Muhyiddin İBNU A’RABÎ
1165-1239/560-637
Muvahhidun
Dönemi'nde (Ebu
Yusuf Ya'qub) 27 Ramazan 560’da Mürsiye/İspanya’da
doğdu. Bilinmiyen bir Sebeble 8 Yaş'ında Aile'siyle birlikte İşbiliye’ye geldi.
(Muhtemelen Babasının Memuriyeti nedeniyle).
Ailesi
Arap Tayy Qabilesi’ne Mensûp’tu. Yakın Cedleri hakkında
fazla bir Şey bilinmiyorsa da, Anne ve Baba tarafından Nüfuz
ve İtibar Sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor.Akrabaları
arasında Tasavvufî Bilgiler’e sahip Kimseler vardı. Dayısı
Ebû Müslim el-Havlânî de, Qutublar’ın Büyüklerinden
sayılır..
İbnu'l-Arabî'nin
Dayılarından birisi Tilemsen Meliki’ydi:Yahya bin Yağân.
Onun zamanında Ebû Abdillah et-Tûsî Ad’ında Tilemsen
Şehrinin Kıyısında İkamet eden bir Şeyh yaşıyordu. Bir gün
Şeyh, Tilemsen şehrinde bulunduğu sıralarda Yahya ibnu
Yağan oradan geçiyordu. Kendisine, yanından geçtiği
Şeyh’in Ebû Abdillah olduğunu söylediler. O da At’ının
Başını çekerek ona Selam verdi. Bu sırada da Şeyh’e,
üzerindeki İpekli Elbiseler’i göstererek, "Bunlarla Namaz
kılmanın Caiz olup olmadığını" sordu. O zaman Şeyh: "Senin
halin Pisliğe düşmüş, doyuncaya kadar o Pislik’ten yiyen, her
tarafı Necaset’e bulanan, fakat bevlederken Sidik bulaşmasın
diye Ayağını kaldıran Köpeğe benzer. Senin dahi Karnın
Haram’la dolmuştur. O Durumda iken bu Elbiseler’le Namaz’ın
Caiz olup olmadığını ne diye soruyorsun?" diye Mukabele
bulundu. Bunun üzerine Yahya ibnu Yağân Saltanatı
terkedip Şeyh’e İntisab etmiş ve ölünceye kadar Odun satarak
Maişetini Te'min edip, geriye kalanını da Tasadduq etmişti..."
Yine kendi İfadesine göre, Babası Ali ibnu Muhammed'in
de, Devlet’in İleri Gelenleri’yle, özellikle Filozof
İbnu Rüşd
ile Dostluğu vardı.
İlk
Tahsil'ini bu Şehir'de yaptı.
Uzun bir Süre burada kaldı. Çocuk Yaşları'nda Ahmed
İbnu’l-Esirî Adında Genç bir Sufi ile Arkadaş oldu.
İbnu'l-Arabî,
bu Tahsil sırasında bir aralık Halvet’e çekilmiş Her Saha’da
ve özellikle Tasavvufî Marifetler Sahasında hiçbir Şey
bilmezken ve bu hususta hiçbir Kitap da okumadan, Mükaşefe
Tariki’yle bir çok Şeyler’e Muttali olarak Halvet’ten çıktı.
Endülüs'de bir süre daha kaldıktan sonra, Seyahat’e çıktı,
Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış Alim ve
Şeyhler’le görüştü, onlardan çok İstifade ve İstifaze
etmiştir.
577/1182 de
İbnu Rüşd
ile görüştü. Bunu Eser'inde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün
Bilgi'nin Aqıl Yolu'yla elde edileceğini söylemesiyle Meşhur
olduğu Yıllar'dır. 17 Yaş'ındaki Genç Muhyiddin,
kendisinde meydana gelen Fevkalade Haller Nedeniyle, Gerçek
Bilgi'nin sadece Aqlımızdan gelmediğine, böyle bir Bilgi'nin
daha çok Mükaşefe Yolu'yla elde edilebileceğine inanmıştı.
Bu
Seneler'de Şekkaz İsmi'nde bir
Şeyh'le tanıştı. Bu Zat Küçük Yaşlar'dan itibaren İbadet'e
başlayan, Allah Korkusu taşıyan, Hayat'ında bir kerecik olsun
‘Ben’ dememiş olan ve uzun uzun Secde eden bir kimsedir.
Muhyiddin o ölene kadar onunla Sohbet'e Devam etti.
578/1182-3 de İşbiliyye’ye
bağlı Haniyye’de Lahmî İsimli bir Şeyh'den, bu Zat'ın
Adını taşıyan bir Mescid’de Qur’an Dersi aldı. Böylece Ciddi
bir Tahsil'e başlamış oldu.
580/1184-5 de
Ureynî İsimli bir Şeyh’le tanıştı. Eserler'inde O’ndan İlk
Hocam diye bahseder, çok faydalandığı söyler. Ureynî, Ubudiyet
Mesele'sinde Derin bir Bilgi'ye Sahipti. Bu Yıllar'da
Martili Adlı bir Şeyh'den de İstifade etti. Ureynî
O’na:’Sadece Allah’a bak’ derken Martilî ‘Sadece
Nefsine bak, Nefs'in Hususunda Dikkatli ol, ona uyma’ diye Öğüt
vermişti. Martilî’ye bu Zıt Öneriler'in İçyüzü'nü sordu.
Bu Zat, kendi Nasihat'inin Doğruluğunda Israr edecek yerde,
‘Oğlum, Ureynî’nin gösterdiği Yol, Doğruyol'un ta
kendisidir. Ona uyman lazım. Bizim ikimiz de, kendi Halimizin
Gerekli kıldığı Yolu sana göstermiştir’ dedi.
Bu
Yıllar'da İşbiliyye’de
Fatıma Adında Yaşlı bir Kadın'a (tanıştıklarında 96
Yaşındadır) 14 Sene Hizmet etti. Bu Kadın, Erkek ve Kadınlar
arasında Muttaqi ve Mütevekkile olarak Temayüz etmişti. Çok
İyi bir kimseyle Evli'ydi. Yüzü o kadar güzeldi ki, İbnu’l-A’rabi O’nun
Yüzüne vakmaktan utanırdı.
584/1189 da Ebu Abdullah
Muhammed eş-Şerefî Adında biriyle tanıştı. Kendisi
Doğu İşbiliyye’li olup, Hatve Ehli'ndendi. Beş Vakit Namazını Addis Camii'nde kılardı. Namaz kılarken,
Qıyam'dan Ayakları
şişmişti. Namaz kılmaya başladığı zaman, Bembeyaz Sakalı
üstüne Gözyaşı dökerdi. Aşırı İbadet'e düşkündü.
586/1190 da İşbiliyye’de
İbnu’l-A’rabî hastalandı. Okuma Kabiliyyet'ini kaybetti. 2
Yıl bu Halde kaldı.
589 da Sebte
Şehri'ne giderek
orada Ahlaq Makamına erdiğini söylediği İbnu Cübeyr
ile tanıştı. Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü. Aynı Yıl Tlemsen’e geldi. Burada Ebu Medyen (ö.594)
hakkında gördüğü bir Rüya'yı anlatacaktır.
593/1196 da Fas’a gitti. Orada
yaptığı Seyahatler sırasında Büyük Şöhret kazandı.
595/1198 de tekrar Endülüs’e
geçti. Gırnata Şehri Dolaylarındaki Bağa Kasabası'nda Şekkaz
İsimli bir Şeyh'i Ziyaret etti. Onun Tasavvuf Yolu'nda
karşılaştığı en Yüce Kimse olduğunu söyler.
596/1199-1200 de
İlk defa Hac
için Mekke’ye gitti. Orada el-Kassar (Yunus ibnu
Ebi’l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar) İsimli bir
Şahıs'la Sohbet etti. Hac’dan sonra Mağrib’de, oradan da Ebu
Medyen’in Şehri olan Becaye'de bulundu.
Bir süre sonra tekrar Mekke’ye
geldi ve Ruhu’l-Quds, Tacu'r-Rasul Adlı Eserler'ini yazdı.
601/1204-5 de
Medine, Musul, Bağdad'da bulundu. Musul'da, et-Tenezzülatu'l-Musuliyye'yi
yazdı. Musul’dan ayrıldıktan sonra Konya’ya geldi. Orada
tanıştığı Sadreddin
Konevi’nin Dul Annesi ile
evlendi. Konya’da iken Risaletü’l-Envar’ı yazdı.
Selçuk Meliki tarafından Hürmet ve İkram gördü,
Sonra Mısır’a
geçti. Tekrar Mekke’ye geldi. Burada bir süre kaldı. Mekke'de
el-Futuhatu'l-Mekkiyye, Fusus'u Rüya'da gördüğü
Peygamber'in Emr'iyle ve O'nun istediği şekilde yazdığını, bu
Eser'in
Önsöz'ünde belirtir. "Veliler
Bilgilerini, Peygamber'e
Vahyi getiren Meleğin aldığı
Kaynak'tan almaktadırlar."
Sonra Bağdad ve
Halep’de bir süre dolaştıktan sonra 612/1215 de tekrar Konya’ya
geldi.
617 de Şam’a
yerleşti. Zaman zaman civar Şehirler'e
Şeyahatler yaptı.
638 de 22
R.Evvel’de (1239) Şam'da öldü. Qabr'i Şam
Şehri dışında Kasiyun Dağı Eteği'ndedir.
1500lerin Başında Sultan Selim, Şam’ı Osmanlı
Toprağı
yaptığında oraya Türbe,
Camii ve İmaret
İnşa ettirdi.
İmam Yafî’nin
Rivayet'ine göre Şeyh Şihabuddin ile bir
Meclis'te
beraber bulunmuşlar. Aralarında bir
Konuşma geçmeden sadece
birbirlerine bakarak ayrılmışlardır. İbnu’l-A’rabî’ye ‘Şihabüddin
hakkındaki düşünceniz nedir?’ diye sorulduğunda: ‘Karnından
Ayağına kadar,
Sünnet'le
Dopdolu bir
Adam’
Cevab'ını
verir.
Şihabuddin’de O’nun için ‘Haqiqat
Denizidir’
Cevabını
verir.
Kendisi de, Tasavvuf’ta, Qutubluk Mertebelerine varmış bir zat
olarak anmadan çekinmez
Eserlerinin Tartışılması:
Molla Cami, bir Bağdad
Şeyhine dayanarak O’nun 500 kadar
Eser'i olduğunu nakleder.
Kendisi Dostlar'ının
Yardım'ıyla Tasnif ettiğini
söylediği Fihrsit’inde çoğu Tasavvuf'la ilgili olan 250 yi
geçmeyen Eser'ini sayar. En
Büyük Eleştiri'yi de ‘Fususu’l-Hikem’
dolayısı ile aldığını söyler. O’na göre ‘onun Istılahlar'ını
anlamadan, Tenkidler'in düşünülmeden veya bir başkasının
farkındaki Söz ve
Tenkidleri Gözönü'nde bulundurularak’
yapılmaktadır bu eleştiriler.
O Çözüm'ü şu
Tavsiyeler'de arayacaktır:
a)Şeriat'a
Aykırı olduğunu zannettiğimiz bir Söz
nakledilirse, Naql'in
Sıhhatli olup olmadığına bakarız. Sıhhatli
değilse, bu Söz'ün
o kişi tarafından söylendiği İddiasını
reddederiz.
b)Te’vil’e
İmkan buluyorsak Te’vil eder, aksi taktirde ‘Tasavvuf Ehli
katında belki Te’vil'i vardır’ demeliyiz.
c)Bu
Sözler
Sekir Hali'nde söylenenler
Cümlesindedir diyerek,
anlayamadığımızı Beyan'la o
Söz ile Amel etmemeliyiz.’
O’nun en
Şiddetli Eleştirmen'i İbnu Teymiyye’dir.
Hanefiler’den Ali el-Qarî, İbnu Teymiyye’yi
savunarak İbnu Arabî hakkında
Sert Eleştiriler'de
bulundu. Bu Eleştiriler İsmil Fenni Ertuğrul
tarafından göğüslenmeye çalışıldı. Burhaneddin Ebu’n-Nasr
Parsa, Fusus için
Can, Fütühat için
Gönül
Tabir'ini kullanır.
Şeyh
Rukneddin’e bir
Derviş sorar:-’İbnu Arabî
Allah’a Vucudu Mutlak demiştir.
Qıyamet Günü'nde bu
Söz'ünden
dolayı cezalandırılır mı? Cevap şu olur:
-Ben asla bu
gibi Sözler söylemek istemem, keşke o ve onun gibiler de
söylemeselerdi. Çünkü Çözümü Zor olan
Söz söylemek doğru değildir.
Fakat mademki söylemiştir, o halde İmkan varsa
Te’vil etmek
gerekir.’
*’..Şu halde o
Ezelî olan
İnsan (şekliyle) Hadis,
Zuhur ve Neş’eti bakımından
Ebedî ve
Daimi'dir.’ (Fass-ı
Adem’den)
Alem'in
Qıdem'i
İnanc'ını savunnan bu
Söz'ü Zahirî
Mütekellimler'ce
Küfür
sayılmıştır. Eğer Fikirler'inde bir
Değişme Meydana gelmemişse
Futuhat’ta savunduğu Tez'in
Işığında bu Söz'ü anlamak
gerekir.
‘Eşya'yı yoktan
var eden Allah’ı Tesbih ederim.’ ‘Allah ile, O’nun yarattığı
şeyler arasında Münasebet yoktur. Alem'in
Haqiqat'ine baktığın
zaman, o bir Araz'dır (yok hükmündedir), Haqq’ın ‘O’nun
Vech'inden başka
Herşey Yokolucu'dur (55/er-Rahman 27)
Ayeti
buna Delalet eder.’
Futuhat’ta
Araz olduğunu söylediği Alem’in Fusus’ta
İnsan Sözkonusu edildiğinde
A’yan-i Sabite yani Allah’ın
İlmi'nde olan
Sureti (Suver-i
İlmiye)
Yönüyle Ezeli olduğunun (Feyz-i
Akdes) savunulduğu görülür. Çünkü O’nun ilmi kadimdir.
Bu
Yoruma İmkan
veren Gerekçe, bir Şey'in hem
Hadis, hem de Ezelî olacağının
söylenmesinin Mantıklı olmamasıdır. Fusus’taki
Cümle'den
anlaşılan Mana, Alem'in bir
İtibara göre Hadis (fFeyz-i
Mukades), diğer bir itibara göre de
Ezelî olması gerektiğidir
(Feyz-i Akdes).
*’..Biz O’nu
gördüğümüz zaman, kendi Nefsimizi görürüz, kendimizi gördüğümüzde
de O kendi Nefsini görür.’ (Fass-ı
Adem’den)
Aliyyu’l-Qarî,
bu Söz'ün
Açık bir Küfür olduğunu söyler.Çünkü İnsan'ın
Zat ve Sıfat'ı ancak,
Hulul ve İttihat ve
Vucudiyye (Panteizm)
Mezhebi'nce Allah’ın aynı ve
Sıfatı Kabul
edilir.
İsmail Fenni
ise bu Metni şu Anlam'da okuyarak Aliyyu’l-Qarî’ye
katılmaz: Bu Sözler'den
Maksat, Allah İlahî
İsimler'in
Suretler'iyle bize göründüğünden, biz kendimizi, O’nun bizde
Zahir olan Sıfatlar'ı üzerine biliriz. Hayat,
İlim, İrade,
Qudret, Semi’,
Basar, Kelam gibi, kendimize
Nismet ettiğimiz
Sıfatları, O’na nisbet ederiz. Yani bizde
Zahir olan İlahi
Sıfatlar'la, bizim sıfatlanmamız
Sebebiyle, biz o Sıfatlar'la
Haqq’ı vasıflandırıp, kendimize Nisbet ettiğmizi, O’na
Nisbet
ederiz demektir.Gerçi bu Sıfatları Allah da kendisine
Nisbet
etmiştir. (9/et-Tevbe 104, 56/el-Vaqıa 63).
Baki'yi Beşer
her ne kadar eylese Tenzih
Faniyyet'i
İcabı
eder kendine Teşbih (Mehmed Akif)
Şunu da
hatırlatmak yerinde olacak ki, Allah'da bu
Sıfatlar Qadim ve
İnsan'ın
Hadis olan Sıfatlar'ına
Tesirli'dir (İsim benzerliği de
vardır). Hiç şüphesiz Allah biz yokken bu Sıfatlar'la
Muttasıf
olduğu gibi, biz Hayat'ta iken ve yok olduktan sonra da O yine
bu Sıfatlar'la
Baki'dir. Ayrıca O’nda
Kemal üzere olan bu
Sıfatlar,
İnsanlar'da Noksan'dır.
*el-Qari,
O’nun Fass-ı İshaq’da,
İbrahim’in
Oğluna Rüya'da kendisini
Qurban ettiğini gördüğünü söylediğini
ve bu Rüya'nın
Hayal Makamı'ndan olduğunu,
Gerçek olan bu Rüya'nın
Misal Alemi'ne
Uygun olarak değerlendirilmesi gerektiğini;
Peygamber’in Rüya'da gördüğü
Süt'ü, ‘Din ve
Yakin İlmi’ olarak,
Yusuf’un da 7
İneği, 7 Yıl olarak
Tabir ettiğini;
nitekim Koç'un İbrahim’in
Oğlu Suretinde Zahir olduğunu,
halbuki İbrahim’in
Rüya'yı Zahir'ine hamlettiğini ifade
etmesini eleştirir. Bir Nebi’nin İçtihad'ında
Hata etmesini
söylemeyi Fahiş bir Hata olarak görür.
Qur’an
Yusuf
ve Yakub’un
Te'vil ettikleri
Rüyalar'dan bahseder. (12/Yusuf
4-6,36,37,48,49). Hz.Rasul’un Rüya yorumladığı da naqledilir.
İbrahim’in gördüğü
Rüya'yı Zahir'ine hamletmesi,
İctihad'ıdır. Buna dayanarak,
Oğlunu Qurban etmek isteyince
Allah ona Zellesini bildirmiştir. Hayal
Alemi'nde Oğul
Sureti'nin,
Teslimiyet Manasında
Koç demek olduğu, Allah
tarafından ‘Koç’gönderilip, onun
Qurban edilmesiyle Sabit
olmuştur. Allah’ın:’Rüyan Doğru'dur’ yani
Oğlunu Qurban etmen
doğru'dur buyurmayıp, ‘Rüya'nı
Tasdik ettin’
(37/es-Saffat 105) yani gördüğün Şeyi
aynıyla yapmak istedin, buyurmasına
dikkat edilmelidir.
Molla Cami,
Uyku'nun
Mukayyed Hayal Alemi olup,
Temessül eden Suret'in,
bundan kastedilen Manalar'a
Tabiri, bu Alem'in
Hal ve Şan'ından
olduğu halde, İbrahim’in
Mutlak olan Misal
Alemi'nden
almaya alışmış olması ve her ne zaman bu Alem'den bir
Şey alsa,
onun Vakıaya uygun Zuhur etmesinden dolayı,
Mukayyed olan
Misal Alemi'nde
Oğlunu Qurban ettiğini görmesi üzerine, onu
Tabir etmeyerek, aynıyla İcraya
Teşebbüs ettiğini söyleyerek,
bunu Mutlak ve Mukayyed
Ölçü'süyle açıklamaya çalışır ."
"Alem'de
Tek bir
Varlık vardır. O da Vucudu
Mutlak olan Allah'ın Varlığıdır.
Diğer Varlıklar bu
Varlığın çeşitli Zuhurları ve
Değişik
Tecelliler'idir. Var zannedilen
Şeyler aslında Vehim ve
Hayal'den
İbaret'tir."
"Allah'a
Hamd
olsun, İlim Konusunda
Hz. Peygamber'den başkasını Taqlid
etmedim. Bilgiler'imizin hepsi
Hata'dan korunmuştur. Naql'e ve
Rivayet'e dayanmaz."
"Allah'a çok
Şükürler olsun, söylediklerimin hepsi Allah'ın
Qalb'imize
verdiği ilham'a dayanmaktadır."
"Yazdıklarımızın ve yazmakta olduklarımızın hepsi
İmla-ı
İlahiyye, ilka-i Rabbaniye ve
Nefes-i Ruhani'ye
İstinad
etmektedir. Bilgilerimiz Vahy-i
Kelam değildir, ama
Vahy-i
İlham'dır."
"Bilgilerimizin
tümü Zevk'e, yani
Yaşama'ya ve İç
Tecrübe'ye dayanmaktadır.
Ulum-i Zevkiyye'nin
Kaynağı İlahî
Tecelli'dir. Bazan doğru
bir Haber ve Sıhhatli bir
Nazar Yolu ile de
Bilgi Sahibi
olmaktayız."
"Futuhat'ın
hiç bir Bölümünü İrade'me ve
Aql'ıma dayanarak yazmış değilim.
Allah ilham Meleği ile ne şekilde
İmla ettirdiyse o tarzda
Qalem'e aldım."
"Eserler'imi
Aql'a ve
Fikr'e dayanarak değil, sadece
İlham Meleği'nin
Qalb'ime
getirdiği Nefes'e
İstinad ederek yazıyorum."
"Sahih bir
Aqide , tümü ile Keşf ve
Şuhud'a dayanır."
"Keşf'te kat'iyyen
Hata olmaz ama İstidlal'de
Yanılmalar çok olur."
Tartışmalı bir
Hadis naklettikten sonra der ki: " Bu
Hadis'in Sened'inde her
ne kadar ileri geri Laf edilmişse de, bizim gibi kimselere
göre bu Hadis Keşf'en
Sahih'tir." " Bu, bizim için
Muhaqqaq
olan bir Zevk'tir. Çünkü biz,
Rusum Uleması tarafından
anlatılan Şer'i Hükümler'in çoğunu, onlara ve
Eserler'ine başvurmadan bu
Yol'dan aldıktan sonra
Rusum Uleması'nın
Bilgiler'iyle karşılaştırılıyor, onların da bizim gibi
düşündüklerini görüyoruz. İşte bu Yol'dan
Hadisler'in Sahih olduğuna
hükmediyoruz. Aynı Şekilde
Sahih olmadığını görüp reddettiğimiz
Hadisler de vardır. ( Ve min tilke't-tarik nüsahhihuhu'l-ahadisi'n-Nevebiyye
ve nerüddüha eyzan)"
"Rivayet
Yolu
ile gelen nice Sahih Hadisler vardır ki, bunlar
Raviler'e göre
Sahih olduğu halde, Keşf
Sahibi olan bu Zat'a göre
Sahih değildir.
Zira bu Hadis'in
Sahih olup olmadığı Rasulullah'a sorulmuş,
Rasulullah bu Hadis'in
Mevzu olduğunu ona Haber vermiş, o da
bu Hadis'le
Amel etmeyi terketmiştir. Fakat Sened'i
Sahih olduğu
için Nakilciler bu tür Hadisler'le
Amel ederler. Sened'i
Zayıf
olan nice Hadisler vardır ki Ehli-Keşf için
Sahih'tir. Zira
Rasulullah'tan işitmiştir."
"Biz ve bazı
Arifler birtakım Marifetler'i ve
Sırları açıkladığımız için
Eza ve Cefa'ya
Maruz kaldık. "Zındık'sın" diye aleyhimizde
Şahitlik yaptılar. Katlanılması son derece
Zor Sıkıntılar'a
Duçar olduk. Böylece Qavm'i tarafından
Tekzib edilen- pek azı
müstesna kimsenin İman etmediği- Peygamberler gibi olduk.
Bizim Baş Düşmanımız,
Fikirler'inde Taqlid üzere olan
Muqallidler'dir.
Filozoflar
hakkımızda şöyle derler: -Mutasavvıflar Ehl-i
Zevk'tir,
Arzular'ına tabi oluyorlar. Muhayyile
Melekeleri bozulduğu için
Aqlen Zayıf kalmışlardır.-Görülüyor ki
Filozoflar bizi Tasdik
etmeseler bile, belli bir Konu'da
Şeriat'ımıza
Muhalif
olmadıkça, Tekzib etmeyen Ehl-i Kitap
Hükmünde tutuyorlar."
"Şeriat'ın
Derin
Konuları'nı ve
Tevhid İlmi'nin
Müşkil Meseleleri'ni anlamak
isteyenler, Aql'ın ve
Rey'in verdiği bütün
Hükümler'i terketmeli
ve Allah'ın Şeriat'ının önüne geçerek, kendileriyle
Niza yapan
Aql'a şöyle
Hitap etmelidir: "Ey Aqıl
Sen de benim gibi Kul'sun,
Mahluq'sun! Allah'ın kendisine
Nisbet ettiği Hususları, senin
gibi kendisinin ne olduğunu anlamaktan bile
Aciz olan bir
Varlığa İstinad ederek nasıl terkedebilirim? Sen kendini
bilmiyorsun, Rabb'ını nereden bileceksin?
Tevhid ve
Tasavvuf İlmi,
Aql'ın Tavrının üstündedir,
Dahilinde değildir.
Aql'ın bir
Hudud'u vardır, bu
Sınır'ın ötesine gidemez.
Şeriat'ın biri
Aşağı, diğeri Yüksek iki
Dairesi vardır. Aşağı Dairesi Ehl-i
Fikr, yukarı
Dairesi Ehli Keşf içindir. Keşf Ehli'nin
söyledikleri Sözler'in, kendi
Daireler'inde bulunmadığını gören
Fikir Ehli, Keşf Ehli'nin
Sözler'ini Red ve
İnkar eder ama,
Keşif Ehli, Fikir Ehli'nin
Sözler'ini Red ve
İnkar etmez. Hem
Fikir hem Keşif
Sahibi olanlar, Zaman'ın
Hakimi'dirler.
Musa
ile Hızır'ın Qıssaları buna
Şahid'dir.
Aqlî
Konular'da
İnsan'ın
Yolunu kesen Şüphe,
Şer'i Konular da ise
Te'viller'idir.
Haqq'a Vasıl olmak için
Sefer'e çıkan bir kimse
Şüphe ve Te'vil'in
bulunmadığı noktaya erişti mi
Yol'un Sonu'na varmış olur.
Aqlî ve
Nazarî
Bilgiler, İlham'la
Muqayese edilince
Evham oldukları görülür.
Kelam
Alimleri,
bildikleri Hususları Yeterli ve
Kesin görerek, buna Aykırı
Söz söyleyenleri Kafir sayarlar. Çok
Dar olan Görüş
Ufukları biraz genişlese, Tevhid
Ehli olan Herkesi
Yasvib
ederlerdi.
Dinî
ve İlahî
Konular'da, Aqlî bir
Delil'in Kabul ettiğini, aynı
Mahiyet'teki
diğer bir Aqlî
Delil reddeder. O halde bu Saha'da
Aql'a nasıl
güveneceksiniz?
Aqlî
Deliller, Mü'minler için değil,
Münkirler içindir. İman'ı olanın
Aqlî Delil'e
İhtiyacı yoktur. Bir Şehir'e bir
Tabib Kafi olduğu
gibi, bir Kelam Alimi de
Yeterli'dir, fazlasına
İhtiyaç yoktur."
er-Razi'ye
yazdığı Mektup'ta şöyle der:" Ey
Dost, İlim'de
Kemal Derecesine
ulaşmak için Naqil ve
Hoca Aracılığı olmadan
Bilgiler'i
Vasıtasız olarak Allah'tan almak lazımdır. Bilgisi
Naql'e ve
Hoca'ya dayananlar
Ömürlerini Hadis ve
Mahluq Varlıklar'la uğraşarak
tüketirler. Rabb'larından Haz ve
Nasib alamazlar. Bir Ömür
harcarlar, yine de İlm'in
Haqiqat'ini kavrayamazlar. Bir
Şeyh'e
İntisab ederek Tasavvuf
Yolu'na girsen, hiç yorulmadan ve
Zahmet çekmeden, Hızır gibi
İlham Yolu ile Sıhhatlı
Bilgiler alırsın. Nazar'a,
Fikr'e, Zann'a ve
Tahmin'e dayanan
Bilgiler değil, sadece Keşf ve
Şuhud'a dayanan
Bilgiler
İlim'dir."
Tasavvuf'a
karşı olan Fıqıhcı,
Kelamcılar için şöyle der: "Bunlar
üzerinde Güneş Tutulması hiç
Eksik ve Zail olmaz."
"Peygamberler
için Fir'avnlar ne ise, Rusum
Uleması, Veliler için
odur. Fuqaha ve Ashab-ı Fikir,
Veliler'in Fir'avnlar'ı ve Allah'ın
Salih Kulları'nın
Deccallar'ıdır"
"Haqiqi
Mana'daki Hukema,
Ulema-billah'tır, yani Allah'ı bilen ve
Allah'ı kabul eden kimselerdir." Bir kimseye
Hikmet
verilmişse ona çok Hayır verilmiştir."
Hikmet, Nübüvvet'i bilmektir.
Davud hakkında, "Allah ona
Mülk ve Hikmet verdi"
buyruldu. Filozof, Muhibb-i
Hikmet Manasına gelir. Aqıl
Sahibi olan herkes
Hikmet'i sever.
Felsefe de Hubb-i
Hikmet
yani Hikmet Sevgisi demektir. Müslümanlar'ın
Hal ve Zevk
Sahibi olan Eflatunu İlahi'den hoşlanmamaları,
Felsefe
Kelimesinin Manasını bilmemelerinden ileri gelir."
"Sakın bir
Filozof'un veya Mu'tezile Alimi'nin
İleri sürdüğü Fikr'i
İnkar'a
kalkışıp da, bu Filozoflar'ın
Görüş'üdür, Mu'tezile'nin
Görüş'üdür" demeyiniz. Zira bu
Tahsili ve Bilgisi olmayanların
Hareket Tarzı'dır. Zira Filozof'un
Her Sözü Batıl değildir.
Mümkündür ki Filozof'un savunduğu
Mesele onlardaki Haq
Fikirler'dendir. Bilhassa Peygamberimiz ve İslam
Uleması'ndan
biri bunu daha önce söylemiş olursa Durum daha çok böyle olur.
Filozoflar'ın
yazdıkları Eserler, yani Hikmet,
İnsan'ı Şehvet'ten
Koruma,
Nefs'in Tuzağından kurtarma ve
İç'te Gizli olan
Şeyler'den
uzaklaştırma gibi Meseleler'le
Dolu'dur. Bütün bunlar
Sahih'tir,
Şeriat'a da
Uygun'dur.
Ey
Dost! Bu
gibi Konular'da sakın hemen reddetme işine koyulma, biraz
Temkinli ol. Filozof'un
Sözü üzerinde düşün, Zihnini bile, o
zaman göreceksin ki, Filozoflar'ın
Bazı Sözleri Haqq'tır,
Şeriat'a
da Muvafıq'tır. Zira daha önce aynı
Şey'i Hz. Peygamber ve
Ulema'dan biri de söylemiştir. "Falan
Alim şu Mesele'yi
Filozoflar'dan öğrendi veya
Kitaplar'dan okudu,"
Sözüne gelince,
bu hem Cehalet'tir hem de
Yalancılık'tır: Yalancılık'tır, zira
görmediğin halde "bu Alim şu
Mesele'yi falan
Filozof'tan
öğrendi veya onun Kitab'ından okudu" diyor ve bu
Söz'ünü de
Sağlam bir Delil'le
İspat etmiyordun. Bu iddian aynı zamanda
Cahillik'tir. Çünkü bu konuda sen
Haqq ile Batıl'ı
ayırdedemiyorsun. Bu İtirazınla
İlim Sahası'ndan çıktın,
Cehalet ve Yalancılık
Derekesine düştün.
Ey
Kardeş!
Filozof'un ve Mu'tezile Alimi'nin
Sözünü al, üzerinde düşün,
kendini azıcık Hidayet Yolu'na sevket. Bu sayede belki de
söylenen Söz senin için açıkça anlaşılır hale gelecektir.
Qıyamet Günü "kendime yazık ettim, şüphesiz ki bundan
Gafil
idim, hatta bu hususta Haksızlık etmiştim", demenden böyle
davranman daha Güzel değil midir?
Filozoflar sırf
bu İsmi aldıkları için kötülenmiş değillerdir. İlahiyat'la
ilgili Konular'da hata ettiklerinde
Zem olunmuşlardır. Filozof
Muhibbb-i Hikmet demektir.
Şüphe yok ki Aqlı başında olan her
İnsan Hikmet'i sever.
Filozof'un Din'i yoktur, demene gelelim. Filozof'un
Din'inin
olmaması, söylediği her Söz'ün Batıl olduğuna Delalet etmez ki!
Aqıl Sahibi bir kimse bunun böyle olduğunu İlk Nazar'da idrak
eder."
"Bütün insanlar'ın
İlah
konusunda bağlı kaldıkları Aqıdeler vardır. Ben bunların
hepsine inanıyorum ve bağlanıyorum."
"Sizi kuşatan
bu Rahmet'i daha da genişletiniz"
"Bir kimse
haqiqaten Arif olursa,
Din'i ve ilahî
Gerçeğe Aşina bulunursa,
belli bir Aqıde ile
Mukayyed olmaz, Muayyen
Görüşler'e Bağlı
kalmaz."
Eserleri:
Nefehat'a göre, Bağdad Uleması’ndan birisi
Muhyiddin üzerine bir Kitap Te'lif etmiş ve bu Kitap’ta
Musannefat’ının 500’den fazla olduğunu söylemiştir etmiştir.
İbnu'l-Arabî'nin Eserlerinin sayısı kendine de Malum
değildi, denir. Hayat’ında Dostlar’ının İsteği üzerine
birkaç defa bunların Fihristini yapmak istedi. Bu Fihristler
birbirinden ayrı 3 Yazma halinde Bugüne geldi.
Bugüne gelenlerin bazıları:
-Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye ve'l
Mülkiye, Kendi el yazısı ile olan nüsha, Türk-İslam
Eserleri Müzesi no. 1845-1881'dedir. Bu Nüsha 31 Cild
halinde tertib edilmiştir.
-Fusûsu'l-Hikem, Türkçe’ye çevrildi Molla
Cami, Hoca Muhammed Parsa'nın "Füsûs"
için, "can", "Fütûhat" için "gönül" dediğini rivayet eder.
-Kitabu'l-İsra ilâ Makâmi'l-Esrâ,
-Muhadaratü'l-Ebrâr ve Müsameretü'l-Ahyâr,
-Kelamu'l-Abâdile,
-Tacu'r-Resail ve Minhacu'l-Vesâil,
-Mevaqiu'n-Nucûm ve Metali' Ehilletü'l-Esrar ve'l-Ulûm,
-Ruhu'l-Quds fi Münasahati'n-Nefs,
-et-Tenezzülatü'l-Mevsiliyye fi Esrari't-Taharat ve's-Salavat,
-Kitabu'l-Esfar,
-el-İsfar an Netaici'l-Esfar,
-Divan,
-Tercemanu'l-Eşvak,
-Kitabu Hidayeti'l-Abdal,
-Kitabu Taci't-Terâcim fi İşarati'l-İlm ve Lataifi'l-Fehm,
-Kitabu'ş-Şevâhid,
-Kitabu İşarati'l-Qur'an fi Âlaimi'l-İnsan,
-Kitabu'l-Ba'.
-Nisabü'l-Hiraq,
-Fazlu Şehâdeti't-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi'l-Mükinîn,
-Cevâbü's-Sual,
-Kitabu'l-Celal ve hüve Kitabu'l-Ezel,