Abduljavad Falaturi

1926-1996

 

İran da Isfahan'da doğdu.

Eğitimini ve yükseköğrenimini İran'da yaptı. 1954'te Tahran Üniversitesi’nde Felsefe ve ilahiyat lisansı yaptı. Kadılık yapma yetkisiyle içtihad derecesini elde etti. Kahire'de İslami Meseleler Yüksek Meclisi'nde çalıştı.

      

                1954 de İslami İlimlerde Müçtehid derecesi kazandı. 1954'ten sonra Federal Almanya'da Mainz-Bonn ve Köln  ve Hamburg Üniversiteleri'nde Felsefe, Şarkiyat ve Hukuk Felsefesi öğrenimi gördü. Doktora tezi "Zur İnterpretation der Kantischen Ethik Im Lichte der Achtung" [1]

                1962 de doktora, Hukuk Felsefesi mecmualarında bir çok makaleleri yayınlanmış, özellikle Tahran Üniversitesi Felsefe bölümünden birçok davetler almıştır.

                1971 de Doçentlik tezlerini verdi. Profesorluk takdim tezi: "Umgestalltung der friechishen Philosophie durch die İslamiche Denkweise .[2] 

                1978 de kurduğu IWA'nın müdürü oldu. IWA'nın Qur'an ve Sahih Sünnet’e müstenid İslam'ı Hristiyan Batı'nın kültürel arkaplanını nazara alarak kamuoyunda doğru tanıtmayı hedefledi. ‘ur'an ve Sünnet'e dayanan bütün mezhepleri  İslam'ın farklı tezahürleri olarak kabul ediyor. Her tür kültür, din ve düşünce ekolerine açık.

                Dr.Phil (Bonn) Köln Üniversitesi' nde İslami İlimler Profesoru iken 1991 de emekli oldu.

       1996 da Hamburg'a taşındı.

                " Bir çokları benim kim ve neyle meşgul olduğumu öğrenmek istiyor. Bu hususta zanlara yer vermeden, şahsıma dair bilgileri kendim vermeyi tercih ediyorum. Bilhassa İran'lı olmayan kardeş ve bacılar, İran'dan gelen ve Şii olanların neyle uğraştığını merak ediyorlar. Müslüman kadınlara hitap edersem bir Kadın Dergisi beni mutlaka fundamentalist kadınlar desdekçisi olarak tanıtır. Ben de kim olduğumu tam olarak bilemiyorum. Bu kimlikle fazlasıyla alakalı bir mesele..

                14-15 yaşında Lise tahsilimin yanısıra Arapça, Qur'an ve Hadis öğreniyordum. Bu derslere  kendimi içten vermiştim. İslam ilimlerini, İran'a has Şii eğitimi içerisinde bitirdim. O zamanlar Afgani (1898) ve Abduh'un (1905)  yazılarıyla tanışmıştım. Onları çok sevmemin sebebi, İslamiyet’in cihanşumul yönlerini belirli mezhep ve akımlara bağlamaksızın ele almalarıydı.

Henüz 17 yaşındayken hemfikirlerimle Şii öğretisinin ayırıcı hususlarına karşı çıkmıştık. Bu hususlar ki, salt siyasi sebeblerden ötürü halkın inancına yerleşmişti. Ve katiyyen dini yönden savunulacak mecburi tarafları görünmüyordu.

                Batı İlimleri’ne büyük coşku duyarak Avrupa'ya gelmiştim. O zamanlarda Şarkiyat’ı hiç düşünmemiştim. Şarkiyatçılarla beraber olmama rağmen ilgim Felsefe, Psikoloji, Sosyoloji ve diğer içtimai ilimlere dönüktü. Nitekim o sahada Doktora ve Profesörlük ünvanları kazandım. Meslektaşlarımdan meseleler ve metodlarını öğrendimse de İslam İlimleri benim  konularım konularım değildi. Ancak Doçentlik imtihanımı verdiğim  Profesör’ün ölümünden sonra Şarkiyat bölümüne geçtim. Ve aniden İslam üzerine dersler vermeye mecbur oldum. Olayların böyle cereyan ettiğinden bugün çok  mutluyum. O tarihten sonra daha yoğun ve farklı olarak İslam'la meşgul olmaya başladım. Başından beri Batı-Doğu'nun gerginlik sahası içinde kendimi buldum. İlk önceleri içimde bu diyalogu icra ediyordum. Bu günümüze kadar aynen devam ediyor; en ufak mesele de bile biliyor ve hissediyorum ki bu, bizde bölyledir, onlarda şöyledir. Daha sonraları Hristiyanlarla yapılan tartışmalara  bilfiil katıldım.

                1955 lerde diyalogun adı bile geçmiyordu. Müslüman olarak, islamiyet’in ne buyurduğunu aynen aynen nakletmekle mükelleftim. Hiç kimseyi İslam dinini kabule çağırmamıştım. Hristiyanlar İslam'dan merak ettikleri bilgileri almak için beni davet ediyorlardı. O günleri Sünni-Şii demeden umum İslam bakış açısından hareket ettiğimin önemi bugün ortaya çıktı. Her şeyden önce cevaplar Qur'an'dan aranacaktı, daha sonra İslam'ın çeşitli mezhepleri ışığında."

                "Batı kültüründe İslam çok negatif bir imaja sahip. Mesele şiddet konusuyla başlıyor ve onunla bitiyor. Batı, İslam'ın her yönünde şiddet görüyor; Allah, Qur'an, Peygamber'de, İslam toplumunda, şeriatta. Bu kanaat muhkemleşmiştir ve diyalogu Müslümanlar açısından bir nefsi müdafaa dönüştürmüştür. Konferanslarda insanlar yanımıza gelir, İslam hakkında az bilgileri olduğunu söylerler. Akabinde hemen geleneksel itirazlarını sırararlar. "Kutsal savaş", el ve ayakların kesilmesi, başörtüsü meselesi gibi. Bu sorular hiç eksik olmaz. İran ınkılabıyla beraber "kutsal savaş" meselesi iyice gündeme gelmiştir. Böyle olunca, bize İslamiyet'te bunlardan başka konular olduğu hususunu aydınlatmak kalmıyor. Meseleyi ortaya koyarken mukayese yoluna başvuruyorum. Prensip olarak İslam ve Hristiyan kültüründe gözlenen ortak olaylardan, olumlu mu, olumsuz mu demeden yola çıkıyorum. Tekrar şiddet konusuna dönmek istiyorum. Bizans’ın ve İran'ın Fethini Peygamber'in ölümünden sonra vuku bulmuş İslam’ın ilk şiddet olayı olarak bu kabulu mutat bir anlayıştır. Böyle bakılmasında tarihi sebebler vardır. Son muharebeler, Medine İslam Devleti’nin refah döneminde yapılıyordu. Ne Bizanslılar ne de İranlılar 3. bir gücün doğuşunu farketmemişlerdi. Tarihin akışından beklenen, bu muharebelerden sonra harbin Araplara intikal edeceğiydi. Heraklit'in 628 de İranlıları maplup etmesi bunun alametiydi. Bu zaferle Bizans İmparatorluğu ile sınırı olan Arap Yarımadası’nın kuzeyinde   meskun Hristiyan Arap kabilesi olan Gassaniler, Müslümanlar’la savaşmak için  seslerini yükseltiyorlardı. Ama Müslüman ve Hristiyan Gassaniler arasında harp çıkmayacaktı. Bizanslılar buna taraf değillerdi. Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlar’ın Bizans’a karşı yürümeleri bazı tarihçiler  Bizans’ın yeni askeri hareketlerinden ötürü olduğunu kabul ediyorlar. Hiç değilse Müslümanlar’ın bu hareketi muhtemel bir tehlikeye karşı alınmış bir tedbir addolunur. Bu izahat İran'la muhaberelerde şamildir. Bu tarihçilere göre, hallerinden memnun olmayan yerlilerin yardımı olmaksızın asker sayısı itibariyle Müslümanlar ne Bizans’ı ne de İran'ı mağlup edebilecekti. Bu harplerin ilk planda din gazveleri olmadığı aşıkardır. Söz konusu harplerde ve sonrakilerinde Müslümanların şu üç teklifleri olmuştur: Ya İslamiyet'in din olarak kabulü, İslam hakimiyetie teslim olunması, ya da harp. 2. şıkkın kabulu neticesinde herkes İslam Devleti’nin  hazinesine cizye ödeyecekti. Bu Almanca’ya kelle vergisi olarak tercüme edilmiştir. Buna karşılık İslam Devleti onları dış ve iç düşmanlardan koruyacaktı. Bu vergi himayeye mahsustu ve ancak bunu ödemeye muktedir Hristiyanlar, Yahudiler ve Zerdüştler bunu vermeye mecburdular. Böyle olunca zamanla bir çok insan gönüllü olarak veyahut iç hesaplı olarak içtimai mevkiini yükseltmek için Müslüman oldular. Her halukarda tespit edilmeli ki, İslamiyet’in ateş ve kılıçla yayılması, yani topyekun savaş, tarihi gerçeklere uymamaktadır. Ateşin silah olarak kullanılması geleneği Araplarda yoktur. Batı'da bunun menşei Yunan'dır.

                Çok kültürlü toplumun inşasında peşin hükümlerin tasfiyesi şarttır. Yukarıda tasvir edilen peşin hükümlerle mücadelemiz devam ettiği müddetçe bu topluma katkımızın olması mümkün değildir. Kültür daima dinin tesirinde kaldığı için kendiliğinden diyalogun zeminini oluşturmaktadır. İslam ve Hristiyanlardaki müşterekler, aralarındaki temel fikri ayrılıkları ve münasebeti çetinleştiren olaylar üzerinde durulması icap ediyor. Ancak bu suretle peşin hükümlerin kaynağının ortaya çıkması mümkün olmaktadır. Bunun gereği olarak da müslümanlarda kendi tarihlerindeki olumsuz olaylara susmamaları, bilakis söz açmaları lazımdır. Aynısı Hristiyanlar için de geçerlidir. "Herder" adlı dini yayınevi çatısı alştında nazik mevzular saldırma-savunmaya dönüşmeden uzmanlar  tarafından tartışılırdı. Bu görüşmeler eşit düzeyde yapılırdı ve sadece ilmi konular üzerinde olurdu. Büyük topluluklar önündeki konferanslarda çoğu zaman olumsuz olaylardan söz açılır.

                Onca tartışmalar neticesinde sorunları belirli şablondan çıktığı tesbit edebildik. Mesela kadının rolü, kutsal savaş vs. İnsanların cinsine ve yaşına bakmayarak bu peşin hükümlere nasıl vardıklarını kendime sordum. Nihayet bu şekilci soruların kaynağını Okul Kitapları’nın teşkil ettiğini gördük. Avrupalılar, özellikle Almanlar küçük yaştan itibaren okullarda peşin hükümlere dayanarak İslam hakkında bilgi alıyorlar. Çocuk olarak ne öğrendiysek, kafada yer ediyor ve Müslümanlarla görüşmelerde de depreşiyor. Coğrafya, Tarih, Katolik ve Protestan Din Dersi Kitaplarını tahlile başlamamızın sebebi de bunlardı. Şimdiye kadar 7 cilt çıktı. Bunu müfredat proğramları ve ders araç ve gereci ihtiva edecek 8. cilt takip edecek.

                Derse uygun görülmüş Kitapların İslam'a dair kısımlarını çıkarıp Allah ve sıfatları, Hz. Muhammed, Qur'an, Ümmet ve İslam'ın diğer dinlerle münasebeti gibi konuları tasnif ettik. Bunları tekrar bir alt tasnife tabi tuttuk. Konu Allah olunca, Allah'ın uluhiyetinden, sıfatlarından ve buna dair peşin hükümleri sıraladık ve delil getirerek tashih ettik. Aynı zamanda kemmi tahlillerde  yaptık.

                Devam etmekte olan incelerimizin tesiri görülmeye başladı. Bir çok müellif, kitabını tashih etmiştir; yayınevleri de düzeltme işine başlamış bulunuyorar. Çalışmamızı tanıtan  broşürlerimizi Almanya'nın 20 bin 200 okuluna gönderdiğimiz halde her okul bunun tedarikiyle karşılıkta bulunmadı. Dolayısıyla her okulda bir mevcutu bulunması hayalimiz gerçekleşmedi. Özellikle okulların ilgisizliği dikkat çekiciydi. Öğretmen geliştirme kurslarına iştirak ediyoruz. 20 Avrupa ülkesinde okul kitapları incelemeleri icra edilmesi, bizleri memnun edicdir. Buna dahil ülkelerde yerli ilim adamları ve müslümanlardan müteşekkil heyetler bulunmaktadır. Çıkış noktasına dönecek olursak şu ilginçlik gözlenir: Her ülkede oluşturulmuş heyetlerde Müslümanlar’ın Milli kimliği farklıdır.

                İngiltere'de Pakistanlılar Hanefilik, Fransa'da Kuzey Afrikalılar Malikilik, Avusturya'da karmaşık mezheplerden mütekkeb Müslümanlar heyetlerde mezheplerin gereğini dikkate alıyorlar. İşin böyle olmasında da bir propleme rastlanmıyor. Biz  bunda İslamiyet'in çekirdeğinde olan Tevhid ruhunu idrak ediyoruz. Bu hakikat çok kültürlü topluma iştirakimizin ön şartını teşkil ediyor.

                İstesek de istemesek de üstte kalmak için yukarıda sözü edilen Tevhid’den yola çıkmalıyız. Zaman bunu gerektiriyor. Halihazırda geri dönüşleri de hesaba katarak Avrupa'da kalıcı 20 milyon Müslüman yaşamaktadır. Bu insanlar Avrupalı Müslüman olacaklar, bunun başka imkanı yoktur. Bu insanlar Avrupai çevreyi, yani yaşadıkları ülke gerçeklerinin farkında oldukları gün o ülkede yaşamanın üstesinden geleceklerdir. Avrupa kültürüne açılmazlarsa, sesleri duyulamayacaktır. Bununla, insanlar dinlerini terketsin manası çıkarılmamalıdır. Çok kültürlü bir toplumda hakiki sorumluluk, yaşadığı ortamı bilmeyi gerektirir. Çevremin dil ve düşünce tarzlarını bilmeliyim. Avrupa kültürünü oluşturan dini, tarihi ve coğrafyayı bilmeliyim. Çok kültürlülük gerçeği İslamiyet için eşsiz tarihi bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirmek için yönümüzü yeniden tayin etmeliyiz. Tabiaten gelecek nesiller kıyafet, yemek kültürü ve edebiyat  gibi konularda menşelerini unutacaklardır, bunların yerlerine mesela Alman mahreçli kültür unsurları geçecektir. Bu değişimin tesiri de ergeç İslam ülkelerinde olacaktır. Bütün dinlerde halkın kendine mahsus inanç , gelenek ve göreneği olması bir gerçektir. Bir çok geleneğin İslam'la irtibatlandırıldığı görülüyor ki, hiç alakası yoktur.

                Müslümanlarda Türk, Arap, Fras gibi kimlikler kalacak ama, zaman içinde müslüman halkları ayırıcı kabul edilen hususiyetler kalkacaktır. Avrupa'da kalıcı müslüman çekirdek topluluğu yöbünü yeniden tayin etmeye mecbur olacaktır. Artık biz  olaylara bir Türk, Suudi veya Farslı gibi yaklaşmamız mümkün olmayacaktır.

                İslami düşünce tarzını yeni olanla münasebetlendirmedikçe, zıtlaşma devam edecektir. Mesele, İslami olguları Avrupai düşünce tarzına nakledilmesi meselesidir. Bunu yaparken her şeyden önce İslamiyet’in cihanşumul olgularını ortaya koymak icap eder. Mesela bir Mevlana'yı ister Türk, Fars, Pakistan'lı veyahut Endonezyalı olsun, herkes bilir. Kendi memleketinde Mevlana hakkında az çok bir bilgi edinmiştir. Mevlana'nın fikirleri Müslümanlar’ın müşterek malıdır. O, bir kültür dahisiydi.  Ve hiç kimse O’nun Tasavvuf ve Sufilik anlayışını reddetse de Mütefekkirliğini teslim edecektir. Bizim neslin vazifesi, işte o İslami ruhu canlı tutmaktır. Sonraki nesiller için Mevlana, bir referans kaynağı olamayacaktır. Çünkü Okullarda Kant, Goethe, Schiller ve Brecht'i okumaktadırlar. Bu kişilere karşı bir sözüm yoktur. Ne olursa olsun İslami bir bakış açısı muhafaza edilmelidir diyorum.

                Modernizm’den kasıt her tür gelenek ve usulü inkar etmek ise, bunu kabul edemeyecğim. Çünkü Müslümanlar’ın birliğini sağlayan bunlardır. Yine de yaşadığımız topluma ve diline bir köprü kurmalıyız. Müslüman olarak bir Goethe'ye Hristiyan'dan farklı bakacağım. Batı kültürüyle çatışmamızdan yeni bir dini ve kültürel kimlik doğacaktır. İşte bu olayda müslümanların geleceği belirlenecektir. Bu ameliyeye iştirak etmek aydınımızın asli vazifesidir. Değişik mezheplerin elverişli unsurlarının terkibi ve çekinmeden tatbiki şart olacaktır. Bu iş sadece dini bir mesele olmadığı için hocalarla sınırlı olmayacaktır. özellikle nesillerarası iletişimi korumak için çok çalışmak gerekmektedir. İslam kültürü Avrupa'da bir gerilim gösteremezse, anne babaların çocukların hayatı sorularına cevap veremeyecek ve bu suretle Müslümanlık çirkin Hristiyanların eli olamadan, kendiliğinden kaybolacaktır. Gördüğünüz gibi bütün gelişmelere dahil olmamız gerekmektedir. Yalnız vurgulamak isterim ki, her ne pahasına uyumluluk olamaz. Avrupa kültürüne islami ölçü ve değerlerin dahil edilmesi önemli bir husustur. Kadınlar başörtüsü bağlamak istiyorlarsa bunu yapsınlar ve böylelikle öz tavır ve kimliklerini izhar etsinler. Müslümanlar Avrupa'da azınlık konumunda ısrar etmeyip bağımsız bir topluluk olarak islami esaslara dayanan bir kültürel kimlik kazanmayı becerebilirlerse bu onları topluma daha fazla şekil verecek duruma getirecek ve mesuliyet sahibi kılacaktır. Müslüman olarak niye ülkenin vatandaşlığına geçmeyelim? Müslüman olarak yabancı olmadığımızı neden ortaya koymayalım."[3]

      

                Qur'an Üzerine:

                "Qur'an'ın özelliklerini yine kendisinden öğrenmemiz mümkündür. Qur'an, Kutsal Kitaplar içinde çok değişik bir karaktere sahiptir. Bu Kitap bir kerede yazılıp derlenmemiş, ayetleri 23 yıl boyunca değişik olaylarla ilgili olarak indirilmiştir. Bu, Qur'an'ın dinamik bir ruhu olduğunun  bir göstergesidir. Bunun anlamı şudur: Bu kitapdaki kurallara uyması gereken insanlar, bunlara körü körüne değil, üzerinde düşündükten ve tartıştıktan  sonra uyacaklardır. Çok önemli olan 3.nokta ise toplumsal düzenin söz konusu olduğu konularda, Qur'an'ın sebep göstermeden kısıtlama yapmamasıdır. Mesela, alkol içmeyi yasaklarken ya da başka bir konuda yasaklama getirirken mutlaka bunun sebeblerini ortaya koyar ve bu sebebleri halkın tartışmasına sunar. Bu başka hiç bir dini kitapta bulunmayan bir özelliktir.

                Bu şekilde Qur'an Arap dünyasında yayılmış ve bütün zorluklara rağmen bir sürü bağlıları olmuştur. Ama Muhammed a.dan sonra çok farklı olaylar olmuştur. Müslümanlar, Qur'an'daki bu dinamik ruh sayesinde büyük kültürleri ve Asya kültürlerini sayabiliriz. Bu sırada da dinamik ruhu sayesinde adeta yeni bir bina inşa etmişlerdir. Buna bugün aydınlatma zamanı denilmektedir. Bunun anlamı herşeyin doğmatik olarak ele alınmaması ve hem Müslümanlar için, hem de diğer dinlerle  olan ilişkilerinde geçerli olan kurallarda tartışma ve ispat etme mekanizmasının devreye sokulmasıdır. Bunun yapılabilmesi ise Qur'an'ın içindeki dinamik ruha borçludur.

                Qur'an'daki bilimlere gelince; İranlılarla , Hristiyanlarla ve Yahudilerle karşılaşıldığı zaman, Müslümanlar onların İslam dinine karşı olan yargılarını bu bilim lerden yararlanarak akılcı bir şekilde çürütmeyi başarmışlardır. Bu daha sonra gelişecek bir çok bilimin temelinin atılmasına sebeb olmuş ve bilim adamları buradan dünya görüşü ve toplum hayatı açısından çok önemli olan yeni prensipler çıkarmayı denemişlerdir.

                Toplumsal düzeni sağlayan prensiplere Fıqıh, yani hukuk prensipleri denilmektedir. Dünya görüşü ile ilgili olan kısım ise Kelam’dır. Bunlar o günden günümüze kadar gelmiş kavramlardır. 7.ve özellikle 8.yy.da İslam dininin diğer ülkelerin halklarıyla tanışması, çok olumlu bir biçimde olmuştur. Bunun anlamı, Müslümanlar’ın birçok bilim dalının temelini atmış olmalarıdır. Bunlardan bazıları İlahiyatla, bazıları ise Hukukla ilgilidir. Bu arada birçok ekoller oluşmuştur. Bunların arasından Mutezilik, Hanefilik, Malikilik, Şafilik ve Hanbelilik ekollerini örnek gösterebiliriz. Bunlar  günümüzde bile etkinliklerini sürdüren muazzam ekollerdir. Bundan daha da önemlisi, milli ya da İslami bir karakter değil de enternasyonel bir karakter taşıması açısından müslümanların diğer ülkelerin geçmiş kültür ve felsefeleri ile tanışmalarıdır. Bunun ardından Müslümanlar bir dizi bilimi dünya tarihine kazandırmışlardır. Felsefe, Matematik ve diğer bilimler bu sayede yeni bir biçime bürünmüş ya da yeniden doğmuşlardır dememiz mümkündür. Fakat buna karşılık ne yazık ki bütün ülkeler Arapça bilmiyorlardı.

                Türkler, İranlılar, Faslılar ve Arapçaya vakıf  olmayan diğer ülkeler kendi dillerinde bir şeyler öğrenmek  istediler. Burada Qur'an, yine etkisini gösterdi. Bilginler her alanda Qur'an'dan faydalandılar ve Edebiyat alanında, Tasavvufta, insanlar için, birçok eserler yazdılar. Düşünecek olursak, Qur'an olmadan edebiyatımızın var olmayacağını anlayabiliriz. Bütün zamanlarda yaşamış en büyük şairler ve Tasavvufçular Qur'an olmadan kesinlikle var olamazlardı. Bunlar Qur'an'dan geriye kalan ve İslami sınırları aşmış olan değerlerdir. Bildiğiniz gibi İslam Tasavvufu, tarihte ve günümüzde kendine çok önemli bir yer edinmiştir. Bu konuda adı verilebilecek bir kaç önemli halk vardır. Bunlardan 1. İranlılar, 2.Türkler, 3.Hintlilerdir. Bunlar Tasavvufun ruhunu Qur'an'dan hareket ederek şiirlerle öğrenme yolunu seçmişlerdir.İçlerinde okur-yazar oranının çok az olduğu bu halklar, şiirler sayesinde bu ruhu tanıma fırsastını elde etmiştir. Çünkü hepsi bu şiirleri ezberliyor ve böylece İslam’ın ruhunu başkalarına iletebiliyorlardu. Bu diğer dillerde rastlanmayan çok önemli bir özelliktir.

                İslam dünyasında ve İslam dünyasının dışında, İslam ve Qur'an'ın günümüzde ne kadar etkili olabileceği sorusu sık sık karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Qur'an'ın indirildiği dönemle, günümüz arasında hemen hemen hiç bir ortak yan kalmamıştır. İşte bu şekilde düşünmek yanlıştır. Bu sorunun cevabını düşünürken Qur'an'daki dinamik ruhu gözardı etmemeliyiz. Bu ruh sonuç olarak bir oluşu, bir kültürü ve medeniyeti meydana getirmiştir. Ve bunlar bugünde hala geçerliliklerini korumaktadırlar. Size bu konuda bir örnek verebilirim. Bugün bizim proplemimiz Qur'an'ın değil, Qur'an'ın dinamik ruhu esası üzerine kurulmuş olan ekollerin doğmatik hale getirilmesidir. Yaşadığımız bu günlerde, o zaman ortaya çıkan bu ekollerin bugün de proplemlerimizi çözebilecek durumda olmalarını bekliyoruz. Tabii bu imkansız bir şey. Peki buna nasıl bir çözüm getirebiliriz? Bizim iki büyük proplemimiz var. İslam geleneğini çok iyi bilen kişiler, dünyadaki ve insanlardaki değişiklikler hakkında çok bilgi sahibi oluyorlar. Bu değişiklikleri iyi takip edenler ise İslam geleneği hakkındaki ve insanlardaki değişiklikler  hakkında çok bilgi sahibi  oluyorlar. Bu değişiklikleri iyi takip edenler ise İslam geleneği hakkında pek bir şey bilmiyorlar. Bu bizim bir çözüm bulmamız gereken ana problemlerimizdir. nasıl bir çözüm bulunabileceğimizi de yine Qur'an'dan öğrenebiliriz.

                Qur'an'ın dinamik ruhu, bize yeni proplemlerden nasıl kurtulabileceğimizi belirli cümleler ve işaretlerle anlatır. Bugün birçok ülkede yaşayan İslam bilginleri, bunun bir gerçek olduğunu kabul etmiştir. Qur'an'dan faydalanarak çözümler ararken, zamanında Hanefilik, Malikilik, Şafilik ve Hanbelilik gibi ekollerden yeni yeni prensipler çıkarıp bunları yaşadığımız zamana uygulama fırastını da bulabiliriz. Böylece yeni bir hukuk sisteminin adımı da atılmış olur. Bu öğrenilmiş bilgilerle sınırlı kalmaması gereken bir çalışmadır. burada Tasavvufçulara ve Edebiyatçılara da büyük görevler düşmektedir. Yaşadıkları çağın proplemlerini algılamak ve onları Qur'an'dan faydalanarak çözmekle yükümlüdürler. Böylece toplumda yeni bir takım prensiplerin, görüşlerin ortaya çıkmasını da sağlamış olurlar. Bubu sadece belirli sayıda bilginden beklememek gerekir. Bunun bütün İslam ülkelerinde yapılması gerekir. Yani İranlılar, Türkler ve Araplar kendileri için böyle bir çaba içine girmelidirler."[4]

                "İslam ülkelerinde ve İslam ülkelerinin dışında, özellikle Avrupa'da şu soru daima gündemdedir: "Qur'an günümüz medeniyeti ve insanlığı için neler yapabilir?" "Böyle bir sorunun akıllara gelmesinin sebebi, Qur'an'ın günümüzden 1400 yıl önce indiğinin bilinmesidir. Buna rağmen Kur'an'ın günümüzde hala geçerliğini koruyabilmesi mümkün müdür? Bu soru ya da yargı kesinlikle yanlıştır. Sebebi de şudur:

                Qur'an'da doğmatik olmayan kurallar vardır. Bugün gördüğümüz doğmatizm, Qur'an'ın dinamnik ruhunu temel almış olan ekollerin doğmatik hale getirilmesi  ile ortaya çıkmıştır. yani buna mezheplerin doğmatikleşmesi de denilebilir. Biz, bu mezheplerin kendi zamanlarında çok etkili olduklarını biliyoruz. Bunlarda geçerli olan birçok değerler ve prensipler vardır ve bunları günümüzde uygulamak mümkün değildir. Öyleyse ne yapmamız gerekiyor? Bugün hem İslam geleneğini, hem de Batı medeniyetindeki gelişmeleri takip edebilen beyinlere ihtiyaç vardır. Bu iki konuya iyi bilen ve içinde yaşadığı zamanın proplemlerini çözmek için Qur'an'a başvuran kişi, orada birçok yeni cevaplar bulabilir. ve bu sadece müslümanlar için değil, genelde bütün insanlar için geçerlidir. Qur'an'da yer alan prensipler dinamiktir. Gelecekte yaşanacak olayları da içine alır şekilde düzenlenmiştir.

                Günümüzde birçok İslam ülkesinde bu doğrultuda hareket ediyoruz. Bilim adamları bu gerçeği farketmişlerdir. Ve artık birçok konuda Qur'an'a başvurmanın sağlıklı olduğunun bilincindedir. Bir örnek. Bildiğiniz gibi Mısır'da 4 ana mezhep olan Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbelilik'ten günümüze uyarlanabilecek en iyi prensipleri alma yöntemini kullanılmıştır. Bugün çok sözü geçen prensiplerden biri Maslaha prensibidir. Maslaha, barış ve asayiş ile ilgilidir. Günümüzde bunu sağlayabilmek için Qur'an'a ve İslam dinine ters düşmeden bir takım yeniliklerin yapılabileceğini savunan bir prensiptir.

                Bu mümkündür ve denenmiştir. Bizim İslam dünyasında hristiyanlarda olduğu gibi bir merkezimiz yoktur. yani bir şeyi yazı diğer Müslümanlara gönderme şansına sahip değiliz. Bu bir taraftan bir dezavantaj teşkil ederken, diğer yandan da tekelciliği önlemesi açısından bir avantajdır."

      

                Türkiye'liler Hakkında:

                "Size biraz Türkiye'den bahsetmek istiyorum. Türkiye'deki gelişmeler, İslam dini ile hiç bir ilgisi olmayan ve sadece halkın inançlarında var olan bu türden bazı engelleri ortadan kaldırmayı başardı. Şu anda Türkiye'de sadece Türk halkı için değil, bütün İslam dünyası için yeni bir esas teşkil edebilecek bir temel bulunmaktadır. Türkiye'deki meslektaşlarıma bu şanslarını mutlaka kullanmaları gerektiğini her zaman söyleyegelmişimdir. Ama dışımızdaki dinler, özellikle Batı dünyasında laikleştirme hareketinin sonucunda ruhunu, nüvesini kaybetmiştir. Hristiyanlarda olduğu gibi protestanlarda da aynı durum söz konusudur. Bir hristiyan  , hristiyan olarak nasıl davranması gerektiğimi bilmez. Saf bir meditasyonla kendine dönmek kontrol edilebilir bir davranış değildir. Ve dışarıya kesinlikle belirti vermez. Qur'an bunu hala yapabilmektedir. Bu kitapta geçen hareketler, bunlara bağlı ahlak anlayışı ve hisler, İslam toplumlarında hala geçerli olan kavramlardır. Buradan hareketle dünya için yeni çözümler bulunabilir. Tabii bunun için toplumdaki ekonomik ya da hukuki proplemlere yeni yorumlar getirilmesi gerekir. Ancak bu şekilde önce İslam dünyası için memnun edici çözümlere ulaşılabilinir...

                Size daha iyi bir örnek vermek için Türkiye'yi ele alalım. Bu ülkedeki gelişme İslamın bazı prensiplerinin daha yumuşak uygulanmasına, bazılarının ise tümüyle ortadan kalkmasına sebeb olmuştur. Yani Türkiye'de  yeni bir başlangıç yapılması mümkündür. Bu şekilde, dünyadaki gelişmeleri takip ederek, yeni bir toplumsal, hukuki ve ekonomik düzenin kurulması son derece mantıklıdır. Tabii bu düşünce sadece islam  ülkeleri için geçerli olan bir düşünce değildir. Batı dünyası ve geleneğinde de bundan faydalanılması mümkündür. Biliyorsunuz, Hristiyanlık laikleştirilmesi sırasında içeriğinden çok şey kaybetmiştir. Aynı şey Protestan Kilisesi için de geçerlidir. Bu durumda iş, kontrol edilmesi mümkün olmayan bir Meditasyona kalmaktadır. Hiçbir Hristiyan bir Hrıstiyan olarak nasıl davranması gerektiğini tam olarak bilememektedir.

                İslam dininde ise içeriğin yanı sıra gelenek açısından da hiç bir kayıp yoktur. Ahlak prensipleri yönünden de günümüzde bile hala geçerli kurallara sahiptir. Bu durumda herşeyi belirli sayıdaki bilginden beklememek lazımdır. Tasavvufçular, yazarlar ve bu konuda hayret göstermelidirler. Bugün bunlar, günümüzde insanlığın gösterdiği gelişime paralel olarak, Qur'an'da cevaplar arayabilir ve buldukları bu yeni cevapları insanlığa sunabilirler. Çünkü İslam dünyasında herkes, Qur'an'ı araştırmak için yeterli dil bilgisine sahip değildir. Ama bir şair, bir edebiyatçı ya da bir bilim adamı bunu kolaylıkla yapabilirler. Bugün Qur'an'dan insan hakları ve dinler arasındaki hoşgörü ile ilgili birçok konuda yararlı bilgiler almak mümkündür. Bu kişiler çevreyi kazanmak için, Qur'an'dan alınan argümanları edebiyatta, şiirde kullanmak suretiyle , içinde bulundukları zamana uygulayabilirler. Basın da bunu desdeklemekle görevlidir."

      

                Alman Okul Kitaplarında islam:

                "Kısaca tanıtmaya çalışacağımız  A.Falaturi'nin bu araşrırmasında, ne tür yanlış bilgilerin verildiği, çarpıtmaların tapıldığı teker teker incelenmekte ve değerlendirmelere tabi tutulmakta. Yanlışlara cevapların yanında çarpıtmaların, yanlış yorumların boyutları da sergilenmekte.

                Müslümanların, Batı'nın İslam hakkındaki yanlış değerlendirmerli, önyargıları karşısında ilmi analizlerle çıkılması gerektiğini vurgulayan Falaturi "Alman Okul Kitaplarında islam" dizi araştırmasının Batılı insana İslam'ı anlatmakta, tanıtmakta önemli adımlardan biri olarak görmekte. Bunun yanında tarihte ve günümüzde islamın genel kaynaklarında tanımlandığı şekilden her zaman sapmalar gösterdiğini, günümüzde ve geçmişte İslam adına yaşananları, yaşatılanları islam'ı değerlendirmede ölçü olamayacağı gerçeğine de parmak basmakta. Ve islam'ı kendi içinde anlamanın yolunun ise, temel kaynaklardaki bilgilere başvurmaktan geçtiğini vurgulamakta.

                Bu çalışmanın önemi, Batılı insanın islam hakkındaki bilgilerini eğitim öğretim ve kitle iletişim araçlarının sunduğu önyargılar üzerine oturtulmuş bilgilerle oluşturduğu göz önünde bulundurulursa, daha bir artmaktadır.

                Bu araştırmanın yönetimini A.Falaturi ile Udo Tworuschka yürütmektedir. Araştırmanın insiyatifi de İslam Akademisi'nin elinde. Akademi sadece Alman okul kitaplarında islam temasının nasıl işlendiği ile kalmayıp çeşitli  Avrupa ülkelerindeki okul kitaplarının incelenmesi içinde girişimlerde bulunmakta. Ayrıca okul kitaplarının yapılan analizleri Falaturi tarafından İngilizce ve Arapça'ya da çevrilmiş.

                Serinin hazırlanmasına İslami bilimler, eğitim ve din bilimleriyle uğraşan çok sayıda akademisyen katılmış. Dizi George Eckert Enstitüsü uluslararası Okul Kitapları serisinde yayınlanmakta. Dizinin ilk kitabı olan "Tarih Kitaplarındaki İslam Temasının Analizi" 1986 yılında yayınlanmış. Dizinin 8. kitabı olan "dersde İslam" ise 1991 Sonbaharında, 36 bin baskı yapmasına rağmen iki hafta içinde mevcudu kalmayınca 92 nin başlarında 2. baskısı yapılmış. Bu çalışmanın yanında araştırmalar sürmekte. Okullarda okutulan kitapların yeni baskılarında, belirtilen yanlışlıkların düzeltilmediği araştırılmakta. Dizide yer alan kitapların isimleri şöyle:

       1.Tarih Kitaplarındaki İslam Temasının Analizi, Monika Tworuschka

       2.Protestan Din Dersi Kitaplarındaki İslam Temasının Analizi, Udo Tworuschka

       3. Katolik Din Dersi Kitaplarındaki İslam Temasının Analizi, Hans Vöcking, Hans Zirker, Udo Tworuschka, A.Falaturi

       4.Coğrafya Kitaplarındaki İslam Temasının Analizi, Gerhard Fischer

       5.Eyaletlerin Eğitim Öğretim Planlarında ve Yönetmeliklerindeki İslam Temasının Analizi, Herbert Schultze

       6.Bütün diziye ait Fihrist ve Literatür, Klaus Braun

       7.Okul İşitsel-görsel Medyasında İslam, Michael Koschinski

       8.Derste İslam,A.Falaturi, Udo Tworıschka.

                Analiz edilen Tarih, Coğrafya, Katolik ve Protestan din dersi kitaplarında çeşitli boyutlarıyla işlenen islam teması kategorilere ayrılarak sıralanmakta. Bu sıraya göre Okul kitaplarındaki yanlış bilgiler, çarpırtmalar, alaylar belirtilmekte ve kritize edilmekte.

                3.Kitab'ta Okul Kitaplarında işlenen temaların hakkında temel bilgiler verilmekte. Bu bölümde sırasıyla şu konular detaylıca ve bir müslüman duyarlılığıyla işlenmiş.

                Allah/İlahiyat, Allah, İslam, Qur'an, Muhammed, Ümmetin islam dünyası için anlamı, Allah'ın halifesi olarak insan ve Allah'a ve ümmete karşı sorumluluğu, müslüman yoplumun düzen prensibi olarak Şeriat, ideal İslam Devletinin kurulmasındaki zorluklar, İslam toplumunda kadının konumu, kadın ve kamu , hakim ve şahid olarak kadın gibi temel konular İslam'ın bütüncül olarak anlaşılmasına yardım etmekte.

                Medya tarafından sürekli olarak gündeme getirilen İslam fobisi karşısında; bu araştırma yaygınlaştırılırsa, İslam temasını ister okul kitaplarında, isterse iletişim araçlarında işleyen yazar ve muhabirlerin, İslam konusunda ne kadar cahil, önyargılı, belli odakların kontrolü altında oldukları görülebilecektir.

                Dizinin özellikle 3. kitabı bizlere, İslam mesajını gayri Müslimlere sunarken yardımcı olacaktır. Ayrıca serinin her okul kütüphanesinde bulundurulması girişiminde bulundurulması Müslüman öğrenci ve velilere görev düştüğü kanısındayız. Son olarak bir temenniyi gündeme getirerek,, bitirelim. İslamın akıdevi ve siyasi boyutunu gündeme getirecek, Batı Avrupa insanının gündemine sokabilecek çalışmalar yapılması gereklidir.  Konuştuğumuz dilde meselelerin halk tarafından kavranılması için gerekli ve yaşadığımız ülkelerin dilinde çalışmalar yapacak, İslamnın anlaşılmasında çalışacak, özellikle bu konuda kitap, broşür yayınlayıp yaygınlaştırmaya çalışacak birimlere ihtiyaç var. Özellikle bu konuyla ilgilenecek birimler oluşturmak gerekir. ve maddi, manevi fedakarlıklarla bunun istesinden gelinebileceği kanaatindeyiz. Yeterki koordineli bir şekilde, görev taksimi yapılarak çalışmalar başlatılsın. Avrupa'da yaşayan müslümanlar açısından elzem bir mesele oalrak karşımızda duruyor böyle bir girişim." [5]

 

       Almanca olarak yayınladığı makalelerinden bazıları:

 

·                                                       ·       Der Islam - Religion der rahma, der Barmherzigkeit                                   

·                                                       ·       Toleranz und Friedenstraditionen im Islam                                                

·                                                       ·       Sind westliche Menschenrechtsvorstellungen mit dem Koran vereinbar?      

·                                                       ·       Dialog zwischen Christentum und Islam                                                   

·                                                       ·       Grundkonzept und Hauptideen des Islam                                                 

·                                                       ·       Antworten des Koran      

·                                                       ·       Avicennas grundlegende Gedanken zu den Prinzipien des Rechtes und der Ethik   

·                                                       ·       Beitrag zu Grundzügen der islamischen Geschichte                                  

·                                                       ·       Fundamentalismus         

·                                                       ·       Gemeinsamkeiten und Unterschiede zwischen Bibel und Koran

·                                                       ·       Gerechtigkeit im Islam    

·                                                       ·       Das Grundkonzept und die Hauptideen des Islam                                     

·                                                       ·       Gott und Mensch aus islamischer Sicht                                                   

·                                                       ·       Hermeneutik des Dialoges aus islamischer Sicht                                      

·                                                       ·       Islam und Abendland Verbindendes und Trennendes                                 

·                                                       ·       Islam und Moderne — eine Religion in der Defensive oder im dynamischen Aufbruch?         

·                                                       ·       Der Islam - Eine Religion mit gesellschaftlichem und politischem Engagement        

·                                                       ·       Islam als Lehre und gesellschaftliche Wirklichkeit                                     

·                                                       ·       Der Islam im Gespräch mit dem Christentum                                            

·                                                       ·       Das islamische Recht hier und heute                                                       

·                                                       ·       Kurzer Überblick über die islamische Auffassung                                      

·                                                       ·       Die Stellung der Frau im Islam                                                                

·                                                       ·       Übersicht über Dokumente und Schriften von Prof. Falaturi                        

 

 

 



[1]          Değer Işığında Kant Ahlakı’nın Yorumu Üzrine). Bonn 1962;

[2]          Yunan Felsefesi’nin İslam Düşüncesi Yoluyla Değişimi, Köln 1973;

[3]          Die Brücke dergisinde yapılan Mülakat/ç.  Kadir Akkaya,1992 Yeryüzü

[4]          Tahir Yücel'in kitabından

[5]          T. Şimşek: Değişim, sayı 2