KUR’ÂN-I KERİM’DE NESH KAVRAMI HAKKINDA
BİR DEĞERLENDİRME·
(
İbnu’l Bârizi (738 H.)’nin Kur’ân’ın Nâsih ve Mensûhu Adlı Eseriyle Mukayeseli
Bir Analiz )
Yrd. Doç. Dr.
Cüneyt EREN
Atatürk Üniversitesi Fen-Edb. Fakültesi
Doğu Dilleri ve Edebiyatı Bölümü
SUNUŞ
Bu araştırmamızda İbnu’l Bârizi (738 H.)’nin
Kur’ân’ın Nâsih ve Mensûhu adlı eseri esas alınarak
· bu paralelde Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen “nesh” teriminin mahiyeti hakkında
durulacaktır. Gayemiz konu hakkında uzun süredir yapıla gelen tartışmaları
yinelemek değil, kavram karmaşası yaşandığı günümüzde neshin ispat ve nefyi
arasındaki ortak noktaya ulaşmak olacaktır. Bu meyanda:
Müellif ve eserleri hakkında genel bir bilgi,
Kitabının belli başlı özellikleri,
Nesh hakkındaki genel görüşleri,
Neshin lügat ve istilah manaları,
Kur’ân’da nesh kelimesinin kullanıldığı yerler ve Kur’ân’ın
bu lafza taşımış olduğu mâna,
Mensuh iddia edilen bazı ayetler hakkında örnek sadedinde
değerlendirme,
Yukarıdaki maddeler ışığı altında nesh hakkında genel bir
değerlendirmeyi başlıklar altında ele almayı düşünüyoruz.
GİRİŞ
Araştırmamıza konu edilen eser Hibetullah b. Abdirrahim b. İbrahim
Şerefuddin İbnu’l Bârizi (H. 738 )’nin “Nâsihu’l Kur’âni’l Aziz ve Mensûhihi” adlı
eserinin Bağdat Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Hatim Salih ed-Damin tarafından
yapılmış tahkikli nüshasıdır. Eser Müessesetu’r-Risale tarafından 1983 yılında
Beyrut’da ikinci baskısını yapmıştır.
MÜELLİF
Müellifin adı Hibetullah b. Abdirrahim b.
İbrahim olup Şerefuddin İbnu’l Bârizi olarak tanınmaktadır. “El-Bârizî”
kelimesi Bağdat’ın mahallelerinden biri olan (Bâbu Ebrez) den gelmektedir.[1]
Hama şehrinde H.
645 senesinde doğmuştur. Babasından, dedesinden ve Şeyh Necmuddin el-Farusi’den
ders almıştır. Nahv ilmini de
İbn Malik et-Tai’den okumuştur. Şeyh İzzeddin b. Abdisselam, Şeyh Necmuddin
el-Bâdirâi, el-Hafız Reşiduddin el-Attâr ve Ebu Şâme gibi ulema ona icazet
vermişlerdir.
Şam diyarında Şafii mezhebinin meşihatlığı ona
kadar ulaşmıştır. Kendisine ilim tahsili için civar beldelerden yolculuklar
yapılmış, (Tabakâtu’ş-Şafiiyye) sahibi el-Esnevi ve (Mir’âtu’l Cinân) adlı kitabın sahibi el-Yâfii gibi ulema
onunla yazışmıştır. El-Esnevi’nin el-Bârizi’ye yüz mesele sorduğu, onun da
verdiği cevapları daha sonra (el-Mesâilu’l Hamaviyye) diye adlandırdığı kitaba
aldığı bilinmektedir.
el-Berezâli ve ez-Zehebî gibi alimler
kendisinden işitmişlerdir. İbn Tagrbek ve el-Berezâli’de ondan bir çok meşihat
tahriç etmiştir. Ez-Zehebî onun hakkında: “Şeyhu’l ulema ve
islam alimlerinin son kalıntılarından olup; ibadeti,dini, tevazusu,
inceliği ve ahlakı ile birlikte bir çok eser vermiştir. Tabiatında zerre
mikdarı kibir bulunmaz, salihler hakkında saygı ve hüsnü zan sahibidir. ” der.
El-Esnevî: “İlimde rasih bir imam, hayır sahibi, salih, ilmi sevip
neşreden, ehline karşı iyilik yapan, çok sayıda eseri olup ilim tahsili için
kendisine yolculuklar yapılmış birisidir.” der.
Hama şehrine kadı olmuştur. Mısır diyarına da
kadı tayin edildiği halde kabul etmemiştir. Ömrünün sonlarına doğru gözleri
görmemiş, Hicri 738 senesinde de vefat etmiştir.[2]
ESERLERİ
İbnu’l Bârizî ekseriyeti henüz
yazma olan bir çok eser bırakmıştır:
1-el-Esâs fi Marifeti İlâhi’n-Nas
(Keşfu’z-Zünûn).
2-el-Ahkam alâ Ebvâbi’t-Tenbih
(Nüketu’l-Hemeyân).
3-İzhâru’l Fetâvâ Min Esrârı’l Hâvi ,Yazma
(el-A’lâm).
4-Bedîu’l Kırân (Nüketu’l-Hemeyân, Tabakâtu’l
Kurrâ).
5-Temyîzu’t-Ta’cîz (Tabakâtu’l Müfessirîn;
Miftâhu’s-Seâde).
6-Tevsîku Aryi’l-îmân Fi Tafsîli
Habîbi’r-Rahmân, Yazma (A’lâm).
7-Teysîru’l Fetâvâ Fî Tahrîri’l-Hâvî, Yazma
(A’lâm).
8-Hallu’l-Hâvî (Mir’âtu’l-Cinân, el-Bedru’t-Tâli,
Tavdîhu’l-Hâvî).
9-ed-Durretu Fî Sıfati’l-Hacci ve’l-Umre
(Tabakâtu’l Müfessirîn).
10-Rümûzu’l-Künûz,Yazma (A’lâm).
11-Ravdâtu’l-Cinân Fî Tefsîri’l-Kur’ân (Tabakâtu’l Müfessirîn).
12-ez-Zübdetu Fi’l-Fıkhi
(Nüketu’l-Hemeyân,ed-Dureru’l-Kâmine).
13-Şerhu’l-Behçe (Tabakâtu’l Müfessirîn).
14-Şerhu’l-Hâvî (Nüketu’l-Hemeyân,
Miftâhu’s-Seâde).
15-Şerhu’l-Mücerred (Tabakâtu’l
Müfessirîn,Hidâyetu’l-ârifin, el-Mindadu Fî Şerhi’l-Mücerred).
16-eş-Şir’atu Fî Kıraâti’s-Seb’a, Yazma
(el-A’lâm).
17-el-Arûd (Nüketu’l-Hemeyân,Tabakâtu’l-Kurrâ).
18-Garîbu’l Hadîs (Nüketu’l Hemeyân ve
Tabakâtu’l Müfessirîn).
19-el-Ferîdetu’l Bâriziyye Fî
Halli’ş-Şâtibiyye, Yazma (el-A’lâm).
20-el-Mübtekiru Fî’l-Cem’i Beyne
Mesâili’l-Mahsûl ve’l Muhtasar, (Tabakâtu’l Müfessirîn).
21-el-Müctebâ (Tabakâtu’l Müfessirîn,
Şezerâtu’z-Zeheb).
22- el-Müctebâ (Şezerâtu’z-Zeheb).
23-el-Mücerredu an Mesnedi İmami’ş-Şâfiiyye
(Tabakâtu’l Müfessirîn).
24-Muhtasaru’t-Tenbîh
(Nüketu’l-Hemeyân,Tabakâtu’l-Kurrâ).
25-Muhtasaru Câmiu’l – Usûl (Tabakâtu’l-Kurrâ,
Tabakâtu’l Müfessirîn, Tabakâtu’s-Subkî, Tertîbu Câmiu’l- Usûl,
Miftâhu’s-Seâde, A’lâm).
26-Muhtasaru Kitâbu’t-Teysîr
(Tabakâtu’l-Kurrâ).
27-el-Mesâili’l-Hamâviyye, Yazma (Fehrisu’l
Mektebetu’l Ezheriyye bi Mısır).
28-el-Mugnî (Tabakâtu’l-Kurrâ, Miftâhu’s-Seâde).
29-el-Menâsik
(Nüketu’l-Hemeyân,Tabakâtu’l-Kurrâ).
30-en-Nâsihu ve’l Mensûh [3](Nüketu’l-Hemeyân,Tabakâtu’l-Kurrâ).
31-el-Vefâ Fî Ehâdîsi’l-Mustafâ (Tabakâtu’l
Müfessirîn, Şezerâtu’z-Zeheb, Nüketu’l-Hemeyân, Miftâhu’s-Seâde).
NASIHU’L KUR’AN’İL
AZİZ VE MENSUHİHİ” ADLI KİTABININ ÜSLUBU
“Müellif kitabının önsözünde eseri niçin kaleme
aldığını açıklar. Sonra “nesh, nâsih ve mensûh” tabirlerinin tariflerini yapar.
Ardından nâsih ve mensûhun çeşitlerini
zikreder. Sonra “Seyf ve kital” ayetlerini, bir çok ayeti nesh etmesindeki
önemlerine binaen özellikle inceler. Kendine has bir üslupla her sure başında
nâsih ve mensûh olan ayetleri zikreder. Mensûh olanları (Mim), nâsih olanları
(Nun) harfleri ile rumuzlar. Ardından sırayla önce Tevbe 5(Seyf ayeti) ile nesholmuş ayetleri, daha sonra “kital ayetleri” ile nesholmuş olanları,
ardından aynı surede geçen ayetle nesholmuş ve nihayet başka bir surede geçen
bir ayetle nesholmuş ayetleri zikreder. Müellif bu uygulamayı kitabının
başından sonuna kadar aynen sürdürür.
Nâsih veya mensûh olmayan ayetleri de
muhkem kabul ederek işaretle yetinmiştir. Müellif kitabını Mekki-Medeni sureler
hakkındaki bir bahisle bitirmiştir.”[4]
NESH HAKKINDAKİ
GENEL GÖRÜŞLERİ
İbnu’l Bârizî nesh ilmini “helal ve haramı
öğreten, Allah kelamının tefsirinin yapılabilmesinin ona bağlı olduğu bir ilim”
olarak tasvir eder. Neshi tarif ederken önce Kur’ân’daki kullanımdan delil
getirerek lügatta manasını “raf etme, kaldırma” olarak verir. Kur’ân’daki
anlamlarını da;
1-Yazının
kaydedilmesi ve naklolması “İşte
kitabınız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep
kaydediyorduk." (denir).”[5]
2-Sabit
olan bir hükmün başka bir hitapla kaldırılması. (Yani bu hitap olmasaydı
bir önceki hüküm kalıcı olacaktı.) şeklinde özetler.
Daha sonra bu ilmin usûl yönüyle ilgili klasik
bilgiler verir:
“Nasih,
hükmü kaldırandır. Hükmün ve o hükümle yapılan amelin kaldırılması işlemi de
Mensûh şeklinde adlandırılır ve üç kısımda incelenir:
1-Hükmün
ve tilavetin neshi,
2-Hükmün
bâki kalarak tilavetin nesh edilmesi,
3-Hükmün
neshedilip tilavetin bâki kalması.”[6]
Nâsihi dört kısımda ele alır:
1-Kitabın
kitabla nesholmasıdır. Vukû bulması caizdir.” Biz bir âyetten her
neyi nesheder veya ertelersek, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz.
Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir.” [7]
ve “Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman Allah
ne indirdiğini pek iyi bilmiş iken kâfirler Peygambere: "Sen, ancak bir
iftiracısın" dediler. Hayır öyle değil; onların çoğu bilmezler.”[8]
ayetlerinde beyan edildiği gibi.
2-Sünnetin
kitabla nesholmasıdır. Vukû bulması caizdir. Çünkü Hz. Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) önce Âşûre günü orucunu emretmiş daha sonra bu
oruç “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan,
hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur'ân onda indirildi. Onun için
sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut
yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size
kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu
gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.”[9]
ayetiyle nesholmuştur. Diğer bir rivayette “Onlarla nasıl sözleşme olabilir ki,
sizin aleyhinize ellerine bir fırsat geçse, hakkınızda ne bir antlaşma
gözetirler, ne de bir yemin. Dil ucuyla sizi hoşnud etmeye çalışırlar, fakat
kalbleri o kadarına da razı olmaz. Zaten onların çoğu fasıktırlar.[10]
ayeti nâzil olduğunda Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ben de 70 in
üzerinde istiğfar ederim” demiş hemen ardından “Onlara mağfiret dilesen
de, dilemesen de onlar için birdir. Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü
Allah, yoldan çıkmış bir toplumu yola iletmez.” [11] ayeti nâzil olarak bu sözü
nesholmuştur.
3- Sünnetin
sünnetle nesholmasıdır. Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) in
“Daha önce kabirleri ziyaret etmenizi
yasaklamıştım. Bundan böyle ziyaret edebilirsiniz” hadîsi ile vukûu câizdir.
4- Kitabın sünnetle nesholmasıdır. Ebû
Hanîfe’ye göre câizdir. Şâfilere göre vukûu mümkün değildir.”[12]
Yukarıda özetle sunmaya çalıştığımız müellifin nesh
çeşitleri hakkındaki görüşlerinden sonra sonra neshle ilgili usûl bilgileri
vermiştir. Bunlarda aşağıda görüleceği üzere
bilinen klasik bilgilerdir:
“Bil ki nâsih mensûhtan nüzulu daha geç olandır. Ancak
mushafa kaydedilmesi mensûhtan önce olabilir. Bu sebeble sure içlerinde Mekkî
ayetler Medenî olanlardan daha sonra gelebilir.
Nâsih ancak Medenî olabilir. Ancak Mekkî veya Medenî’nin
nâsihi ise nüzulu diğerinden daha önce olandır.[13]
İçinde “Kellâ”
tabiri olan her sure Mekkî’dir. Bakara ve Âl-I İmrân dışında huruf-u mukatta’a
ile başlayan bütün sureler de Mekkîdir. Ra’d suresinde ise ihtilaf vardır.
Bakara suresi dışında içinde Âdem (a.s) ın kıssası olan
bütün sureler Mekkîdir.
İçinde kıssaların veya “ Yâ eyyühellezîne âmenû “ yerine “ Yâ eyyühe’n-nâs” tabirinin bulunduğu bütün surelerin de Mekkî
olduğu söylenmiştir.
Bakara, Âl-I İmrân, Nisa, Mâide, Enfâl, Tevbe, Nûr,
Ahzab, Kitâl, Fetih, Hucurât, Hadîd, Tahrîm suresinin sonuna kadar, Lem yekun[14], Nasr, Felak ve Nâs surelerinin Medenî oldukları görüşü şöhret
kazanmıştır.
Buna mukabil Fatiha, Ra’d, Hacc, Saff, İnsan, İhlas
sureleri hakkında hilaf vardır. Diğerleri ise Mekkîdir.”
[15]
Yukarıda
özet halinde vermeğe çalıştığım bilgilerin ışığı altında genel bir
değerlendirme yapacak olursak;
İbnu’l Bârizî özellikle “Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız
öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp
zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.”[16]
ve “Doğrusu, Allah katında ayların sayısı
oniki aydır. Gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında (böyle
yazılmıştır). Bunlardan dördü haram aylardır. Bu da doğru olan dinin
hükmüdür. Bu sebeple bunlar hakkında nefislerinize haksızlık yapmayınız.
Müşrikler size karşı topyekün savaştıkları gibi siz de onlara karşı topyekün
savaş açın. Ve iyi bilin ki, Allah müttakilerle beraberdir.”[17] ayetlerini nâsih olduğuna hükmederek,
genelde müşriklerle barışı öngörüp sabrı tavsiye eden ayetleri mensûh saymış
ve bunun tabiî neticesinde Kur’ân-i
Kerîm’in kendi bünyesinde mensûh ayet
sayısını toplam -249- olarak belirtmiştir.[18]
Ona göre Mensûh ayetler bazı istisnalar ile11 sûre içinde 23 yerde vukû
bulmuştur. Toplam Mensûh olan yerlerin sayısı 249 dur. Nâsih ayetler 37 sûre
içinde 108 yerde vukû bulmuştur. Bazen bir ayet bir kaç ayetle nesholmuş bazen
de bir kaç ayet bir ayetle nesholmuştur. Bu rakam kendisinden önce gelmiş ve
geçmiş araştırmacıların zikrettikleri sayılara nisbetle oldukça kabarık
sayılır.[19]
Bunun sebebi müellifimizin
nesh anlayışından gelmektedir. Ona göre “nesh” Kur’an bünyesinde mutlak manada şer’i bir hükmün başka bir şeri hükümle
değiştirilmesi olduğundan bu anlayışının tabii sonucu olarak farklılık
arzeden lahik hüküm sabıkına göre nâsih olmuştur.[20] Oysa bu hükümlerin “mutlakın takyidi, ammın tahsisi, mübhem ve mücmelin tebyini”
gibi hususiyetleri olabileceği gibi, her ayetin kendi şartları içerisinde
değerlendirilmesi gereği de hesap edilmelidir. Bu şartların tekrar vuku bulması
durumunda mensûh olduğu iddia edilen ayetlerin tekrardan geçerli olması söz
konusu olacaktır. Ayrıca bu iki ayetle nesholduğu iddia edilen ayetlere
dikkatle bakıldığında her birisinin ortak yanının şart ve ortamla ilgili siyasi
konjuktüre karşı davetin bir şekli ve üslubu olduğu, veya müşrikleri tehdit
içerdiği görülecektir. Her birisi için genelleme yapılarak nesholdukları
iddiası kanaatimizce isabetli olmasa gerekir. Kanaatimize göre “Biz bir âyetten
her neyi nesheder veya ertelersek, ondan daha hayırlısını yahut mislini
getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir.” [21] ayetinde sözü edilen “nesh” den murad ta genel anlamda Kur’ân içindeki
hükümlerin kaldırılması değil, Kur’ân’ın gelmiş-geçmiş şeriatların hükmünü
kaldırması olmalıdır. Veya Kur’ân’da sözü edilen nesh lafzının lügat manası ile
Kur’ân’ın kastetdiği anlam tekrardan irdelenmesi gerekmektedir.
NESHİN LÜGAT VE TERİM ANLAMLARI
Nesh lafzı lügatlerde birbirinden farklı olarak
özetle; değiştirmek, izale etmek ve nakletmek[22],
tebdil etmek, yani bir şeye gayrisini halef yapmak, ilga ve ibtal etmek
manasında kullanılmıştır. “Güneş gölgeyi neshetti” (giderdi)cümlesi de
yukarıdaki mânalara örnek sadedinde zikredilir. [23]“Ruhların
bedenden bedene göçü hurafesi için kullanılan “tenasüh” (geçişmek) ile, bir
kitabı çoğaltmak, kopyesini çıkarmak manasında “istinsah” ve bir kitaptan
istinsah edilmiş suretler için kullanılan “nüsha” kelimeleri de “nesh”den
türemedir.”[24] Konumuzla
ilgili bir diğer ayette, “Muhakkak sizin
işlediklerinizi yazıp çoğaltıyorduk (istinsah ediyorduk)” [25] denilmektedir. Buradan da nesh lafzının
“istinsah” (kopye) bağlamı hissedilmektedir.
İstilahta
ise genel olarak Kur’an
bünyesinde mutlak manada şer’i bir hükmün başka bir şeri hükümle
değiştirilmesi, veya Kur’ân-ı
Kerîm’in önceden vaz ettiği bir hükmü kaldırarak, yerine başka bir hüküm
getirmesi olayına nesh denile gelmiştir. “Geçici tedbir niteliğinde
düşünülmüş ve teklif edilmiş hususların yine aynı tabiîlik içerisinde
kaldırılması da” denilmiştir.[26]
GENEL
DEĞERLENDİRME
Arapça’da bir lafzın kelime ve istilah manâları en doğru şekilde
müştakları ile birlikte değerlendirilerek anlaşılır. Ne-se-ha sülâsi kökünden
gelen nesh lafzının diğer müştaklarıyla irtibatlandırılması da bu açıdan
gerekmektedir. Yukarıda zikrettiğimiz Nesh lafzının semantik yönü ele alınacak
olursa yukarıda naklettiğimiz farklı anlamların (izale, iptal, ilga, değiştirme,
nakletme, bir şeye gayrisini halef yapmak) kesiştiği ortak nokta “değişim” olmalıdır. Bu zahiri değişim
terim anlamında özetle “şer’î bir hükmün
kaldırılıp yerine başka bir şer’î hüküm getirme” olarak kullanılmıştır.
Olay da genel hatlarıyla bu şekilde özetlenebilir. Ancak “hükmü kaldırmak anlamında doğru olan” neshin bir önceki hükmü
tamamen iptal şeklinde algılanması ve ona şartlanılması kanaatimizce önyargılı
bir yaklaşımdır.
Câsiye 29 ayetinde zikredilen “istinsah” lafzı
da yukarıda zikrettiğimiz manada anlamını bulan nesh lafzıyla ilişkisi
olmalıdır. Ali Ünal bey konuyla ilgili yapmış olduğu latif değerlendirmede
şöyle der: “Varlık alemine inen her şey, arkasında değişik derecelerde
kopyesini bırakır. Meselâ bir çiçek, çok sayıda tohumunda yaşamaya devam ettiği
gibi, kendisini görenlerin zihinlerinde de yaşamaya devam eder. Yani onun
hayatı tohumunda hülâsa edilmiş olup, o tohumlardan çıkacak çiçeklerde
ya-şamayı sürdürür.”[27]
Bir diğer tabirle nesh yüklenmiş olduğu mesajı indi hâcette tekrardan
kullanılmak üzere kendinde muhafaza etmektedir.
Mütevatir olan İbn Kesir ve Ebu Amır
kıraatlerinde ayette geçen “erteleme” manasındaki “nense’ha” ifadesi de bu
görüşümüzü desteklemektedir.[28]
Sadece yukarıya nakledilen lügat anlamlarına sadık kalınarak “nesh” kelimesinin altındaki değişim
irdelenecek olursa bu değişimin klasik nesh anlayışından farklı yorumlanması
mümkündür. Değişim olarak özetlediğimiz anlamı ilelebet mensûh kabul etmeye
bizi zorlayan ne olabilir? Oysa bu değişim dinin yaşanması ve yaşanılabilmesi
için gerekli olan anlatılabilmesi adına çok önemli bir dinamiktir. Bu yoldan
hareketle Kur’ân’î bir terim olan nesh
tabirinden murad kanaatimizce; şer’î bir hükmün ilelebet iptali söz konusu
olmaksızın belli bir zaman için tecil edilerek yerine başka bir şer’î hüküm
getirmedir Bu yönüyle de nesh değişik şart ve ortamlarda, farklı konjüktürde
farklı şartlar doğrultusunda müslümanlara hareket esnekliği kazandıran
Kur’ân’ın teşriî i’cazına örnek, harikulâde ve bir o kadar da evrensel olan
disiplini konumundadır. İslam tarihi Hz. Ömer (r.a)’ın şartların gereği
müellefe-i kulûba zekat ödenmesini yasaklaması gibi bu esnekliğin getirdiği
realiter örneklerle doludur. Kur’ân’da klasik anlamda nesh olduğunu iddia
edenler Hz. Ömer (r.a)’ın bu uygulaması hakkında nasıl bir yorum yapacaklardır?
Şayet Kur’ân’da klasik anlamda bir nesh mevcud ise; yani gelen yeni hüküm bir
öncekini ilelebet iptâl ediyor ise, bu neshi (genel anlayışa göre) Kur’ân’ın
kendisi veya Sahih sünnet kararlaştırabilir. Oysa Hz. Ömer (r.a) örneğini
verdiğimiz konu hakkında içinde bulunduğu şartlar gereği son noktayı koymuştur.
Dinin realiter ruhu gereği
öyle de olmalıdır. Ancak müellefe-i kulûba zekat verilmesini gerekli kılacak
şartlar tekrar baş gösterecek olursa Hz. Ömer (r.a)’ın bu hükmü ile amel
etmenin bir anlamı olamaz. Bu durumda tekrardan Kur’ân nassına rücû
edilecektir. Nitekim Ömer b. Abdülaziz gerekli gördüğünden bu hükmü tekrar
uygulamaya koymuştur.“Ezmânın tagayyürü
ile ahkamın tagayyuru inkar olunamaz”
[29] kaidesi de bu bu yönde olması gereken
esnekliği dile getirmektedir. Durum Kur’ân’ın getirmiş olduğu bütün hükümler
için aynıdır.[30] Örneğin Medine’de cihad hakkında inen ve önceki dönemlerde
gayri müslimlerle barışı ve hoşgörüyü öngörüp sabrı tavsiye eden ayetleri
neshettiği iddia edilen: “Şu haram aylar
bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin
ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer
tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak
ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[31] ve “Doğrusu,
Allah katında ayların sayısı oniki aydır. Gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah
yazısında (böyle yazılmıştır). Bunlardan dördü haram aylardır. Bu da doğru olan
dinin hükmüdür. Bu sebeple bunlar hakkında nefislerinize haksızlık yapmayınız.
Müşrikler size karşı topyekün savaştıkları gibi siz de onlara karşı topyekün
savaş açın. Ve iyi bilin ki, Allah müttakilerle beraberdir.”[32] ayetleri (bu konu hakkında inmiş olan son ayetler olması hasebiyle)
hükmü ilelebet geçerli olması gerekecek ve müslümanların gayrı müslimleri
gördükleri yerde öldürmeleri îcab edecekti. Oysa Kur’ân’ın ruhunu, (fıkhu’l
âyâtı) iyi kavramak gerekir. Aynı konu hakkında zahiren farklı görülen bu
hükümler Kur’ân’ın genel ruhu itibarıyla bir bütün olarak ele alınmalı,
şartlara göre değişiklik arzedebilmelidir.
“Ayrıca
neshin (nesh tabir edilen olgunun, A.C.E) kulli kaideler ve müebbed ( ebedi
olduğu bildirilmiş) hükümlerde cereyan etmemesi, ebedilik kaydı taşımayan ve
cüzî hükümlerde olması da, onun gelişen şartlara uyum ve hakimiyet sağlamasının
tabiî bir yolu olduğunu isbat eden bir başka nokta olmaktadır.” [33]
“Demek oluyor ki nesh, İslamın dinanizmini, her zaman, her şartta her kişiye
uygulanabilir ve her meseleye cevap verebilirliğini ortaya koyan çok mühim bir
vakıadır…
Mutlak manada mensuh ayetlerin varlığını kabul
etmek, herhalde İslâm’ı en önemli bir yanından mahrum bırakmak demek olur…
Kur’ân’a yaklaşmada seleften azamî ölçüde
istifade edilmekle beraber, onlara takılıp kalınmamalı ve Kur’ân’ın en karanlık noktalara da ışık tutan aydınlığını sonuna kadar
keşfedebilmek için zamanı, mekanı, çevreyi, şartları, hususi durumları,
İslam’ın cihanşumüllüğünü her zaman göz önüne almalıdır.”[34]
Öte yandan neshin bu klasik anlayışının ihtiva
ettiği hükümlerinin iptalinin yanısıra taşımış olduğu zengin manaları gözardı
edilmesine sebeb verme gibi mahzurları da göz ardı edilmemelidir. Ali Ünal bey
konuyla ilgili yapmış olduğu izahatta aynen şöyle der:
“Ayetlerin de bu şekilde şarta kişiye, döneme,
aynaya bakan yönleri vardır. Bu sebeple, mensuh kabul edilen bazı ayetler öyle
manaları bünyesinde taşımaktadır ki, o ayet, o manâ katmanlarıyla Kur’ân’ın
bütünlüğü içinde çok mühim bir yer işgal eder. Meselâ, “Her nereye
yönelirseniz, Allah’ın vechi orasıdır”
ayetinin hükmünin, “Yüzünü Mescid-i Haram’a çevir” ayetiyle nesholduğu kabul edilmektedir. Fakat, bahis
mevzuu ayetin ahkam ifade etmesi sadece bir yönüyledir.-Kaldı ki, Efendimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem)
Mescid-i Haram’dan önce
herhangi bir tarafa değil, yine tek bir yöne, Kudüs tarafına yönelerek
namaz kılıyorlardı. Bu yüzden, bu ayetin
kıble hükmü ihtiva edip etmediği tartışılabilir.- Ayet ayrıca, yönlerin
izafiliği, Allah’ın her türlü yönden ve bir yönde bulunmaktan münezzeh olduğu
ve asla mekana tabi bulunmadığı, yeryüzünde kıble için tek bir yöne değil,
namaz kılınan yerin Kabe ile olan pozisyonu gereği her yöne yönelindiği,
doğu-batı, güney-kuzey bütün yönlerin ve mekanın Allah’a ait olduğu, Nur
ayetinde de (Nur 35) ifade olunduğu üzere Allah’ın Nur’unun, Kur’ân’ın ve
İslam’ın şark, garb gibi tek bir yöne irca edilemiyeceği ve zaman-mekan üstü
olduğu, her yerde her hâl ü kârda, arada hiçbir aracı olmaksızın yüzünü Allah’a
çevirip O’nunla temasa geçebileceği, dünyanın her yanında Allah’tan gelmiş
hakikatlerin bulunabileceği gibi ilk etapta akla gelen daha pek çok manâya da
muhtemeldir ki, mensuh ayetlerin sayısını bir hayli kısan alimlerimiz, bu
hususları da haklı olarak göz önüne almış olabilirler.” [35]
Sonuç
olarak diyebiliriz ki:
Nesh lafız itibariyle Kur’ân-ı Kerim’de yer
almış bir kavramdır. Bu yönüyle onu inkar etmek, başka bir ifadeyle Kur’ân’da
bulunmadığını iddia etmek mümkün değildir. Ancak bu kavramın ne anlama geldiği
tartışıla gelmiş, hakkında farklı mütaâlalarda bulunulmuştur. Yukarıda detaylı
olarak izah ettiğimiz gibi bu kavramdan “
bir şeriatın yeni gelen bir şeriatla değiştirilmesi işlemini ” veya “şer’î bir hükmün ilelebet iptali söz
konusu olmaksızın belli bir zaman için tecil edilerek yerine başka bir şer’î
hüküm getirme” olarak anlamaktayız. Bu yönüyle de nesh değişik şart ve
ortamlarda, farklı konjüktürde farklı şartlar doğrultusunda müslümanlara
hareket esnekliği kazandıran Kur’ân’ın teşriî i’cazına örnek harikulâde ve bir
o kadar da evrensel olan disiplini konumunda, İslamın dinanizmini, her zaman,
her şartta her kişiye uygulanabilir ve her meseleye cevap verebilirliğini
ortaya koyan çok mühim bir vakıadır.
Kur’ân-ı Kerim’in nazil olduğu dönemden
günümüze kadar ve hatta kıyamete değin geçecek süreç içerisinde beşeriyet değişik şart ve ortamlarda bulunması
tabiidir. Evrensel yönüyle de mu’ciz olan Kur’ân- ı Kerim ihtiva ettiği ahkamla
bu süreç içerisinde her probleme cevap verme durumundadır. Hükümleriyle
birlikte ilelebet nesholduğu iddia edilen ayetler işte bu zaman, mekan, çevre,
şartlar ve hususi durumlar karşısında tekrardan işlerliğe geçmesi her şeyden
önce dinin realiterliği açısından zorunludur. Bu itibarla mutlak manada mensuh
ayetlerin varlığını kabul etmek, herhalde İslâm’ı en önemli bir yanından mahrum
bırakmak demek olur.
BİBLİYOGRAFYA
Berki Ali Himmet, Açıklamalı Mecelle-i
Ahkamı Adliye, İstanbul, 1982.
Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi,(Üç Aylık Akademik
Araştırma Dergisi),Yıl 1, sayı 2, Ocak-Şubat-Mart 2001
·
Bu çalışmaya Hibetullah
b. Abdirrahim b. İbrahim Şerefuddin İbnu’l Bârizi (H. 738 )’nin “Nâsihu’l Kur’âni’l Aziz ve Mensûhihi” adlı eserini Türkçe’ye
tercümesi ile başlamıştım. İtiraf etmem gerekir ki bu çalışmaya başladığım
günlerde Nesh hakkında henüz netlik kazanmamış bilgilerim vardı. Neshin
Kur’ân’da mevcûdiyeti hakkında klasik yorumlara temayülümle birlikte Kur’ân’ın
eşşiz belagat sırrıyla bağdaştıramayacağım sınırsız nesh iddialarına kendi iç
dünyamda cevaplar arama arasında gel-gitler yaşıyordum. Neshin Kur’an’da
varlığını temayülümü isbat sadedinde biraz daha netleştirmek düşüncesiyle bu
çalışmaya girişmiş, ancak yer yer nesholduğu iddia edilen ayetlerin adedi
arttıkça bu iddiaları sorgulamaya başlamıştım. Bu hissiyatım çalışmanın
gecikmesine sebeb verdi. Aradan yıllar geçti ve konuyla ilgili incelemelerim
neticesinde düşüncelerim daha olgunlaştı. Ve önceleri salt tercüme niyetiyle
başladığım bu çalışma tenkitli bir değerlendirmeye dönüştü.
· Kitabın adı (Nâsihu’l Kur’ani’l
Aziz ve Mensûhihi) dir. Ancak Safadi’nin “Nüketu’l Hemeyan”ı, İbnu’l Cevzi’nin “Tabakatu’l Kurra” sı, ez-Zerakli’nin “A’lam”I ve Kehhale’nin “Mucemu’l
Müellifin” nin de ismi (en-Nâsihu
ve’l Mensûh) olarak zikrolmuştur. El-Bağdadi’de “Hidyetu’l Arifin’ de (en-Nâsihu ve’l Mensûh Mine’l Kur’an)
demiştir. Bkn. El- Bârizî, age, s.6. “Ayrıca Tahkiki yapılan kitaba esas alınan
yazma Dâru’l Kutubi’z-Zâhiriye’nin 5881 sayılı ünitede saklı olup, toplam 88-95
varakadır. Her sayfadaki satır sayısı 21 adettir. Rutubetlenmiş olmasına rağmen
temiz bir nüshadır. Hicri 10. yüzyılın bilinen güzel bir hattıyla yazılmıştır.
Sure adları ve rumuzlar kırmızı renkle yazılmıştır. Haşiyede Zerkeşi’nin
el-Burhan’ından bir çok alıntı vardır. Birinci varakada “Nâsihu’l Kur’ani’l Aziz ve Mensûhihi, te’lifu’ş-Şeyhi’l-İmami’l-Allame
Kadi’l-Kuda Şerefuddin Hibetullah b. Kadi’l-Kuda Abdirrahim el- Bârizi
el-Hamevi eş-Şafii, Allah onun üzerine rahmetini gark etsin, Amin.”
yazmaktadır.” Bkn. İbnu’l- Bârizî, age, s.7.
DİPNOTLAR
[1] ez-Zebidi “Tacu’l Arus” ta (Berez) diye
zikretmiştir. Kuveyt baskısında ise yanlışlıkla (Bâbu İbriz) olarak geçer.
(Bkn.: Delilu Haritati’l Bagdat Kadimen
ve Hadisen, 176.)
[2] İbnu’l Bârizî
hakkında aşağıda tarihi silsileye göre tasnif edilmiş kaynaklara bakılabilir:
-ez-Zehebî
(H.748) “Duveli’l İslam” 2/186 (Haydarabad),
“Zeylu’l İber” 202, (Kuveyt).
-İbnu’l
Verdi (H.749)’nin Tarihi’nde 2/319
(Mısır).
-es-Safadi
(H.764) “Nüktetu’l Hemeyan” 302
(Mısır).
-el-Yafii
(H.768) “Mir’atu’l Cinan” 4/297
(Haydarabad).
-es-Subki
(H.771) “Tabakatu’ş-Şafiiyye” 10/387
(el-Halebi, Mısır).
-el-Esnevi
(H.772) “Tabakatu’ş-Şafiiyye” 1/282
(Bağdat).
-İbnu
Kesir (H.774) “el-Bidaye” 14/182
(Kahire).
-İbnu’l
Cevzi (H.833) “Tabakatu’l-Kurra”
2/351 (Kahire).
-İbnu
Kadı Şehbe (H.851) “Tabakatu’ş-Şafiiyye”
77 (Yazma).
-İbnu Hacer (H.852) “ed-Dureru’l
Kamine” 5/174 (Mısır).
-İbnu Tagri Berdi (H.874) “en-Nucumu’z-Zahire” 5/315 (Mısır).
-Endavudi (H.945) “Tabakatu’l
Müfessirin” 2/350 (Mısır).
-Taşköprüzade (H.968) “Miftahu’s-Seade” 2/367 (Mısır).
-Hacı Halife (H.1067) “Keşfu’z-Zünun” 74-75.
-İbnu’l İmad el-Hanbeli (H.1079) “Şezeratu’z-Zeheb” (Mısır).
[3] Üzerinde araştırma yaptığımız bu eserdir.
[4] Bkn. Ibnu’l
Bârizî, age, s.7.
[6] Ibnu’l-Bârızî,
age, s.70.
[12]
Ibnu’l-Bârızî, age, s.70.
[13] Bkn.. el-Burhân 1/187, el-İtkân,
1/47.
[14] Bir diğer adı da “Beyyine” dir. (çn).
[15] İbnu’l Bârizî, age, s.89; Mekkî ve Medenî hakkında Bkn.Katâde: 68, el-Burhân 1/193-194, Mebâhis Fî Ulûmi’l Kur’ân 164-233.
[16] Tevbe 5. Müellif sadece bu ayetin Kur’ân’da -114- ayeti nesh ettiğini
iddia eder. Bkn. İbnu’l Bârizî, age.s.22.
[17] Tevbe 36.
Sıddık Hasan Han sadece bu ayetin 70 ayeti neshettiğini belirtir. Bkn. Han
Sıddık Hasan, Neylü’l Merâm Min Tefsîri
Âyâti’l Ahkâm, Cidde, 1979, s. 50.
[18] Bugüne kadar
araştırmacıların mensûh kabul ettikleri ayetlerin toplamı 293 tür. Bkn. Zeyd Mustafa, en-Nesh fi’l-Kur’âni’l-Kerim, 1/402-408. Mısır, 1987; bk: Han
Sıddık Hasan, Neylü’l Merâm Min Tefsîri
Âyâti’l Ahkâm, Cidde, 1979, s. 395.
[19] Kesinlik
kazanmamakla birlikte bazı ulemanın Kur’ân’da mensuh ayet sayısını 293, hatta 500’e kadar çıkardıkları iddiası
vardır. Bkn. ed-Dihlevî Veliyullah Ahmed, el-Fevzu’l
Kebir fî usûli’t-Tefsir, Beyrut,
1987, s.53.
[20] Müellif hakkındaki
bu genel hükmü eseri tetkikimiz esnasında verdik. Oysa kendisi kitabın sonunda
yaptığı izahatta “Nâsih ancak Medenî
olabilir. Ancak Mekkî veya Medenî’nin nâsihi ise nüzulu diğerinden daha önce
olandır.” diyerek nesh için zaman faktörünü de zikretmiştir. Ulemâ nezdinde
doğru olan da budur. Ancak biz müellifin bu tanımı ile eserinde iddia ettiği
nesh örnekleri arasında tezatlık gördüğümüzden müellifin genel olarak zaman
faktörüne itibar etmediğine hükmettik.
[21] Bakara
106.Meâlini verdiğimiz ayet içinde yer alan “nunsîha” lafzına özellikle
“ertelersek” anlamını verdik. Aynı
yorum hakkında bkn. Yıldırım Suat, “Kur’ân-I
Hakîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul, 1998, s.16.
[22] İbn Manzûr,
Ebu’l Fadl Cemâluddîn Muhammed, Lisânu’l
Arab, Beyrut, trs. 4/28; İbnu’l Bârizî (738) Nâsihu’l Kur’âni’l Azîz ve Mensûhu (Tahkik) Hatim Salih ed-Dâmın,
Beyrut, 1983, s. 17; el-Feyruzabâdî Mecdu’ddîn (817), el-Kâmusu’l Muhît, Beyrut, trs. 1/271.
[23] İbnu Fâris
Ebu’l Hasen Ahmed, Mu’cemu Mekayisi’l
–Luga, Mısır, 1972, s.424.
[24] Ünal Ali, age,
s.73.
[26] Çakan İsmail
Lütfi, Hadislerde Görülen İhtilaflar ve
Çözüm Yolları, İstanbul, 1982. s.196.
[27] Ünal Ali, age,
s. 73.
[28] el-Pâluvî
Hâmid b. Abdulfettah, Zubdetu’l İrfân,
İstanbul, tr, s.29.
[29] Berki Ali
Himmet, Açıklamalı Mecelle-i Ahkamı
Adliye, İstanbul, 1982, 39. Madde, s.22.
[30]
Her ne kadar bir kısım ulema; “zamanın
değişmesi ile değişen hükümler örf ve adet üzerine kurulu olan hükümlerdir”
şeklinde değişmeye medar olan hususun
örf ve adet olduğunu iddia ediyorsa da
isabetli olan külli kaideler dışındaki hükümlerin zaman, zemin şartları
doğrultusunda değişebileceğidir. Zira İslam hukukunun amacı hayatı dondurmak
değildir.
Nesh olayı da bu minvalde ele alınmalıdır. Konuyla ilgili
olarak Mehmet Erdoğan yapmış olduğu doktora çalışmasında İbn S’ad, Şelebi ve
Karaman’ı referans göstererek aynen şöyle demektedir: “Kısaca özetlemek
gerekirse, Kur’ân’da zaman-mekan unsuru olabilir. Ancak bunlar genel
prensiplerin örneklemesi (ya da tatbiki), geçici maslahatların temini için söz
konusudur. Bu gibi durumlarda her zaman hükmün nihâi olarak kalktığı da
söylenemez. Eğer benzeri ortam tekrar oluşursa, söz konusu hükmün de tekrar
işletilmesi gerekebilir. (Nesh olayında olduğu gibi A:C:E) Nitekim Hz. Ömer
tarafında artık devrini tamamladığı gerekçesi ile durdurulan müellefe-i kulûba
hisse ayrılması hükmü, daha sonra Ömer b. Abdulaziz tarafından tekrar
işletilmiştir. Bkn. Erdoğan Mehmet, İslam
Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, İstanbul, 1990, s. 55-56.
[33] Çakan, İsmail Lütfi,
age, s. 196.
[34] Ünal Ali, age,
s.81.
[35] Ünal Ali, age, s.81.