Edmund Husserl

1859-1938

 

        Alman Düşünürü. İdealist.

        8 Nisan 1859’da Prossnitz, Moravya, Avusturya İmparatorluğu’nda doğdu. 27 Nisan 1938’de, Freiburg im Breisgau, Almanya’da öldü.

        Fenomenoloji Yöntemi’mi kurdu. Geliştirdiği bu Yöntem’le Filozofi’ye Kesin bir Bilim Niteliği kazandırmayı amaçladı. Halle, Göttingen ve Freiburg Üniversiteleri’nde Filosofi Profesörü’ydü. Öğretisi Platon’un (ö.MÖ 347), Leibniz’in (ö. 1716) ve Öğretmeni Brentanonun Öğretileri’ne dayanır.

 

        Gençliği:

        Ailesi Yahudi’ydi. 1876’da Olmütz’deki (Olomouc) Gymnasium’u bitirdi. Ardından Leipzig, Berlin ve Viyana Üniversiteleri’nde Fizik, Matematik, Astronomi ve Filozofi Öğrenim’i gördü. 22 Kasım  1882’de Viyana’da Beitraege zur Theorie der Variations-rechnung (Değişimler Hesabı Kuramına Katkılar) Başlıklı Çalışma’sıyla Doktor Unvan’ı aldı. Berlin’de , Analiz’i aritmetikleştirmesiyle tanınan Matematikçi Karl Weiterstrass’ın Aistan’ı oldu. 1883 Sonbaharı’nda Franz Brentano’nun yanında çalışmak üzere Viyana’ya gitti.

        Brentano ve Çevresi’ndeki Öğrenci Grub’u (sonradan Çekoslavakya’nın İlk Başkan’ı olan Tomas Masaryk de bu Grup’un Üye’siydi).  Husserl üzerinde belirleyici bir Etki’de bulundu. Kutsal-Roma-Germen İmparatoru II. Josef’in (hd.1765-1790) başlattığı Aydınlanma Ruhu, Dinsel Hoşgörüsü ve Ussal bir Filozofi Arayış’ıyla bu Çevre’de Canlılığını sürdürüyordu. Husserl’in Düşünce’ye daha Kesin bir Ussal Temel kazandırma Çabası da bu Çevre’de Desdek buldu. Husserl, daha başından beri bu Ussal Temel’in yalnızca Kuramsal bir Edim olamayacağına inanıyordu. Aynı zamanda Etik Özerklik Anlam’ında Ahlaki bir Zorunluluk ta içermeliydi. Viyana’da Lutherciliği benimseyen Husserl 1887’de Malvine Steinschneider ile evlendi. 3 Çocuklar’ı oldu.

        1886’da Brentanonun Öneri’siyle Halle Üniversitesi’nde, onun en Eski Öğrenciler’inden Filozofi ve Psikoloji Profesörü Carl Stumpf’un yanına gitti. 26 Temmuz 1887’de Üniversite’de Öğretrim Üyeliği’ne atandı. Stumpf ile Yakın bir Dostluk kurdu. Betimleyici Kavramlar’ını oluştururken onun Görüşler’inden Büyük Ölçüde etkilendi. Doçentlik Tezi Über den Begriff der Zahl:Psychologische Analysen (Sayı Kavramı Üzerine:Psikolojik Analizler)  Husserl’in Matematik Araştırmalar’ından, Matematiğin Temel Kavramları’nın Psikolojik Köken’i üzerine Düşünme’ye Geçiş’i yansıtıyordu. Bu İnvelemeler, İlk Cildi 1891’de yayınlanan Philosophie der Arithmetik:Psychologische und logische Untersuchungen Adlı Eser’inin İlk Adımlar’ını oluşturdu.

        Husserl’in Halle’deki İlk Dersi’nin Metni ‚Über die Ziele und Aufgaben der Metaphysik’ (Metafiziğim Amaçları ve İşlevleri Üzerine) Başlığı’nı taşıyordu. Burada Metafiziğin Geleneksel Anlam’da Varlık üzerine bir İnceleme olduğunu savunuyordu. Metin Bugün Kayıp olmakla Birlikte, Husserl’in daha o Aşama’da kendi Bilinç Analizi Yöntem’ini, Eski Metafizik Anlayışlar’ını bir yana itecek Yeni bir Evrensel Filozofi  ve Metafiziğe giden Yol olarak kavradığı anlaşılmaktadır.

        Husserl, Halle’de Ders verdiği Yıllar’ı (1887-1901) daha sonra Hayat’ının en Zor Dönemi olarak niteleyecekti.Bu Yıllar’da sık sık Felsefecilik Yeteneği’nden Kuşku duydu. Mesleği terk etmeyi bile düşündü. Bilinc’in Psikolojik Analiz’i ile Biçimsel Matematiğin ve Mantığın Filozofik Temellendirmesini birleştirme Sorunu Çözümsüz gözüküyordu. Ama bu Bunalım Sonunda, Mantığın ve Matematiğin Filozofik Temellendirilmesinin, her Türlü Biçimsel Düşünme Süreci’nin önünde duran Deneyim’in Analiz’iyle başlaması gerektiğini düşündü.  Bunun için de Locke, Berkeley, Hume ve Mill gibi İngiliz Deneyci Filozofları Ayrıntılı Biçimde incelemek, bu Geleneğin Ürün’ü olan Mantık ve Semantik Anlayış’ını, özellikle Mill’in Mantığı ‚Psikomantıksal’ bir Temel’e oturtma yönünde Almanya’da sürdürülen Girişimler’i irdelemek gerekiyordu. Bu Araştırma’nın Sonucları, Husserl’in artık Fenomolojik Analiz Yönetm’i Ad’ını verdiği Yöntem’in kullanıldığı Logische Untersuchungen’de ortaya çıktı.

 

                    Göttingen Yıları:

        Logische Untersuchungen’in yayınlanmasından sonra Husserl Matematikçi David Hilbert’in önerisiyle Göttingen Üniversitesi’nde Kadrosuz Profesör olarak Görev’e başladı. Burada 1901’den 1916!’ya kadar süren Öğretim Üyeliği Fenomonoloji Hareketi’nin Douş’u ve Gelişme’si bakımından Önemli Sonuçlar doğurdu. Deneyim’le yaşanan gerçekliğin yani kendini Bilinc’e dolaysız olarak sunduğu Biçim’iyle Gerçekliğin Fenomonolojik Analiz’i, o Dönem’de Almanya’nın en Yaygın Filozofik Akım’ı Yeni-Kantçılığı Yetersiz bulan Alman Öğrenciler kadar, Deneycilik ve  Pragmatizm Gelenekleri’ne Bağlı birçok Genç Yabancı Felsefeci’yi de kendisine çekti. Husserl’in Seminerler’inde 12 Değişik Ülke’den öğrenciler’in bir araya geldiği oluyordu. 1905’ten sonra Husserl’in Öğrencileri, ortak bir Yaşama ve Çalışma Grubu oluşturmaya başladılar.  Bu Grup Fenomenoloji’yi Tinsel Hayat’ı yeniden düzenlemenin bir Yol’u olarak görüyordu.

        Husserl’in Göttingen’de bulunduğu Dönem’de, aynı Yıllar’da Jena’da Doçent olan Max Scheler onunla İlişki kurdu (1910-1911). Başlangıçta Husserl’in Yöntem’inden etkilenen  Schelerin kısa Süre sonra Kurgusal Metafiziğe yönelmesi ileride 2 Düşünür’ün birbirinden uzaklaşmasına Yol açacaktı.

        Husserl’in İnsanbilimleri’nin Öncü Kuramcılar’ından  Wilhelm Dilthey’le dostluğu da yine Göttingen’de bulunduğu Dönem’de başladı. Dilthey Logische Untersuchungen’i İnsanbililimleri’yle İlgili kendi Filozofik Kuramı’nın daha da gelişmesi açısından Önemli görüyordu. Husserl de Dilthey’le tanışmasının, Dikkat’ini Bütün Bilimler’in Köken’ini oluşturan Tarihsel Hayat’a yönelttiğini ve böylece önünde Her Bilgi Kuramı’nın Temel’i olarak Tarih Boyut’unu açtığını Dil’e getirecekti.

        Göttingen Dönemi’nde Husserl, Evrensel Filozofik Bilim olarak Fenonemoloji’nin Ana Hatları’nı oluşturdu. Fenomenoloji’nin Temel Yöntembilim İlkesi’ni Fenomenolojik indirgeme ya da Eidetik İndirgeme olarak andlandırdı. Bu İlke, Düşünür’ün Dikkat’ini yorumlanmış Temel Deneyim Üzerinde odaklaştırıyor, dolayısıyla onu Şeyler’in Özler’ini araştırmaya yöneltiyordu.Fewnomenolojik İndirgeme, Özler’in Bilinçli Durum’a gelmesini sağlayan İşlevler üzerinde de bir Düşünme’ydi. Bu Özelliği’yle, kendisi için Herşey’in  Anlam taşıdığı Ego açımlıyordu. Böylece Fenomenoloji, Kant’ın Deneycilik ile Usculuk Arası’nda kurduğu Bağ’ı Modern bir Bçim altında yineleyip geliştiren Yeni bir Transandantal Filozofi Niteliği kazandı. Husserl, I.Cihan Harbi’nin Patlak vermesi yüzünden ancak İlk Bölüm’ünü tamamlayabildiği Ideen zu einer reinen Phaenomenologie und phaenomenlogischen Philosophie’de  Yöntem’inin Sistematik bir Özet’ini sundu. Bu Çalışma’sıyla Öğrenciler’ine bir Elkitabı sağlamak isyemişti. Ama Sonuç bunun tam tersi oldu. Öğrenciler’in Çoğu Husserl’in Transandantal Filozofi’ye Dönüşüm’ünü Eshi Düşünce Sistemi’ne doğru bir sapma gibi görerek reddettiler. Bu Yaklaşım ve Savaş, Fenomenoloji Okulu’nun zayıflamasına Yol açtı.

 

                    Savaş Sonrası:

        Husserl , Öğrenciler’inin Gözünde ne kadar Saygın bir Konum’daysa, Göttingen’deki Çalışma Arkadaşları arasında o kadar Güç Durum’daydı. Fakulte’nin Muhalefet’ine karşın , ancak Eğitim Bakanı’nın Karar’ıyla, 1906’da, Kadrolu Profesör olabildi. Beşeri Bilimler Fakultesi’nin Temsilcileri daha çok Filoloji ve Tarih’le ilgileniyorlar, Filozofi’ye pek Önem vermiyorlardı. Doğabilimciler ise Filozofi Fakultesi’nin bölünmesinden sonra Husserl’in Yeni kurulan Doğa Bilimleri Fakultesi’ne katılmaması karşısında Düş Kırıklığı’na uğramıştı. Bu Şartlar’da, 1916’da Freiburg Üniversitesi’nde bir Profesörlük Kadrosuna çağrılmasına Karşılık Husserl için her Anlam’da Yeni bir Başlangıç oldu. ‚Die reine Phaenomenologie, ihr Forschunsgebiet und ihre Methologie’ ( Salt Fenomenoloji, Araştırma Alanı ve Yönetmi) Başlıklı İlk Ders’iyle buradaki Çalışma  Programı’nın çerçevesini çizdi. Husserl I.Cihan Harbi’ni, Tinsel Kültür ile Bilim ve Filozofi’nin tartışılmaz bir Önem taşıdığı Yaşlı Avrupa’nın Çöküş’ü olarak görüyordu. Bu Şartlar’da, Fenomonoloji için daha önce oluşturduğu Epistomenolojik Temel artık Yeterli olamazdı. Bundan sonra Düşünceler’ini Filozofi’nin Hayat’ın yenilenmesindeki Görev’i üzerinde yoğunlaştırdı.

        Bu Doğrultu’da Erste Philosophie (1923-1924, İlk Felsefe), Başlığı altında toplanan Seminerler’de, İndirgeme Yöntem’ini kullanan Fenomenoloji’nin, İnsan’ın Etik Özerkliği’nin gerçekleştirilmesinin Yol’unu çizdiği Sav’ını ortaya koydu. Bu Temel üzerinde, Bilinc’in Psikolojik ve Fenomeneolojik Analizi Arasındaki İlişki’ye açıklık kazandırma, Mantığı temellendirme Çabalar’ını sürdürdü. Bu Araştırmalar’ını Formale und transzendentale Logik: Versuch einer Kritik der logischen Vernunft’da yayınladı. Husserl’in Hayat’ının Son Dönemi’ndeki Öğretisi, Göttingen’dekinden  Farklı bir Uslup taşıyordu. Görüşler’ini yaymak için bu kez bir  Okul oluşturmayı düşünmeyecek, ama Konuşmalar’ı ve Seminerler’iyle Etki’sini dürdürecekti. Viyana Çevresi’nin önde gelen Temsilciler’inden Rudolf Carnap’da bir Dönem Husserl’in Öğrencisi oldu.

        1919’da Bonn Üniversitesi Hukuk Fakultesi Husserl’e Fahri Doktorluk Unvan’ı verdi. Savaştan sonra Londra Üniversitesi’ne çağrılan İlk Alman Bilim Adamı oldu (1922). Berlin Üniversitesi’nden yapılan bir Davet’i, Fenomenoloji üzerine Çalışmalar’ına ara vermemek Gerekçe’yle geri çevirdi. Ardından Seminerler vermek üzere Amsterdam Üniversitesi’ne çağrıldı. Daha sonra 1930’da Sorbonne’a Davet edildi. Burada, Fenomenoloji’yi Yeni ve Sistematik bir Anlatım’la sunduğu Konferanslkar Meditations cartesiennes Başlığıyla Fransızca yayınladı.

        1928’de Emekli olunca Husserl’in yerini Martin Heidegger aldı. Husserl de Heidegger’i kendi Meşru Ardıl’ı olarak görüyordu. Ama Sonraları Heidegger’in Temel Eser’i Sein und Zeit (1927) Fenomenoloji’ye bambaşka bir Gelişme Yolu çizdiğini gördü. Husserl’in uğradığı Düş kırıklığı, 2 Düşünür’ün İlişkilerinin 1930’dan sonra soğumasına Yol açtı.

 

        Fenomenolojik Yöntem’le, Nesneler’in İdeal Yapıları’nı betimleyerek Filosofi’yi bir Bilimler Bilimi’ne dönüştürmeyi düşündü. Kantın (ö. 1804) ve O’nun Temelleri üstünde yükselen Comte Pozitivizmi’nin kovduğu Filosofi’ye Dönüş’tü bu. En Yetkin Biçim’de yeniden kurulmuş olacaktı.

        O’na göre Gerçek, Platon’un dediği gibi Mutlak olmalıydı. Yani Her Nesne’nin, bizim ona verdiğimiz Anlam’ın ve yakıştırdığımız Özellikler’in dışında, kendine Özgü ve kendiliğinde, her zaman Geçerli ve Değişmez bir Yapısı vardır. Nesneler, Fiziğin Ürünü olmadıkları gibi Metafiziğin de Ürünü değillerdir, kendi Mutlak ve İdeal Yapıları içindedirler. Gerçek, böylesine İdeal bir Yapı taşıyanın Niteliğidir.

        Bu Platoncu Çıkış’la vardığı yere gelince.. Nesneleri yine de kendilerine yönelttiği Bireysel İnsan Bilinci’nin Aynası’nda seyreder ve kendi Tez’iyle Tezat’a düşerek  Tasvir’e çalışır. Bu Tezat yüzünden O’nu inceleyenler Objektif ya da Subjektif İdealist diyeceklerdir.

        Fenoenolojik Yöntem’le Mutlak Gerçek saydığı Platonun Saf Öz’lerine Vardığı Kanısı’ndadır. Aynı Zaman’da da Nesne’nin bu Nesne üstüne çevrilen Sezgi’nin bir Sonucu olarak yaratıldığını ileri sürer.

        O’na göre Filosofi Nesneler’e Yöneltilmiş Bilinç Yolu’yla Nesneler’in Özünü Kavrama ve Betimleme Bilimi’dir.

 Yani, Öznesiz Nesne ne kavranabiliyor, ne Tasvir edilebiliyor. Böylece Zincir Berkeley Öznelciliğine varır.

Filosofi’sini bu Yöntem’den çıkarmak istiyor.

        'Kendime bakıyorum. Çeşitli Bilgiler’le Dolu’yum. Bu Bilgiler’in dışında da Çeşitli Sanılar’ım var. Bilgiler’imle Sanılar’ımın gerektirdiği Davranışlar’la yaşıyorum. Bilgiler, Sanılar, Davranışlar Ortasında kendimi yitirmişim. Soruyorum: Bilgiler’imin, Sanılar’ımın, Davranışlar’ımın dışında Ben neyim? Özümün Bilinci’ne varabilmem için bütün Bilgiler’imi, Sanılar’ımı, Davranışlar’ımı unutmam gerekir. Kendimi araştırırken Ben’de ve Çevre’mde Dünyalı olarak ne varsa bir Çanta’ya koyup ortadan kaldıracağım. Bütün verilmişlerden soyunacağım. Böylece, hiç bir Kuşku’ya kapılmaksızın Var diyebileceğim Biricik Varlığı yakalayabileceğim: Ben.

        'Bu Araştırma, bir Psikoloji Araştırması değildir. Psikoloji, Beni Bilgilerim, Sanılarım, Davranışlarım’la birlikte araştırır. Şimdiyse bütün bunlardan soyuluyor, sadece bir Fenomen ( Görünen) olarak kalıyorum. O halde yapacağım bu Araştırma bir Fenomenloloji Araştırması’dır. Kendimi, Evren’deki Bütün Görünenler gibi, bir Fenomen olarak inceleyeceğim.'

        'Kendimdeki ve Çevremdeki Bütün Dünyalılar’ı bir Parantez içine alınca ortada Som bir Ben kalıyorum ( Ablolut ego). Fenomenoloji İlk Adım’da Zorunlu olarak Egoloji’dir. Kendimden başka Hiç bir Şey’in Bilinc’ine varamam. Evren’i kavramak için önce kendimi kavramalıyım. İyi ama, kendimi nasıl kavrayacağım? ( Protagoras, İnsan bilebileceği tek Şey olan kendisiyle yetinmelidir diyordu). Kendimi kavramam için bir Bilinç Eylem’i gerçekleştirmeliyim. (Descartes düşündüğüm için Var’ım diyordu). Ortada Som bir Ego varım ana Parantez’e aldığım Bütün Dünyalılar, bir yandan sürüp gitmektedir. Şimdilik Ben’den başka hiç bir Şey yok. Herşey’e Ben’den yola çıkarak varacağım. Bu durumda Dünyalı olan Herşey benim içindir (Max Stirner, Dünya benim Mal’ımdır, diyordu). Benim için kendini belli eden Tek Şey Vucud’umdur. Vucud’um, bütün Nesneler içinde biricik Nesne’dir. Vucud’um benim Mal’ımdır.

        İyi ama, Vucud’um ne türlü bir Nesne’dir? Dıştan bakıyorum gördüğüm bir Cisim’dir. İçten bakıyorum, gördüğüm bir Organ’dır, Cisim’den bambaşka birşey, Canlı bir Organizma’dır. Demek ki Vucudum, hem Cansız bir Cisim hem de Canlı bir Organizma’dır. Yani Canlı Organizma’m, Cansız Cisimli bir Şey’dir. Bu bir İkilik değil, bir Teklik’tir. Organizmalık’la Cisimlik, Vucudum’da, birlikte Var olmaktadır. Ben, Vucutlu Ruhlu bir Bütün’üm. Ne Vucudumu Ruh’umdan, ne de Ruh’umu Vucud’umdan atamam. İkisini de bir Birliktelik içinde taşımak Zorunda’yım.'

        Birliktelik, Husserl'in beğendiği bir Deyim. O’na göre Ben (Ruh) ile Vucut (Madde) bir Birliktelik içindedir, Somut Psikofizik bir Bütün’dür. Bir Cisim olan, bir Madde alan Vucudumun aynı Zamanda bir İdrak Organı olması, Vucudumun kendi kendime Veriliş’ini de açıklamaktadır. Başkalarını İdrak ettiğim gibi kendi kendimi de İdrak etmedeyim. Sol El’im Süje olur, Sağ El Obje’mi İdrak eder. Sonra, Sağ El’im Süje olur, Sol El Objemi İdrak eder. Vucud’um, Bana Çift olarak verilmiştir. Vucud’um, sadece bir İdrak Organı değil, aynı zamanda bir İrade Organı’dır. Onu keyfimce kullanırım. Ben’imi, Vucudumun içinde Buyuran bir Varlık olarak yaşarım. Herşeyi Vucudum’la denerim, Evren’e Vucudum’la açılırım.'

        Husserl, Canlı Varlık ya da Doğa’dan ( Canlı Tabiat) Ruh’u anlıyor, Cansız Varlık ya da Doğa’dan ( Cansız Tabiat) da Madde’yi.Cansız Varlık’ta Madenler’le Bitkiler var, Canlı Varlık’ta da Hayvanlar’la İnsanlar. O’na göre kendine Ben diyebilen Tek Varlık İnsan’dır. Bu yüzden de, bilen Tek İnsan’ı soyutlayarak Yola çıkıyor, Hayvanlar’ı incelemiyor. Tüm Cansız ya da Ruhsuz saydığı Madenler’le Bitkiler’inin Deney’ine ( Einfühlung) de El atmıyor. Madde’li Ruh’lu Birlikteliğinin kendini İdrak’inden Yol’a çıkarak, bunca Yorgunluklar’dan sonra varacağı Sonuç, bir hayli İlgi çekici.

        Madde’li Ruh’lu Vucudum, Ölçüm’dür. Bütün Dünyalılar, onunla Anlam kazanırlar. Uzak ona göre , Yakın ona göre, Sağ Sol ona göre, ötesi berisi ona göre. Bana verilen Herşey, Vucudum’la verilir. Daha doğrusu Herşey’le birlikte bana Vucudum da verilir. Başkayı bilebilmek için kendimi bilmek zorundayım.

        Peki, bu Kapalı Kutu’dan başka Egos’ya nasıl geçeceğim? Başka Ben, Bana direnebilen bir Ben’dir. Benim için başkasının Vucud’unun ancak kendi Vucudum’la Anlam kazanabileceğini öğrenmiş bulunuyorum. Başkasını, ancak kendi Vucudum’a dayanarak İdrak edebilirim. Ama, başkasının Vucud’unu kendi Vucudum olarak değil, başkasının Vucud’u İdrak etmeliyim. Aradaki Benzerlik Yeter mi? Bu Benzerlik’ten dolayı, kendi Vucudum’dan aldığım Vucut Anlamı’nı başkasının Vucud’una aktarır ve çağırırım. Başka Vucud’un, benim için, Başkasının Vucud’u olarak Var olabilmesi, kendi Vucudum’unun Örneklik etmesiyle Mümkün’dür. Kendi Vucudum’a bakarak Başka Vucud’un ne olduğunu bilebilirim. İlk kurduğum Vucut, kendi Vucudum olduğuna göre, Başkasının Vucud’unu kendi Vucudum’dan yapacağım bir Aktarma ve Çağrışım’la kurarım. Buradaki Çağrışım, Objeler’den birinin kayarak  diğerinin Anlam’ıyla Birleşmesi’dir.

        Doğal Davranışlar’ın tümü Parantez içine alınmıştır.  Görünen’den başka hiç bir Bilgi yoktur, Bilgi olmayınca Hatırlama da yoktur. Dünyalı olarak hiç bir Aracı’dan yararlanılamaz. Ortada Som Fenomenler vardır. Yaşadığımız Dünya’da Fenomenolojik Tasarımlar Yok’tur, bu Tasarımlar’ı  Düşünsel bir Soyutlama’yla Elde etmekteyiz. Yaşadığımız Dünya’yı daha İyi kavramak ya da yeniden kurmak için, Fenomenolojik Yöntem’le çalıştığımız Süre, yaşadığımız Dünya’dan isteğimizle Vaz geçiyoruz. Çalışmamız, böylelikle, Dünya Dışı bir Çalışma olmaktadır. Elde edilen Tasarımlar’ı da bu Açıdan değerlendirmek Zorunda’yız. Bu Alan’daki Fenomenler de Dünyalı Fenomenler değildir, her Türlü Dünyalıktan Soyulmuş Fenomenler’dir. Örneğin Vucut derken Sözünü ettiğimiz Fizyolojik bir Vucut değil, sadece Cisimli Ruhlu Som bir Bütün’dür.

        Çıkış Noktaları’nda birçok Düşünür’le birlikte göründüğü halde, Fenomenolojik Yöntem büsbütün Aykırı Sonuçlar’a varmaktadır. Örneğin İş’e başlarken Protagoras gibi düşünüyoruz, bilebileceğimiz tek Şey’in kendimiz olduğunu sanıyoruz. Fenomenolojik Alan’da çalıştıkça görüyoruz ki kendi Bilgimizi aşmak pekala Mümkün’dür. Yola çıkarken Descartes (ö.1650) gibi Düşünce Alanı’ndayız, ama sonra Deneme Alanı’na geçiyoruz. Kendimizi kurarken Stirner'i Haklı buluyoruz, Dünya bize kendi Malımız gibi görünüyor, biraz ilerleyince tam Tersini düşünüyoruz. Bizi Bütün Ön Yargılar’dan soyarak İlk Adım’ını atan bir Çocuk gibi, Yepyeni Anlamlar’la karşılaşacağımız bir Alan’da yürütüyor.

        Kendi Vucudumdan aldığım bir Anlam aktarmasıyla başkasının Vucud’unu kurdum. Başkasının Vucud’undan Başkasının Ben’ine nasıl geçeceğim? Başka Ben’i, önce Vucudum’un İdrak’ine dayanarak bir Cisim olarak bulurum. Onu Deneme’ye başlarım. Denemeler’im Sırası’nda, bu Cisme ait olan bir Ben görünür. Sadece bir Kanad’ını gördüğüm Kapı’nın Diğer Kanad’ını nasıl İdrak ediyorsam, Vucud’unu gördüğüm Başkasının Ben’ini de öylece İdrak ederim. Bu, bir Varsayım, Seziş değildir, İdrak Ediş’tir. Vucut, Ruhlu bir Cisim’dir. Ruh, Vucut’ta kendini verir. Bu Verilişi, kendi Vucudum’da nasıl yaşamışsam, başkasının Vucud’unda da öylece yaşarım. Başkasının Ben’ini İdrak edişim, elbette Orjinal bir İdrak ediş değildir; başkasının Ben’ini Vucud’u dolayısıyla İdrak ediştir. Bu İdrak, başkasının Vucud’unu Deneme’yle Elde edilmektedir ( Einfühlung).

        Bu Deneme’den Elde ettiğim Sonuç nedir?.. Başka Ben’i, kendi Ben’im gibi yaşamaya başlıyorum. Hiç bir Kuşku’ya kapılmadan, kendi Ben’imin Varlığını nasıl biliyorsam, Başkasının Ben’inin Varlığını da öylece bilmekteyim. Bu Aydınlanma, bana, tek Başına yaşamadığımı öğretmiştir. Ben, Ego’sunun içine kapanmış Biricik Ben değilmişim, Fenomenolojik Ego’nun Uçsuz Bucaksız Alanı’nda Başka Benler’le birlikte’ymişim. Fenomenolojik Anlam’da başkası, benim için öylesine Temel bir Varlık olmuştur ki, artık onu kendi Ben’imden ayıramam. Biliyorum ki, kendi Ben’imin en içinde bir Yabancı yaşamaktadır. İçimde Başkaları var.

        Şimdi kendimi de daha bir aydınlanmış olarak görüyorum. Kendimden başkasına gittim, başkalarından da kendime geldim. Biliyorum ki Ben İnsan, ancak Başka İnsanlar arasında, başka İnsanlar’dan biri olarak anlamlıdır. Varlığımı, başkasına Borçlu’yum. Kendimin Gerçek Bilinci’ne varabilmek için bile, Başkalar’ıyla birlikte bulunmam gerekiyormuş. Kendimi bile, ancak Başkalarının Yardım’ıyla kavrayabilirmişim. Dünya, benim değil, Bizim’miş meğer. Çünkü, kendimi bile gereği gibi kavrayamadıktan sonra, Başkaları olmadan, Dünya’yı kavrayabilmem Mümkün değildir. Dünya ancak Başkaları’yla birlikte vardır. Benler arasındaki İçten Birlik, Dünya’nın Bizim İçinliğini gerektirmektedir.

        Böylece, ilk Adım’da Egoloji olarak yola çıkan Fenomenolojik Yöntem, Son Adım’da Sosyoloji olmaktadır.

        Son Adım, Evrensel bir Birliktelik içinde bulunan İnsan-Kültür-Toplum-Tarih Dünyası’dır. Bu Geist Dünyası’dır. O'na göre İnsan’ın Çevresi işte bu Dünya’dır. İnsan, böylesine birbirine geçmiş, birbirini etkileyen Değerler’le Dolu Karmaşık bir Dünya içinde yaşamaktadır. İnsan’ın Çevresi, tek başına yaşayabildiği bir Ülke değildir. Bu Çevre, onun Başkala’ı’yla birlikte paylaştığı, ancak Hakkı olan kendi Payını alabileceği bir Çevre’dir. Bu Çevre’yi Çevre eden, Başkalarıdır. Bu Çevre’de Benim Tek başıma yapabileceğim bir Şey yoktur. Ne yapabilirsem Başkalarının Yardım’ıyla yapabilirim. Kendi Ürün’ümümde bile kendimi Başkaları’yla birleştirmek Zorunda’yım, kendi Ürün’ümde bile Zorunlu olarak Başkaları vardır. Ben, İnsan olarak, Özel bir Varlık Ortamı’nda yer almışım. Bu Ortam’da yer almak Zorunda’yım. Bu Zorunluluk Tarihsellik’tir. Başkalarının Ben’i, Zorunlu olarak getirip bıraktıkları noktada, Zorunlu olarak bulunurum. Konuştuğum Dil onlarındır, yediğim Yemek onlarındır, Bağlı olduğum Gelenek onlarındır. Varlığım, Başkaları’yla Sımsıkı sarılmıştır. Varlığım, Sayısız Gelenekler’in Etkisiyle yoğrulmuştur, bu Sayısız Gelenekler’in içinde kımıldamaktadır.

        Kendimi denemem Bana Başkasını verdi, Başkasını denemem Bana Dünya’yı verdi. Evren’i denemem Bana kendimi vermektedir. Evren, Dünya, Başkaları ve Ben birbirimizi denemekte, birbirimizi etkilemekte, birbirimizi aydınlatmaktayız. Bu bir Birliktelik Ahengi’dir. Ben’in Fenomenoloji’si de böylelikle, Birliktelik Fenomenolojisi’ne erişir.

 

        Son Yılları:

 

        1933’te Hitler’in İktidar’a Helmesi, Husserl’in Çalışma Yeteneği’ni gölgelemedi. Hatta bu Çalkantı Dönem’i, Fenomenoloji’nin Zihin Özgürlüğü’nü Koruma Görev’i üzerinde her Zaman’kinden daha çok düşünmesine İmkan verdi. Üniversite’den dışanmıştı, ama Bilimzel Yazlnızlığı’nı Asistan’ı Eugene Fink’le aksatmadan sürdürdüğü ‚Filosofi Yürüyüşleri’yle, Direniş Çevreleri’ndeki birkaç Meslektaş’ıyla Dostluğunu sürdürreek yenmeye çalıştı.

        Almanya’da Sessizliğe Mahkum edilen Husserl, 1935 Bahar’ında  Viyana Kültür Derneği’nden bir Konferans Çağrısı aldı. ‚Die Philosophie in der Krisis der europaeischen Menschheit’ (Avrupa İnsanı’nın Bunalım’ında Filozofi) Başlıklı Konuşsmasını orada yaptı.

        Bu arada Prag Filozofi Çevresi, Prag Alman Üniversitesi’nde Doçent olan Eski Asistan’ı Ludwig Landgrebe’nin El’iyle Husserl’in Yayınlanmamış Yazılar’ının sınıflandırılmasına ve Yayın’a hazırlanmasına İmkan sağladı. Husserl, Prag Filozofi Çevresi Aracılığı’yla 1935 Sonbaharı’nda Prag’daki Alman ve Çek Üniversiteleri’nde Konferanslar vermeye çağrıldı. Bu Konferanslar’dan Husserl’in Son Eser’i olan Die Krisis der europaeischen Wissenschaften und die transzendentale Phaenomenologie: Eine Einleitung in die phaenomenologisiche Philosophie doğdu. Husserl Hastalığı yüzünden çalışamaz Durum’a geldiği 1937 Yaz’ına Kadar bu eser’i geliştirmekle uğraştı. Lebenswelt (Hayat Alanı) Kavramını ilk kez burada ortaya attı. Öldükten sonra Küller’i Freiburg Yakını’ndaki Günterstal Mezarlığı’na gömüldü.

 

        Hançerlioğlu şöyle der: Nikolai Hartmann’ın Kritik Ontolojisi, Breton’un Sürrealizm’i, Heidegger’in Varoluşculuğu, İngiltere ve Amerika’nın tüm Neo-Realist Öğretileri bu Temel üzerinde yükselmişlerdir. Edith Stein, Van Breda vb. gibi Katolik Düşünürler de Fenomenoloji ile Yeni-Thomascılık arasında bir Bireşim kurarlar. Sartre, Merleau Ponty gibi Düşünürler Fenomenoloji’yi Diyalektik Materyalizm’in karşısına koymaya çalışmışlardır. Özetle ne kadar Çağdaş Saçmalık varsa Husserl’den kaynaklanır.’

        Fenomenoloji Akımı’nın Kuramsal Merkezi, Belçika’aki Louvain Katolik Üniversitesi’nde bulunan Husserl Arşivleri (Husserliana)  dır.

       

Eserleri:

        -Cartesianische Meditationen und Pariser Vortraege, (Dekartçı Düşünceler)[1]

        -Die Die der  Phaenomenologie, Fünf Vorlesungen, (Husserliana’nın 2.cildi),

        -Die Krisis der Europaeischen Wissenschaften und die transzendentale Phaenomenologie, Eine Einleitung in die phaenomenologische Philosophie, [2] (Avrupa Bilimi’nin Transandantal Fenomenolojinin Bunalımı: Fenomenolojik Filozofi’ye Bir Giriş) , (Husserliana’nın  VI.cildi),

        -Erfahrung und Urteil, Untersuchungen zur Geneologie der Logik, (Deneu ve yargı), [3]

        -Formale und transzendentale Logik, versuch einer Kritik der Logischen Vernunft, [4] (Formel Traansandantal Mantık:Mantıksal Us’un Eeleştirisi Denemesi),

        -Ideen zu einer renen Phaenomenologie und phaenomenologische Untersuchengen zur Konstitution, (Husserliana’nın IX.cildi),

        -Drittes Buch: Die Phaenomenologie und die Fundamente der Wissenschaften, (Husserliana’nın V.cildi),

        -Philosophie der Arithmetik:Psychologische und logische Untersuchungen (Aritmatiğin Filozofisi:Psikolojik ve Mantıksal Soruşturma), ilk Cilt, 1891,

        -Logische Untersuchungen, (Mantık Araştırmaları), [5]

        -I.Band:Prolegomena zu reinen Logik, [6]

        -II.Band I.Teil:Untersuchungen zur Phaenomenologie und Theorie der Erkenntnis, [7]

        -II.Band II.Teil: Elemente einer phaenomenologischen Aufklaerung der Erkenntnis, [8]

        -Pheonemonolgy, [9]

        -Philosophie als Strenge Wissenschaft, [10]

        -Vorlesungen zur Phaenomenologie des inneren Zeitbewusstseins, [11]


 


[1]        1931, Paris de İlkin Peiffer’le Levinas’ın birlikte çevirdikleri ransızca çeviri Meditations Cartesiennes Introduction a la Phenomenologie adıyla yayınlandı.

[2]              1936,

[3]        1939,Paris,

[4]        1929,Halle,

[5]        1900-1901,

1913,2.baskı değiştirilmiş,

[6]        1928,4.Baskı,

[7]        1922,3.baskı,

[8]        1922,2.baskı

[9]        İng, Encyclopedia Britannica’nın XVII.cildi, s.699-702

[10]       1911, Logos, I.Bd. s.289-341,

[11]       1928,Halle,