Muhyiddin İBNU A’RABÎ

1165-1239/560-637

 

     Muvahhidun Dönemi'nde (Ebu Yusuf Ya'qub)  27 Ramazan 560’da Mürsiye/İspanya’da doğdu. Bilinmiyen bir Sebeble 8 Yaş'ında Aile'siyle birlikte İşbiliye’ye geldi. (Muhtemelen Babasının Memuriyeti nedeniyle). 

      Ailesi Arap Tayy Qabilesi’ne Mensûp’tu. Yakın Cedleri hakkında fazla bir Şey bilinmiyorsa da, Anne ve Baba tarafından Nüfuz ve İtibar Sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor.Akrabaları arasında Tasavvufî Bilgiler’e sahip Kimseler vardı. Dayısı Ebû Müslim el-Havlânî de, Qutublar’ın Büyüklerinden sayılır..[1]

     İbnu'l-Arabî'nin Dayılarından birisi Tilemsen Meliki’ydi:Yahya bin Yağân. Onun zamanında Ebû Abdillah et-Tûsî Ad’ında Tilemsen Şehrinin Kıyısında İkamet  eden bir Şeyh yaşıyordu. Bir gün Şeyh, Tilemsen şehrinde bulunduğu sıralarda Yahya ibnu Yağan oradan geçiyordu. Kendisine, yanından geçtiği Şeyh’in Ebû Abdillah olduğunu söylediler. O da At’ının Başını çekerek ona Selam verdi. Bu sırada da Şeyh’e, üzerindeki İpekli Elbiseler’i göstererek, "Bunlarla Namaz kılmanın Caiz olup olmadığını" sordu. O zaman Şeyh: "Senin halin Pisliğe düşmüş, doyuncaya kadar o Pislik’ten yiyen, her tarafı Necaset’e bulanan, fakat bevlederken Sidik bulaşmasın diye Ayağını kaldıran Köpeğe benzer. Senin dahi Karnın Haram’la dolmuştur. O Durumda iken bu Elbiseler’le Namaz’ın Caiz olup olmadığını ne diye soruyorsun?" diye Mukabele bulundu. Bunun üzerine Yahya ibnu Yağân Saltanatı terkedip Şeyh’e İntisab etmiş ve ölünceye kadar Odun satarak Maişetini Te'min edip, geriye kalanını da Tasadduq etmişti..." [2]  
     Yine kendi İfadesine göre, Babası Ali ibnu Muhammed'in de, Devlet’in İleri Gelenleri’yle, özellikle Filozof
İbnu Rüşd ile Dostluğu vardı.


 

[1]              Fütûhat, c. II, s. 20.

[2]              Fütûhat'tan, Nefehat Tercümesi, s.627

 

          İlk Tahsil'ini bu Şehir'de yaptı. Uzun bir Süre burada kaldı. Çocuk Yaşları'nda Ahmed İbnu’l-Esirî Adında Genç bir Sufi ile Arkadaş oldu.

      İbnu'l-Arabî, bu Tahsil sırasında bir aralık Halvet’e çekilmiş Her Saha’da ve özellikle Tasavvufî Marifetler Sahasında hiçbir Şey bilmezken ve bu hususta hiçbir Kitap da okumadan, Mükaşefe Tariki’yle bir çok Şeyler’e Muttali olarak Halvet’ten çıktı.
     Endülüs'de bir süre daha kaldıktan sonra, Seyahat’e çıktı, Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış Alim ve Şeyhler’le görüştü, onlardan  çok İstifade ve İstifaze etmiştir.
    

        577/1182 de İbnu Rüşd ile görüştü. Bunu Eser'inde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün Bilgi'nin Aqıl Yolu'yla elde edileceğini söylemesiyle Meşhur olduğu Yıllar'dır. 17 Yaş'ındaki Genç Muhyiddin, kendisinde meydana gelen Fevkalade Haller Nedeniyle, Gerçek Bilgi'nin sadece Aqlımızdan gelmediğine, böyle bir Bilgi'nin daha çok Mükaşefe Yolu'yla elde edilebileceğine inanmıştı.

         Bu Seneler'de Şekkaz İsmi'nde bir Şeyh'le tanıştı. Bu Zat Küçük Yaşlar'dan itibaren İbadet'e başlayan, Allah Korkusu taşıyan, Hayat'ında bir kerecik olsun ‘Ben’ dememiş olan ve uzun uzun Secde eden bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar onunla Sohbet'e Devam etti.

         578/1182-3 de İşbiliyye’ye bağlı Haniyye’de Lahmî İsimli bir Şeyh'den, bu Zat'ın Adını taşıyan bir Mescid’de Qur’an Dersi aldı. Böylece Ciddi bir Tahsil'e başlamış oldu.

         580/1184-5 de Ureynî İsimli bir Şeyh’le tanıştı. Eserler'inde O’ndan İlk Hocam diye bahseder, çok faydalandığı söyler. Ureynî, Ubudiyet Mesele'sinde Derin bir Bilgi'ye Sahipti. Bu Yıllar'da Martili Adlı bir Şeyh'den de İstifade etti. Ureynî O’na:’Sadece Allah’a bak’ derken Martilî  ‘Sadece Nefsine bak, Nefs'in Hususunda Dikkatli ol, ona uyma’ diye Öğüt vermişti. Martilî’ye bu Zıt Öneriler'in İçyüzü'nü sordu. Bu Zat, kendi Nasihat'inin Doğruluğunda Israr edecek yerde, ‘Oğlum, Ureynî’nin gösterdiği Yol, Doğruyol'un ta kendisidir. Ona uyman lazım. Bizim ikimiz de, kendi Halimizin Gerekli kıldığı Yolu sana göstermiştir’ dedi.

        Bu Yıllar'da İşbiliyye’de Fatıma Adında Yaşlı bir Kadın'a (tanıştıklarında 96 Yaşındadır) 14 Sene Hizmet etti. Bu Kadın, Erkek ve Kadınlar arasında Muttaqi ve Mütevekkile olarak Temayüz etmişti. Çok İyi bir kimseyle Evli'ydi. Yüzü o kadar güzeldi ki, İbnu’l-A’rabi O’nun Yüzüne vakmaktan utanırdı.

       584/1189 da Ebu Abdullah Muhammed eş-Şerefî Adında biriyle tanıştı. Kendisi Doğu İşbiliyye’li olup, Hatve Ehli'ndendi. Beş Vakit Namazını Addis Camii'nde kılardı. Namaz kılarken, Qıyam'dan Ayakları şişmişti. Namaz kılmaya başladığı zaman, Bembeyaz Sakalı üstüne Gözyaşı dökerdi. Aşırı İbadet'e düşkündü.

      586/1190 da İşbiliyye’de İbnu’l-A’rabî hastalandı. Okuma Kabiliyyet'ini kaybetti. 2 Yıl  bu Halde kaldı.

        589 da Sebte Şehri'ne giderek orada Ahlaq Makamına erdiğini söylediği İbnu Cübeyr ile tanıştı. Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü. Aynı Yıl Tlemsen’e geldi. Burada Ebu Medyen (ö.594)[1] hakkında gördüğü bir Rüya'yı anlatacaktır.[2]

      593/1196 da Fas’a gitti. Orada yaptığı Seyahatler sırasında Büyük Şöhret kazandı.

     595/1198 de tekrar Endülüs’e geçti. Gırnata Şehri Dolaylarındaki Bağa Kasabası'nda Şekkaz İsimli bir Şeyh'i Ziyaret etti. Onun Tasavvuf Yolu'nda karşılaştığı en Yüce Kimse olduğunu söyler.

       596/1199-1200 de İlk defa Hac için Mekke’ye gitti. Orada el-Kassar (Yunus ibnu Ebi’l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar)  İsimli bir Şahıs'la Sohbet etti. Hac’dan sonra Mağrib’de, oradan da Ebu Medyen’in Şehri olan Becaye'de bulundu.

       Bir süre sonra tekrar Mekke’ye geldi ve Ruhu’l-Quds, Tacu'r-Rasul Adlı Eserler'ini yazdı.

      601/1204-5 de Medine, Musul, Bağdad'da bulundu. Musul'da, et-Tenezzülatu'l-Musuliyye'yi yazdı. Musul’dan ayrıldıktan sonra Konya’ya geldi. Orada tanıştığı Sadreddin Konevinin Dul Annesi ile evlendi. Konya’da iken Risaletü’l-Envar’ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından Hürmet ve İkram gördü,

        Sonra Mısır’a geçti. Tekrar Mekke’ye geldi. Burada bir süre kaldı.  Mekke'de el-Futuhatu'l-Mekkiyye, Fusus'u Rüya'da gördüğü Peygamber'in Emr'iyle ve O'nun  istediği şekilde yazdığını, bu  Eser'in  Önsöz'ünde belirtir. "Veliler Bilgilerini, Peygamber'e Vahyi getiren Meleğin  aldığı Kaynak'tan almaktadırlar."[3]

       Sonra Bağdad ve Halep’de bir süre dolaştıktan sonra 612/1215 de tekrar Konya’ya geldi.

        617 de Şam’a yerleşti. Zaman zaman civar Şehirler'e Şeyahatler yaptı.

       638 de 22 R.Evvel’de (1239) Şam'da öldü. Qabr'i Şam Şehri dışında Kasiyun Dağı Eteği'ndedir. 1500lerin Başında Sultan Selim, Şam’ı Osmanlı Toprağı yaptığında oraya Türbe, Camii ve İmaret İnşa ettirdi.

      İmam Yafî’nin Rivayet'ine göre Şeyh Şihabuddin ile bir Meclis'te beraber bulunmuşlar. Aralarında bir Konuşma geçmeden sadece birbirlerine bakarak ayrılmışlardır. İbnu’l-A’rabîye ‘Şihabüddin hakkındaki düşünceniz nedir?’ diye sorulduğunda: ‘Karnından Ayağına kadar, Sünnet'le Dopdolu bir Adam’ Cevab'ını verir. Şihabuddin’de O’nun için ‘Haqiqat Denizidir’ Cevabını verir. [4] Kendisi de, Tasavvuf’ta, Qutubluk Mertebelerine varmış bir zat olarak anmadan çekinmez

 

        Eserlerinin Tartışılması:

        Molla Cami, bir Bağdad Şeyhine dayanarak O’nun 500 kadar Eser'i olduğunu nakleder.[5] Kendisi Dostlar'ının Yardım'ıyla Tasnif ettiğini söylediği Fihrsit’inde çoğu Tasavvuf'la ilgili olan 250 yi geçmeyen Eser'ini sayar. En Büyük Eleştiri'yi de ‘Fususu’l-Hikem’ dolayısı ile aldığını söyler. O’na göre ‘onun Istılahlar'ını anlamadan, Tenkidler'in düşünülmeden veya bir başkasının farkındaki Söz ve Tenkidleri Gözönü'nde bulundurularak’ yapılmaktadır  bu eleştiriler. [6] O Çözüm'ü şu Tavsiyeler'de arayacaktır: [7]

      a)Şeriat'a Aykırı olduğunu zannettiğimiz bir Söz nakledilirse, Naql'in Sıhhatli olup olmadığına bakarız. Sıhhatli değilse, bu Söz'ün o kişi tarafından söylendiği İddiasını reddederiz.

      b)Te’vil’e İmkan buluyorsak Te’vil eder, aksi taktirde ‘Tasavvuf Ehli katında belki Te’vil'i vardır’ demeliyiz.

      c)Bu Sözler Sekir Hali'nde söylenenler Cümlesindedir diyerek, anlayamadığımızı Beyan'la o Söz ile Amel etmemeliyiz.’

      O’nun en Şiddetli Eleştirmen'i İbnu Teymiyye’dir. Hanefiler’den Ali el-Qarî, İbnu Teymiyye’yi savunarak İbnu Arabî hakkında Sert Eleştiriler'de bulundu. Bu Eleştiriler İsmil Fenni Ertuğrul tarafından göğüslenmeye çalışıldı. Burhaneddin Ebu’n-Nasr Parsa, Fusus için Can, Fütühat için Gönül Tabir'ini kullanır. [8]

     Şeyh Rukneddin’e bir Derviş sorar:-’İbnu Arabî Allah’a Vucudu Mutlak demiştir. Qıyamet Günü'nde bu Söz'ünden dolayı cezalandırılır mı? Cevap şu olur:

     -Ben asla bu gibi Sözler söylemek istemem, keşke o ve onun gibiler de söylemeselerdi. Çünkü Çözümü Zor olan Söz söylemek doğru değildir. Fakat mademki söylemiştir, o halde İmkan varsa Te’vil etmek gerekir.’

       *’..Şu halde o Ezelî olan İnsan (şekliyle) Hadis, Zuhur ve Neş’eti bakımından Ebedî ve Daimi'dir.’ (Fass-ı Adem’den) [9]

      Alem'in Qıdem'i İnanc'ını savunnan bu Söz'ü Zahirî Mütekellimler'ce Küfür sayılmıştır. Eğer Fikirler'inde bir Değişme Meydana gelmemişse  Futuhat’ta savunduğu Tez'in Işığında bu Söz'ü anlamak gerekir.

        ‘Eşya'yı yoktan var eden Allah’ı Tesbih ederim.’ ‘Allah ile, O’nun yarattığı şeyler arasında Münasebet yoktur. Alem'in Haqiqat'ine baktığın zaman, o bir Araz'dır (yok hükmündedir), Haqq’ın ‘O’nun Vech'inden başka Herşey Yokolucu'dur (55/er-Rahman 27) Ayeti buna Delalet eder.’ [10]

      Futuhat’ta Araz olduğunu söylediği Alem’in Fusus’ta İnsan Sözkonusu edildiğinde  A’yan-i Sabite yani Allah’ın İlmi'nde olan Sureti (Suver-i İlmiye) Yönüyle Ezeli olduğunun (Feyz-i Akdes) savunulduğu görülür. Çünkü O’nun ilmi kadimdir.

       Bu Yoruma İmkan veren Gerekçe, bir Şey'in hem Hadis, hem de Ezelî olacağının söylenmesinin Mantıklı olmamasıdır. Fusus’taki Cümle'den anlaşılan Mana, Alem'in bir İtibara göre Hadis (fFeyz-i Mukades), diğer bir itibara göre de Ezelî olması gerektiğidir (Feyz-i Akdes).

     *’..Biz O’nu gördüğümüz zaman, kendi Nefsimizi görürüz, kendimizi gördüğümüzde de O kendi Nefsini görür.’ (Fass-ı Adem’den) [11]

       Aliyyu’l-Qarî, bu Söz'ün Açık bir Küfür olduğunu söyler. Çünkü İnsan'ın Zat ve Sıfat'ı ancak, Hulul ve İttihat ve Vucudiyye (Panteizm) Mezhebi'nce Allah’ın aynı ve Sıfatı Kabul edilir.[12]

       İsmail Fenni ise bu Metni şu Anlam'da okuyarak Aliyyu’l-Qarîye katılmaz: Bu Sözler'den Maksat, Allah İlahî İsimler'in Suretler'iyle bize göründüğünden, biz kendimizi, O’nun bizde Zahir olan Sıfatlar'ı üzerine biliriz. Hayat, İlim, İrade, Qudret, Semi’, Basar, Kelam gibi, kendimize Nismet ettiğimiz Sıfatları, O’na nisbet ederiz. Yani bizde Zahir olan İlahi Sıfatlar'la, bizim sıfatlanmamız Sebebiyle, biz o Sıfatlar'la Haqq’ı vasıflandırıp, kendimize Nisbet ettiğmizi, O’na Nisbet ederiz demektir.Gerçi bu Sıfatları Allah da kendisine Nisbet etmiştir. (9/et-Tevbe 104, 56/el-Vaqıa 63).

      Baki'yi Beşer her ne kadar eylese Tenzih

      Faniyyet'i İcabı eder kendine Teşbih (Mehmed Akif)

     Şunu da hatırlatmak yerinde olacak ki, Allah'da bu Sıfatlar Qadim ve İnsan'ın Hadis olan Sıfatlar'ına Tesirli'dir (İsim benzerliği de vardır). Hiç şüphesiz Allah biz yokken bu Sıfatlar'la Muttasıf olduğu gibi, biz Hayat'ta iken ve yok olduktan sonra da O yine bu Sıfatlar'la Baki'dir. Ayrıca O’nda Kemal üzere olan bu Sıfatlar, İnsanlar'da Noksan'dır. [13]

     *el-Qari, O’nun Fass-ı İshaq’da, [14] İbrahim’in Oğluna Rüya'da kendisini Qurban ettiğini gördüğünü söylediğini ve bu Rüya'nın Hayal Makamı'ndan olduğunu, Gerçek olan bu Rüya'nın Misal Alemi'ne Uygun olarak değerlendirilmesi gerektiğini; Peygamber’in Rüya'da gördüğü Süt'ü, ‘Din ve Yakin İlmi’ olarak, Yusuf’un da 7 İneği, 7 Yıl olarak Tabir ettiğini; nitekim K'un İbrahimin Oğlu Suretinde Zahir olduğunu, halbuki İbrahim’in Rüya'Zahir'ine hamlettiğini ifade etmesini eleştirir. Bir Nebi’nin İçtihad'ında Hata etmesini söylemeyi Fahiş bir Hata olarak görür. [15]

      Qur’an Yusuf ve Yakub’un Te'vil ettikleri Rüyalar'dan bahseder. (12/Yusuf 4-6,36,37,48,49).  Hz.Rasul’un Rüya yorumladığı da naqledilir. İbrahimin gördüğü Rüya'Zahir'ine hamletmesi, İctihad'ıdır. Buna dayanarak, Oğlunu Qurban etmek isteyince Allah ona Zellesini bildirmiştir. Hayal Alemi'nde Oğul Sureti'nin, Teslimiyet Manasında Koç demek olduğu, Allah tarafından ‘Koç’gönderilip, onun Qurban edilmesiyle Sabit olmuştur. Allah’ın:’Rüyan Doğru'dur’ yani Oğlunu Qurban etmen doğru'dur buyurmayıp, ‘Rüya' Tasdik  ettin’ (37/es-Saffat 105) yani gördüğün Şeyi aynıyla yapmak istedin, buyurmasına dikkat edilmelidir.

       Molla Cami, Uyku'nun Mukayyed Hayal Alemi olup, Temessül eden Suret'in, bundan kastedilen Manalar'a Tabiri, bu Alem'in Hal ve Şan'ından olduğu halde, İbrahim’in Mutlak olan Misal Alemi'nden almaya alışmış olması ve her ne zaman bu Alem'den bir Şey alsa, onun Vakıaya uygun Zuhur etmesinden dolayı, Mukayyed olan Misal Alemi'nde Oğlunu Qurban ettiğini görmesi üzerine, onu Tabir etmeyerek, aynıyla İcraya Teşebbüs ettiğini söyleyerek, bunu Mutlak ve Mukayyed Ölçü'süyle açıklamaya çalışır ."[16]

 

      "Alem'de Tek bir  Varlık vardır. O da Vucudu Mutlak olan Allah'ın Varlığıdır. Diğer Varlıklar bu Varlığın çeşitli Zuhurları  ve Değişik Tecelliler'idir. Var zannedilen Şeyler aslında Vehim ve Hayal'den İbaret'tir."

     "Allah'a Hamd olsun, İlim Konusunda Hz. Peygamber'den  başkasını Taqlid etmedim. Bilgiler'imizin  hepsi Hata'dan korunmuştur. Naql'e ve Rivayet'e dayanmaz."

      "Allah'a çok Şükürler olsun, söylediklerimin hepsi Allah'ın Qalb'imize verdiği  ilham'a dayanmaktadır."

     "Yazdıklarımızın ve yazmakta olduklarımızın hepsi İmla-ı İlahiyye, ilka-i Rabbaniye ve Nefes-i Ruhani'ye İstinad etmektedir. Bilgilerimiz Vahy-i Kelam değildir, ama  Vahy-i İlham'dır."

     "Bilgilerimizin tümü Zevk'e, yani Yaşama'ya ve İç Tecrübe'ye dayanmaktadır. Ulum-i Zevkiyye'nin Kaynağı İlahî Tecelli'dir. Bazan doğru bir  Haber ve Sıhhatli bir Nazar Yolu ile de Bilgi Sahibi olmaktayız."[17]

     "Futuhat'ın hiç bir Bölümünü İrade'me ve Aql'ıma dayanarak yazmış değilim. Allah ilham Meleği ile ne şekilde İmla  ettirdiyse  o tarzda Qalem'e aldım."

    "Eserler'imi Aql'a ve Fikr'e dayanarak değil, sadece İlham Meleği'nin  Qalb'ime getirdiği Nefes'e İstinad ederek yazıyorum."

    "Sahih bir Aqide , tümü ile Keşf ve Şuhud'a dayanır."

    "Keşf'te kat'iyyen Hata olmaz ama İstidlal'de Yanılmalar çok olur."

    Tartışmalı bir Hadis naklettikten  sonra der ki: " Bu Hadis'in Sened'inde her  ne kadar ileri geri  Laf edilmişse de, bizim gibi kimselere göre bu Hadis Keşf'en Sahih'tir." "  Bu,  bizim için Muhaqqaq olan bir Zevk'tir. Çünkü  biz, Rusum Uleması tarafından anlatılan Şer'i Hükümler'in çoğunu, onlara ve  Eserler'ine  başvurmadan bu Yol'dan aldıktan sonra Rusum Uleması'nın  Bilgiler'iyle karşılaştırılıyor, onların da bizim gibi düşündüklerini görüyoruz. İşte bu Yol'dan Hadisler'in Sahih olduğuna hükmediyoruz. Aynı Şekilde  Sahih olmadığını görüp reddettiğimiz Hadisler de vardır. ( Ve min tilke't-tarik nüsahhihuhu'l-ahadisi'n-Nevebiyye ve nerüddüha eyzan)"[18]

    "Rivayet Yolu ile gelen  nice Sahih Hadisler vardır ki, bunlar Raviler'e göre Sahih olduğu halde, Keşf  Sahibi olan bu Zat'a göre Sahih  değildir. Zira   bu Hadis'in Sahih olup olmadığı Rasulullah'a sorulmuş, Rasulullah bu Hadis'in Mevzu  olduğunu ona Haber vermiş, o da bu Hadis'le Amel  etmeyi terketmiştir. Fakat Sened'i Sahih olduğu için Nakilciler bu  tür Hadisler'le Amel ederler. Sened'i Zayıf olan nice Hadisler vardır ki Ehli-Keşf için Sahih'tir. Zira Rasulullah'tan işitmiştir."[19]

    "Biz ve bazı Arifler birtakım Marifetler'i  ve Sırları açıkladığımız için  Eza ve Cefa'ya Maruz kaldık.  "Zındık'sın" diye aleyhimizde Şahitlik yaptılar. Katlanılması  son derece  Zor Sıkıntılar'a Duçar olduk. Böylece Qavm'i tarafından Tekzib edilen- pek azı müstesna kimsenin İman etmediği- Peygamberler gibi olduk. Bizim BDüşmanımız, Fikirler'inde Taqlid üzere olan Muqallidler'dir.

     Filozoflar hakkımızda şöyle derler: -Mutasavvıflar Ehl-i Zevk'tir, Arzular'ına tabi oluyorlar. Muhayyile Melekeleri bozulduğu için Aqlen Zayıf kalmışlardır.-Görülüyor ki Filozoflar bizi Tasdik etmeseler bile, belli  bir Konu'da  Şeriat'ımıza  Muhalif olmadıkça, Tekzib etmeyen  Ehl-i Kitap Hükmünde tutuyorlar."[20]

    "Şeriat'ın Derin Konuları'nı ve Tevhid İlmi'nin  Müşkil Meseleleri'ni  anlamak isteyenler, Aql'ın ve Rey'in verdiği  bütün Hükümler'i terketmeli  ve Allah'ın Şeriat'ının önüne geçerek, kendileriyle Niza yapan Aql'a şöyle Hitap etmelidir: "Ey Aqıl  Sen de benim gibi Kul'sun, Mahluq'sun!  Allah'ın kendisine Nisbet ettiği Hususları, senin gibi  kendisinin  ne olduğunu anlamaktan  bile  Aciz olan bir Varlığa İstinad  ederek nasıl terkedebilirim? Sen kendini bilmiyorsun, Rabb'ını   nereden bileceksin?

     Tevhid  ve Tasavvuf  İlmi, Aql'ın Tavrının üstündedir, Dahilinde değildir. Aql'ın bir Hudud'u vardır, bu Sınır'ın ötesine gidemez.

      Şeriat'ın  biri Aşağı, diğeri Yüksek iki Dairesi vardır. Aşağı Dairesi Ehl-i Fikr, yukarı Dairesi Ehli Keşf  içindir. Keşf Ehli'nin söyledikleri Sözler'in, kendi Daireler'inde bulunmadığını gören Fikir Ehli, Keşf  Ehli'nin Sözler'ini Red ve İnkar eder ama, Keşif Ehli, Fikir Ehli'nin Sözler'ini Red ve İnkar etmez. Hem Fikir  hem Keşif Sahibi olanlar, Zaman'ın Hakimi'dirler. Musa ile   Hızır'ın Qıssaları buna Şahid'dir.

     Aqlî Konular'da İnsan'ın Yolunu kesen Şüphe, Şer'i Konular da ise Te'viller'idir. Haqq'a  Vasıl olmak için Sefer'e çıkan  bir kimse  Şüphe ve Te'vil'in  bulunmadığı  noktaya erişti mi Yol'un Sonu'na varmış olur.

      Aqlî ve Nazarî  Bilgiler, İlham'la Muqayese edilince  Evham oldukları görülür.

     Kelam Alimleri, bildikleri Hususları  Yeterli ve Kesin görerek, buna  Aykırı Söz  söyleyenleri Kafir sayarlar.  Çok Dar olan Görüş  Ufukları biraz genişlese, Tevhid Ehli olan Herkesi Yasvib  ederlerdi.

      Dinî ve İlahî Konular'da, Aqlî bir Delil'in Kabul ettiğini, aynı Mahiyet'teki diğer bir  Aqlî Delil reddeder. O halde bu Saha'da Aql'a  nasıl güveneceksiniz?

     Aqlî  Deliller, Mü'minler  için değil, Münkirler  içindir. İman'ı olanın  Aqlî Delil'e İhtiyacı yoktur. Bir Şehir'e bir Tabib  Kafi olduğu gibi, bir Kelam Alimi de Yeterli'dir, fazlasına İhtiyaç yoktur."

       er-Razi'ye yazdığı Mektup'ta şöyle der:" Ey Dost, İlim'de Kemal  Derecesine ulaşmak için Naqil ve Hoca Aracılığı olmadan Bilgiler'i Vasıtasız olarak Allah'tan  almak lazımdır. Bilgisi Naql'e ve Hoca'ya dayananlar  Ömürlerini Hadis ve Mahluq Varlıklar'la uğraşarak  tüketirler. Rabb'larından Haz ve  Nasib alamazlar. Bir Ömür harcarlar, yine de İlm'in Haqiqat'ini kavrayamazlar. Bir Şeyh'e İntisab  ederek Tasavvuf Yolu'na girsen, hiç yorulmadan ve Zahmet çekmeden, Hızır gibi İlham Yolu ile Sıhhatlı Bilgiler alırsın. Nazar'a, Fikr'e, Zann'a ve Tahmin'e dayanan Bilgiler değil, sadece Keşf ve Şuhud'a  dayanan Bilgiler İlim'dir."[21]

      Tasavvuf'a  karşı olan Fıqıhcı, Kelamcılar için şöyle der: "Bunlar üzerinde  Güneş Tutulması hiç Eksik ve  Zail olmaz."

      "Peygamberler için Fir'avnlar ne ise, Rusum Uleması, Veliler için odur. Fuqaha ve Ashab-ı  Fikir, Veliler'in Fir'avnlar'ı ve Allah'ın Salih Kulları'nın Deccallar'ıdır"[22]

      "Haqiqi Mana'daki Hukema, Ulema-billah'tır, yani Allah'ı bilen ve Allah'ı  kabul eden kimselerdir." Bir kimseye Hikmet verilmişse ona çok Hayır verilmiştir."[23] Hikmet, Nübüvvet'i bilmektir. Davud hakkında, "Allah ona Mülk ve  Hikmet verdi"[24] buyruldu. Filozof, Muhibb-i Hikmet  Manasına gelir.  Aqıl Sahibi olan herkes Hikmet'i sever. Felsefe de Hubb- Hikmet yani Hikmet Sevgisi demektir.  Müslümanlar'ın  Hal ve Zevk Sahibi olan Eflatunu İlahi'den hoşlanmamaları, Felsefe Kelimesinin Manasını bilmemelerinden ileri gelir."[25]

      "Sakın  bir Filozof'un veya Mu'tezile Alimi'nin İleri sürdüğü Fikr'i İnkar'a kalkışıp da, bu Filozoflar'ın  Görüş'üdür, Mu'tezile'nin Görüş'üdür" demeyiniz. Zira bu Tahsili ve Bilgisi olmayanların Hareket Tarzı'dır. Zira Filozof'un Her Sözü Batıl değildir. Mümkündür ki Filozof'un savunduğu Mesele onlardaki Haq Fikirler'dendir. Bilhassa  Peygamberimiz ve İslam  Uleması'ndan biri bunu daha önce  söylemiş olursa Durum daha çok böyle olur.

     Filozoflar'ın yazdıkları  Eserler, yani Hikmet, İnsan'ı Şehvet'ten Koruma, Nefs'in Tuzağından kurtarma ve İç'te  Gizli olan Şeyler'den uzaklaştırma  gibi Meseleler'le Dolu'dur. Bütün bunlar Sahih'tir, Şeriat'a da Uygun'dur.

      Ey Dost! Bu gibi Konular'da sakın hemen  reddetme işine  koyulma, biraz Temkinli ol. Filozof'un Sözü üzerinde düşün, Zihnini bile, o zaman göreceksin ki, Filozoflar'ın Bazı Sözleri Haqq'tır, Şeriat'a da Muvafıq'tır. Zira daha önce aynı Şey'i  Hz. Peygamber ve Ulema'dan biri de söylemiştir. "Falan Alim şu Mesele'yi Filozoflar'dan öğrendi veya  Kitaplar'dan okudu," Sözüne gelince, bu hem Cehalet'tir hem de Yalancılık'tır: Yalancılık'tır, zira  görmediğin halde "bu Alim şu Mesele'yi  falan Filozof'tan  öğrendi veya onun Kitab'ından okudu"  diyor ve bu  Söz'ünü de Sağlam bir Delil'le  İspat etmiyordun. Bu iddian aynı zamanda Cahillik'tir. Çünkü bu konuda sen Haqq ile Batıl'ı ayırdedemiyorsun. Bu İtirazınla İlim Sahası'ndan çıktın, Cehalet ve Yalancılık Derekesine düştün.

      Ey Kardeş! Filozof'un ve Mu'tezile Alimi'nin Sözünü al, üzerinde düşün, kendini azıcık Hidayet  Yolu'na sevket. Bu sayede belki de  söylenen Söz senin  için açıkça  anlaşılır hale gelecektir. Qıyamet Günü "kendime yazık ettim, şüphesiz ki  bundan Gafil idim, hatta bu hususta  Haksızlık etmiştim", demenden böyle davranman daha Güzel değil midir?

      Filozoflar sırf bu İsmi aldıkları için kötülenmiş değillerdir. İlahiyat'la ilgili Konular'da hata ettiklerinde Zem olunmuşlardır. Filozof Muhibbb-i Hikmet demektir. Şüphe yok ki Aqlı başında olan her İnsan Hikmet'i sever.

     Filozof'un Din'i  yoktur, demene gelelim. Filozof'un  Din'inin olmaması, söylediği her Söz'ün Batıl olduğuna Delalet etmez ki! Aqıl Sahibi bir kimse  bunun böyle olduğunu İlk Nazar'da idrak eder."[26]

     "Bütün insanlar'ın İlah konusunda bağlı kaldıkları Aqıdeler vardır. Ben bunların hepsine inanıyorum ve bağlanıyorum."

      "Sizi  kuşatan bu  Rahmet'i daha da genişletiniz"

      "Bir kimse haqiqaten Arif olursa, Din'i ve ilahî Gerçeğe  Aşina bulunursa, belli bir  Aqıde  ile Mukayyed olmaz, Muayyen Görüşler'e Bağlı kalmaz."

Eserleri:
      Nefehat'a göre, Bağdad Uleması’ndan birisi Muhyiddin  üzerine bir Kitap Te'lif etmiş ve bu Kitap’ta Musannefat’ının 500’den fazla olduğunu söylemiştir etmiştir. [1] İbnu'l-Arabî'nin Eserlerinin sayısı kendine de Malum değildi, denir. Hayat’ında Dostlar’ının İsteği üzerine birkaç defa bunların Fihristini yapmak istedi. Bu Fihristler birbirinden ayrı 3 Yazma halinde Bugüne geldi. [2] Bugüne gelenlerin bazıları:


     -Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye ve'l Mülkiye, Kendi el yazısı ile olan nüsha, Türk-İslam Eserleri Müzesi no. 1845-1881'dedir. Bu Nüsha 31 Cild halinde tertib edilmiştir.
     -Fusûsu'l-Hikem, Türkçe’ye çevrildi Molla Cami, Hoca Muhammed Parsa'nın "Füsûs" için, "can", "Fütûhat" için "gönül" dediğini rivayet eder. [3]
    -Kitabu'l-İsra ilâ Makâmi'l-Esrâ
    -Muhadaratü'l-Ebrâr ve Müsameretü'l-Ahyâr,
    -Kelamu'l-Abâdile
    -Tacu'r-Resail ve Minhacu'l-Vesâil,
    -Mevaqiu'n-Nucûm ve Metali' Ehilletü'l-Esrar ve'l-Ulûm,
    -Ruhu'l-Quds fi Münasahati'n-Nefs,
    -et-Tenezzülatü'l-Mevsiliyye fi Esrari't-Taharat ve's-Salavat,
    -Kitabu'l-Esfar
    -el-İsfar an Netaici'l-Esfar,
    -Divan
    -Tercemanu'l-Eşvak
    -Kitabu Hidayeti'l-Abdal,
    -Kitabu Taci't-Terâcim fi İşarati'l-İlm ve Lataifi'l-Fehm
    -Kitabu'ş-Şevâhid,
    -Kitabu İşarati'l-Qur'an fi Âlaimi'l-İnsan,
    -Kitabu'l-Ba'.
    -Nisabü'l-Hiraq
    -Fazlu Şehâdeti't-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi'l-Mükinîn,
    -Cevâbü's-Sual,
    -Kitabu'l-Celal ve hüve Kitabu'l-Ezel,

 


 

[1]              Nefehat Tercümesi, s. 662.  

[2]              İslam Ansiklopedisi, c. VIII, s. 533-555.    

[3]              Nefehat Tercümesi, s. 623.  


 


[1]    Meşhur Endülüs Mutasavvıf. İşbiliyye Civarı'nda Cantillana Kasabası'nda doğdu. Fakir bir Aile'ye Mensup'tu. Henüz Küçük Yaşlar'ında Qur’an’ı ezlerlemişti, öğrendiği Dokumacılık Sanatı'nın yanısıra. Daha sonra Tahsil için Fas’a gitmiş, orada Tasavvufa meyletmiş ve Şeyh Ebu Ya’zan’dan faydalanmıştır. Dünya'yı ve ona karşı Sevgi'yi terkederek, Tasavvufiî Mertebeleri aşmış, Qutub olarak anılır olmuştur. Fas’ta birkaç Sene kaldıktan sonra Mekke’ye gitmiş ve Rivayet'e göre Abdulqadir Geylani ile buluşmuştur. Mekke’den ayrılıp Recaye Şehri'ne yerleşmiş, orada Büyük bir Şöhret kazanmıştır. Söylediği Sözler Sultan Ebu Yusuf’u kuşkulandırmış ve Merakeş’e celbedilmiştir. Ancak bu Seyahet sırasında Yol'da öl ve Rabiatu’l-Ubbad’a defnedildi. (1197-8) .Tlemsen Yakınları'nda Ubbad Köyü'ndeki Mezarı hala Ziyaret edilmektedir. ‘Şayet Gerçek Hedef'e ulaşmak istiyorsan Allah’tan başka, Madde ve Madde'ye Bağlı olan Herşeyi terket’ bu onun sık tekrarladığı bir Beyt'tir. Eserler'i, bazı Tasavvufi-Dini Şiirler ile, bir Vasiyye ve bir Akide’den İbaret'tir. Bu Yazmalar Paris ve Cezayir Kütüphaneleri'nde Arapça Yazmalar Kısmında vardır.

[2]    İbnu A'rabi/ Futuhati'l-Mekkiyye,  c.IV ve Ruhu’l-Kuds adlı eserinde ondan bahseder. Kendisi ile görüşmesi kısmet olmamıştır.

[3]    İbnu Arabi/Fususu'l-Hikem, Fassı-Şit

[4]    Molla Cami/Nefahatu’l-Üns, ç.Lamii Çelebi, S.662

[5]    Molla Cami/Nefahatu’l-Üns, ç.Lamii Çelebi

[6]    Molla Cami/Nefahatu’l-Üns, ç.Lamii Çelebi

[7]    Molla Cami/Nefahatu’l-Üns, ç.Lamii Çelebi

[8]    Molla Cami/Nefahatu’l-Üns, ç.Lamii Çelebi

[9]    İbnu A'rabi/ Fususu’l-Hikem, ç.M.Nuri Gençosman, İst.1971, s.20

[10]   İbnu A'rabi/ Futuhati'l-Mekkiyye,

[11]   İbnu A'rabi/ Fususu’l-Hikem,,

[12]   Aliyyu’l-Qari/ Risale fi Vahdeti’l-Vucud,İst. 1294

[13]   İbnu A'rabi/ Futuhati'l-Mekkiyye, Mukaddime

[14]   İbnu A'rabi/ Fususu’l-Hikem,

[15]   Aliyyu’l-Qari/ Risale fi Vahdeti’l-Vucud,İst. 1294

[16]   Ertuğrul, İsmail Fenni/ Vahdet-i Vucud ve Muhyiddin Arabi, İst, 1928

[17]   Ertuğrul, İsmail Fenni/ Vahdet-i Vucud ve Muhyiddin Arabi, İst, 1928

[18]   İbnu Arabi/ Futuhatı-Mekkiyye

[19]   el-Acluni/Keşfu'l-Hafa, I

[20]   eş-Şa'rani/ el-Mevakit

[21]   eş-Şa'rani/ Levakıh

[22]   İbnu A'rabi/ Futuhatu’l-Mekkiyye, 30. bab.

[23]   2/el-Baqara, 269

[24]   2/el-Baqara 251

[25]   İbnu A'rabi/ Futuhatu’l-Mekkiye, II, Bab.226

[26]   İbnu Arabi/ Futuhatu’l-Mekkiye, Muqaddime