin leh ve aleyhine olanı fıkhedemeyişi vardır.

[18]             37/Saffat 181

[19]             Bak: Hideyet

[20]             2/Baqara 31

[21]             Bak: Cennet,Cin,Mecnun

[22]             5/Maide 27-31

[23]             Değil mi ki Allah'tan gelen Huda'da insanın hayat emniyeti vardı, meşru bir neden olmaksızın onun insanlar tarafından nihayete erdirilmesi mümkün değildi? Değil mi ki Allah'ın " Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dediği muhlis kulların ifadesi olabilme yarışıydı bu? Değil miydi ki babanın fıkhedemeyerek ağaca yaklaşması nasıl insanı cennetten alıkoymuşsa,  zürriyeti için benzeri yaklaşımlar da öz yurduna dönebilmesini imkansız hale getirecekti.

 

[24]             Qur'an'ın Son ayeti

[25]             Gıfar'lı Ebu Zerr'e dayanan bir rivayet

[26]             Emile Durkheim, Fransız Sosyolog. Yoksul bir Yahudi'nin oğluydu. Bordeaux Universitesi'nde 1887-1902 arasında toplum bilim dersleri verdi.

[27]             1867 de das Kapital'in I.cildini yayınladı.

[28]             Friedrich Engels, Alman Sosyolog. Sol Hegelist. 1842 de Ingiltere'ye geçti. 1844 de Marks'la tanıştı. Kapital II, III. ciltlerini derledi. 1884 de "Aile'nin, Özel Mülkiyet'in ve Devlet'in Kökeni"ni yazdı.

[29]             Grek Mitolojisi'nin en büyük tanrısı. Önceleri Atmosfer olayının tanrısıyken, kötülüğü yemen, dünyaya düzen veren, bilgelik ve adalete egemen olan gücün simgesi haline geldi. Antik Roma'da Jupiter'le bir tutuldu.

[30]             Titanların soyundan geldiğine inanılır. Gökten çaldığı ateşi, insanların hizmetine verir. Zeus'da onu Kafkasya'da bir kayanın üzerinde zincire vurur. Bir kartal hiç durmadan yeniden büyüyen ciğerini kemirdi. Herakles bu kartalı öldürerek Promethus'un işkencesine son verdi.

[31]             74/Müddessir 1

[32]             94/Şerh 8

[33]             94/Şerh 5-6

[34]             73/Müzzemmil 5-6

[35]             71/Nuh 8-9

[36]             7/A'raf 80-84

[37]             2/Baqara 258

[38]             28/Qasas 36-43

[39]             12/Yusuf 36-41

[40]             37/Saffat 139-148

[41]             Talut. Bak: 2/Baqara246-251

[42]             2/Baqara 249

[43]             9/ Tevbe 31: " Onlar Allah'ı  bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu İsa'yı Rabbler edindiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilah yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir."

[44]             2/Baqara 79

[45]             87/A'la 18-19

[46]             4/Nisa 163

[47]             5/Maide 116

[48]             336 da ölen Arius'u saygıyla analım.

[49]             Bu ismi taşıyan gerçek Romalı Kral Caius Julius Caesar MÖ. 100-44 yılları arasında yaşadı.

[50]             Matta ve Luka'nın anlatımı

[51]             Flavius Claudius, Costantinus'dan sonra Roma imp.oldu. Hristiyanlığı reddetti. Yeni Platoncu politeizmi benimsedi. Perslerle yapılan savaşta öldü.

[52]             1534 de Paris'ten ayrılmak zorunda kaldı. 1541 de Cenova'ya yerleşti. 1536 da Hristiyan Dininin Kurumları'nı yazdı.

[53]             1521-38 arasında Incili Almancaya çevirdi.Papaların günahları afeftme yetkikini kabul etmedi.

[54]             Hukukcuydu. Kral 8. Henry onu Krallık şanşölyesi yaptı. Katolik kaldı.Kralı karısını boşadığı için suçladı. Tutuklanarak idam edildi.

[55]             Italyan Filozof . Domikiken rahibi. 27 yılını hapiste geçirdi.

[56]             Italtan filozofu. 1513 de Hükümdar'ı yazdı.

[57]             J.P.Sartre/ Varlık ve Yokluk kitabının  son cümlesi

[58]             Muhammed b.İshaq/ Ibtidau Tenzili'l-Qur'an, (İbn Hişam/ es-Siretu'n-Nebeviyye)

[59]             1/ Fatiha 5

[60]             2/ Baqara 2

[61]             Bak: Yüksek Karakter Örneği

[62]             m. 8 Haziran 632

[63]             106/Kafirun 6

[64]             2/Baqara 256

[65]             8/Enfal 39

[66]             2/Baqara 257

[67]             110/ Nasr Suresi

[68]             49/Hucurat 14

[69]             2/Baqara 131

[70]             9/Tevbe 60

[71]             5/Maide 3

[72]             3/Ali Imran

[73]             Bak: Aachen Tebliği, "Meclis Tasarısı"

[74]             61/Saf 4

[75]             Bak: Salat,  Broşür No:1

[76]             1/Fatiha 4

[77]             88 baskısı:" Rasülün Mekke ve Medine hayatını anlama değildir bu yazının amacı, soruların içeriği içinde Mekki Medeni döneme. Velayeti Fakih'e, içtihad, rey, taklid, merhale, toplumun fıkhı doğurmasına işaret eden yönler üzerinde konuşmadır. Her biri üzerinde fıkheden insanların daha uzun boylu konuşacağını bildiğimiz bu örnekleri bu kısa yazıda ancak bir hatırlatarak ve altını çizerek, bazen sembolik anlatımlarla kalıcı ve tartışmaya sevkedici bir uslupla anlatma durumundayız.

[78]             30/Rum 1-3

[79]             Bak: Hatice, Fatıma, Zeyneb

[80]             75/ Qıyamet 2

[81]             89/Fecr 26-30

[82]             Tanımın sahibi olan Ebu Hanife'nin "Akıde Risaleleri" bu adla anılır.

[83]             Abdulcelil Isa/ P. Ictihadları

[84]             Ebu Davud/ K .Akdiye         Tirmizi/ K. Ahkam               Darimi/ Mukaddime             Ibn Mace/ K. Menasik          Ibn Hanbel/ Musned

[85]             Solingen'de Besteck Fabrikası'nın işcisine yeniden sorumluluklarını hatırlatan, I.B.e teşekkürlerimle.

[86]             53/Necm 4

[87]             68/Qalem 48-50

[88]             Evet Ibn Hazm'ın dediği gibi, ibn Ümmü Mektum, Zeyneb olayları gibi hadiseleri Allah bu hali ile bırakamazdı ve bırakmadı da.

[89]             8.67-Hiç bir Nebi'ye yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah Ahiret'i istemektedir. Allah Aziz'dir, Hakim'dir.

                8.68-Eğer Allah'ın geçmişte bir yazması olmasaydı aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azab dokunurdu.

[90]             Ibn Hişam/es-Sıreh               Taberi/et-Tarih

[91]             4.59-Ey iman edenler, Allah'a itaat edin Rasül'e itaat edin ve sizden olan emr sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz artık onu Allah'a ve Rasül'üne döndürün. Eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman ediyorsanız. Bu hayırlı ve te'vil bakımından daha güzeldir.

 [92]            Bir diğer nokta da Hubab'ın sorusunun "gayri metluv vahye" tanıklık etmesidir.  Bugün için isnad gerçekten Rasül'e dayandırılabilirse ittibanın kaçınılmazlığı tartışma alanı dışına çıkarılmalıdır.

  [93]           "El Harbu hudatun" ilkesini olur olmaz yerde kullananlar için bu olay güzel bir örnektir. Küffara benzemeyi ilgi alanı dışina taşıran az fıkhedenler için de..

[94]             Usuli Fıkhın yeniden kuruluşunda herbirinden çıkarılacak hayli zengin kurallar manzumesi dikkat edenlerin dikkatinden kaçmayacaktır.

[95]             Metnin devamında kullanılan tekil fakih öznesi, çoğul olarak anlaşılmalı

[96]             Duisburg Kahvaltı tartışması bu düşüncenin uzantısı olarak gerçekleşti.

[97]             Berlin 93 Kütüphanesi, Köln Kitap Kulübü'nde "Okuma arkadaşlarım"ın Kıraat Halkalarının istifadesine sundukları Ülke Dosyaları takdire şayan.

[98]             Bak: Gıfarlı Ebu Zerr

[99]             94/ Şerh 5-6

[100]            "Ulumu'l-Hikme" Örneği

[101]            "Kıraat Halkaları" Örneği

[102]            2/Baqara 138

[103]            5/ Maide 12

[104]            Mevdudi/Islami Kavramlar,1986, Pınar Yay.Ç.Süleyman Akyüz (29  Aralık 1957 ve 8 Ocak 1958'de  Lahor'da yapılan 3 dinden  ilim adamlarının katıldığı  Dünya Islam Araştırmaları'nda yaptıpı "Islam'da Kanun Yapma ve Içtihad" adlı konuşmasından). s.175

[105]            Buhari/ Müslim

[106]            4/Nisa 59

[107]            Bak: Müslüman Düşünce Tarihi Ders Notları/ 60 Sonrası Türkiye Islamı, "Akademisyenler" Bölümü

[108]            Bak: Qur'an Ilimleri Ders Notları/ NeshTeorisi

[109]            Ebu Hamid Gazali/ el-Mustesfa, 4. Kutub:Müstemir

[110]            5/Maide 3

[111]            6/En'am 38

[112]            Ibn Hazm karşı çıkar

[113]            5.104-Onlara "Allah'ın indirdiğene ve Rasul'e gelin" denildiğinde, "atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idiyseler.

[114]            43.22-Hayır, dediler : "Gerçek şu ki biz atalarımızı bir ümmet üzrende bulduk ve doğrusu biz onların izleri üstünde doıru olana yönelmişleriz.

                43.23-Işte böyle. Senden önce de bir memlekete bir Elçi göndermiş olmayalım mutlaka onun refah içinde şımarıp önde gelenleri demişlerdir: "Gerçek şu ki Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izlerine uymuşlarız."

[115]            4.83-Kendilerine güven ve korku haberi geldiğinde onu yayarlar. Oysa bunu Rasül'e ve içlerinden olan emir sahiplerine götürselerdi onlardan sonuç çıkarabilenler onu bilirlerdi. Azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz.

[116]            6.57-De ki: "Ben, gerçekten Rabb'imden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz de yanımda değildir. Hüküm yalnızca Allah'ındır. O doğru haberi verir ve O ayırdedenlerin en hayırlısıdır."

[117]            9.16-Yoksa siz içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve  Elçisi'nden ve müminlerden başka sırdostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yapmakta olduklarınızdan Haberdar'dır.

[118]            7.179-Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi hazırladık. Kalpleri vardır bununla fıkhetmezler. Gözleri vardır bununla görmezler. Kulakları vardır bununla işitmezler. Işte bunlar sanki davarlar gibidirler. Belki onlar daha da şaşkın. Işte bunlar gafillerdir.

[119]            4.65-Hayır öyle değil. Rabb'ine andolsun aralarında çekiştikleri  şeylerde Seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı bulunmaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkca iman etmiş olmazlar.

[120]            24.63-Elçi'nin çağırmasını, kendi aranızda bir kısmınızın bir kısmını çağırması gibi saymayın.Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir. Böylece O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.

[121]            33.36-Allah ve Elçi'si bir işe hükmettiği zaman mümin erkek ve mümin bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur. Kim Allah'a ve Elçi'sine isyan ederse artık gerçekten o açık bir sapıklıkla sapıtmıştır.

[122]            9.122-Mü'minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir gurup, çıktığında, dinde derin kavrayış edinmek ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için. Umulur ki anlar da kaçınıp sakınırlar.

[123]            16.43-Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz adamlardan başka göndermedik. Eğer bilmiyorsanız Zikr Ehli'ne sorun.

                16.44-Apaçık delliller ve Kitaplarla sana da Zik'i indirdik ki insanlara kendilerine indirileni açıklayasın. Onlar da iyice düşünsünler diye.

[124]            Yusuf el-Kardavi/ Islami Uyanışın Proplemleri,1986, Risale yay. Çev. Hasan Fehmi Ulus, s.79 " Es-Sahvetu'l-Islamiyye beyne't- Tatarruf  ve'l-I'tidal"

[125]            "Her doğru içtihad" anlamında vayhin sukutla tasdiki

[126]            Mevdudi/Islami Kavramlar,1986, Pınar Yay. Çev. Süleyman Akyüz

[127]            Ali Şeriati/ Ne Yapmalı. Çev. Muhammed Hizbullah, 3.bas.1990, Bir yay. s.89. Hüseyniyeyi Irşad'ın Araştırma Ekibinin Hedef ve Proğramını anlatırken:" Içtihad; Islam inancının, görüşve biliminin, en  araştırıcı ruhunun  somut ifadesidir. Içtihad; Islam düşüncesinin, sabit  kalıplar ve taşlaşmış zaman içinde kalmasını, dini hüküm ve kanunların kalıtımsal kulluklar, durgun gelenekler, ruhsuz  boş tekrarlar biçiminde kalmasını, Islami kavrayışın donuklaşmasını, ekonomik ve toplumsal  koşulların, yaşam ferek ve isteklerinin değişmesi ortamında Islam'ın  hareketten, eylemden sakınmasını, kaçınmasını kabul etmeyen  bir ruhtur. Içtihad; toplumun  yer ve zaman itibariyle "modernleşme" adı altında asimile ve aline oluşuna göz yummaz. Belki içtihad her zaman yeni, gerekli ve ilerici Islam düşüncesinin yaşama etkeni olarak, tüm zamanların ilerisinde bir hareket ve olgunluk içerisinde olma gerektirir. Içtihad; zamandan geri kalmamadır. Belki, Islam toplumunu bilim, düşünce ve toplumsal ruhundaki durgunluk ve sabitlikten alakoyarak  zamanı gerisinde bırakma eylemidir. "

[128]            Mevdudi/Islami Kavramlar,1986, Pınar Yay.Ç.Süleyman Akyüz s.173

 [129]           Son müctehidin 8-9 asır önce yaşadığı iddiasının müddeilerine ne demeli

 [130]           Y. el-Kardavi'nin Zekat kitabı gibi  bir abide onlar için iyi bir cevap olsa gerek. Kitab'ın girişine konulan metedoloji okunmaya değer.