ÜLKENİZDEN BEKLENTİLERİMİZ
Sayın Başkan,
Bizlerin ülkenizdeki misafirliğinin baslangıcı, II.Dünya Savaşı’nın
yıkımından çok geçmeden başlamıştı. Batı Tarihi’nin yanlış kanadının
çocuğu olan Hitler dönemi , sadece
Almanya ve Batı için değil, bitirdiğimiz yüzyılın dünyası için de gerçekten
bir yıkım oldu. Müslüman dünyanın korucusu çatı toprağı olan Osmanlı
Ülkesi, I.Dünya savaşı sonrasında parçalandı, bünyesinden 20 den fazla
devlet vucuda geldi. Bunların çoğunun bağımsızlığa kavuşması için de
II. Dünya Savaşı sonrasını beklemek gerekmişti.
Bizler Koloniyal dönemin ekonomik ve siyasal günahlarının maduru
olarak bugün Avrupa topraklarında bulunuyoruz. Bu önemlı tesbitin altını
çizmeden atılacak her (birlikte yaşama) projesi malesef başarısızlığa uğrayacaktır.
Çünkü içinde bulunduğuz sonuç, Doğu-Batı ilişkilerinin sağlıklı şekilde
yeniden kurulması için patolojik bir başlangıç sunuyor.
Sayın Başkan,
Yüzeysel ve pansumanik onarımlar yerine, içinden geçmekte olduğumuz
Millenium tarih kavşağının başında 3.bin yılda yürüyeceğimiz uzun bir
yolda bize yeterli olabilecek bir donanımda olmak istiyorsak, tarihin bir o
kadar derin geçmişine sondaj yapmak zorundayız. Biz bunu yapmaksak tarihi,
halkları birbirine kırdırmak isteyen konservatif çevreler kitleleri provoke
etmeye devam edecekler, kitlelerı yanlış bir tarih bilinci ile motive
edeceklerdir. Bu sorun sadece şu anki Avrupa;nın azınlık halkları için önümüzde
durmuyor; Avrupa Birliği’nin önümüzdeki 50 yıl içinde muhtemel gelişme
sınırları Türkiye’ye kadar olan Balkan ülkeleri de içine alacaktır.
Birleşik Avrupa, Bosna, Sancak, Karadağ, Kosova,Arnavutluk, Türkiye
gibi bir çok Müslüman kökenli hükümetlerle entegrasyona gitme, Avrupa ve dünyanın
yeniden kuruluşunda Avrupa Parlementosu çatısı altında sorunlarını
birlikte müzakere etme deneyimlerini yaşayacaklardır. Böylesi bir istikbal,
Avrupa’yı ‘bir Hristiyan Ligi’ olarak tanımlayan Konservatif çevrelerce
korkulu bir rüya olarak sunulmaktadır.
Sayın Başkan,
Bu kabus gibi sunulan müstakbel geleceğin, müsbet kuruluşuna talib
olan adaletsever kamuoyuna aslında bilinmekte olan, ama yanlış yönlendirmeler
sonucu pek hatırlanamayan bazı gerçeklerı zikretmek sanırım hiç de
gereksiz bir tekrar olmayacaktır.
İslam, Avrupa için hiç bir zaman yeni bir fenomen olmamıştır. Bu
sadece Osmanlı yönetimindeki Doğu Avrupa için değil, Endülüs İspanyası
için de böyledir. Doğu Avrupa Müslümanları bir kaç yüzyıl boyunca
birlikte kaldıkları halklarla beraber yaşamanın en iyi örneklerini vermişlerdir.
Onların çekilişinden sonra yaşadıkları ülkelerdeki haklar kültürel
mirasları üzerinde kolayca bugünlerini kurabilme imkanı bulabilmişlerdir.
90 lı yıllardan beri Yugoslavya’da yaşananalar ise tersinden kötü bir örneği
bize sergilemektedirler.
Müslüman İspanya ise Rönesans sonrası düşüşüne kadar Avrupa’nın
düşünce özgürlüğünün en serbest olduğu ülke olarak ün yapmıştır.
Bütün Avrupa’nın en büyük Kütüphaneleri burada kurulmuş, İspanya Üniversiteleri’nde
okuyan Avrupalı öğrenciler Yeniçağ Avrupası’nın bugünkü Üniversitelerinin
kurululunda onları örnek almışlardır. Robert Bacon, Oxford, Sorbonne örneğine
Ansiklopedilerden kolaylıkla ulaşılabilir. Bizler tarafından askarî bir
bilgi olan bu satırları, eğer Entergrasyon-Multi Kulti konularının gündeme
geldiği çoğu çevrelerde Doğu denilince akla Döner-Ortantal dans dışında
bir şey gelmediğini görmemiş olsak zikretmek ihtiyacı hissetmezdik.
Avrupa’daki zirvede bulunan Anti-Semitik eğilim sadece halk düzeyinde
değil, entellektüeller arasında da yaygın olduğundan İspanya’nın yıkılışından
sonra katliamdan kurtulabilmek için Yahudiler Osmanlı ülkesinden sığınma
talebinde bulundular. 8 sene önce İstanbul’a gelişlerinin 500.yılını törenlerle
kutladılar. Böylece Müslüman
topraklar Yahudi-Hristiyan-Müslüman etnik kökene sahip insanların müştereken
kendilerini evlerinde hissettikleri bir çatı hüviyeti kazandı. Burada
bitirdiğimiz yüzyıldaki Siyonizm karşıtı galeyanları birbirine karıştırmamak
lazım. Siyasal Yahudilik ayrı bir araştırma konusu olabilir.
Sayın Başkan,
II.Dünya savaşı sonrasında Avrupa ülkelerinde ekonomik, siyasal ve
daha başka nedenlerle kendilerini bulan bizlerin, yerli halkla sahici teması,
ancak yaslandığımız uygarlığın farkedilmesi ile kurulabilir. Bu konuda
Almanya’nın diğer Avrupa ülkelerinden
Goethe gibi bir referansa atıf yapabilme imkanı olduğu için daha şanslı
olabilir. O, Unesco’nın 1999 da Avrupa’nın Kültür Başkenti ilan ettiği
Weimer’de Şiraz’lı Hafız’ın Diwan’ından kalkışla Doğu’yu endopi ile ele alıyordu.
Geçtiğimiz yaz O’nun anıtının açılış töreninde zatıalinizin yüzünü
bu duygular içinde izlemeye çalıştım.’ İşte’ dedim, ‘Almanya
Hitlerzeit’in üzerine ancak Goethe
üzerinden bir set çekebilir.’ Sizlerin bu umudumuzu yeşerten kimi sözlerinizin
olduğunu da biliyoruz. Umarız bunlar daha yüksek sesle ve koro halinde
seslendirilme imkanı bulabilirler.
Sayın Başkan,
Bu kısa kendimizi ifade etme imkanı tanınan ortamda , geçici mesajlar
yerine, Avrupa’nın müşterek imarında kalıcı cümlelerimiz ne olabiliri
aramaya çalıştım. Kendimizi ifadede sık başvurduğumuz, Goethe’nin
hayranı olduğu, kimi dizelerini şiirsel olarak çevirdiği Qur;an’ın yerli
halk ile aramızda hakemlik etmede bulunmaz bir imkan olduğunu konuyu bilenler
takdir edeceklerdir. O;nun her fırsattta ‘halklar arasındaki ortak
kelime’ye dikkat çektiğini görürüz.
Bunun tarihsel örneği, bizlerin de durumunu daha iyi ifade edebilmesi açısından
Jesus Christus’un
annesi Bakire Meryem’in adını taşıyan sure;dir.
Sabrınıza sığınarak bunun ibretli öyküsünü anlatarak sözlerimi
tamamlıyorum:
İlk Müslümanların halkları tarafından işkenceye uğratıldıkları
yıllarda Peygamberimiz onları Etopya;ya göçme konusunda serbest bıraktı. Böylece
bir gurup Mekkeli orada kendileri için güvenli bir sığınak buldular. Ülkelerindeki
kötü güçler onları Etopya’nın Hristiyan Kralı;ndan geri alabilmek için
Kral’a başvurup, haklarında aralarını açacak yalanlar da düzmeye başladılar.
Kral’a karşı Müslümanlar, kendilerinin Peygamberleri’nin talimatı ile
buraya geldiklerini, Peygamberlerinin onlara burada Adil ve güvenli bir yönetim
bulabileceklerini söylediğini aktardılar. Kral, düşmanlarının ağzından
değil, bizzat Qur’an’dan İslam’ı öğrenmek istedi. Müslümanların önderinin
okuduğu Qur’an parçası karşısında Kral’ın gözleri de Goethe
gibi yaşardı ve ‘Sizimle bizim aramızda ufacık bir ayrılık var, ülkemde
dilediğinizce kalabilirsiniz’ dedi. Biz de Qur’an’ın hakemliğinde, ülkenizin
anayasası’nda adını andığı Gott’un
birleştirici ismi altında, uygarlık kimliğimizin tanındığı ‘Östliche-Westliche
Diwan’ geleneğinin 2000 lerdeki meyveleri olmak istiyoruz.
Saygılarımızla...