SADREDDİN eş-ŞİRAZİ
Molla Sadra
(Muhammed ibnu İbrahim
el-Şirazi
Sadru'l-Müteellihin)
(1572(3)-1640(1)
(-9??-1040)
Giriş:
es-Sühreverdi, Yeni-Platonculuğa
Tepkisine rağmen asla
Aql'ın en
Derin Dinî
Sırları ele almada Pay'ını
reddetmemişti..
Muhafazakar Kelamcılar,
Faqihler, bir çok
Sufî
ve genel olarak Halq'da bu Pay
tamamen silinmeye doğru bir Seyir izledi.
es-Sühreverdi'nin
İbnu Sina sonrası Düşünce
Tarihi'ndeki Önem'i, O'nun
Dinî
ve Metafizik Haqiqat'ın
Birliğini ve nerede bulunursa bulunsun,
Grek Felsefesi'nde,
Qadim İran Düşüncesi'nde, Müslüman
Yeni-Platonculuğunda ve Sufizm'de
Haqiqat'ı
Arama'nın Görev
olduğunu savunmasında bulunur.
es-Sühreverdi'nin
başlattığı bu Akım, İran'ın
Türk-Safevî Dönemi
boyunca Şii
Çevreler'de
Gelişmesini sürdürdü. Safevî
Hanedanı'nın Kurucusu
olan ve 1200lere kadar giden bir Sufî
Tarikatı'ndan olan Şah İsmail (1500-1524) baştan başa bütün
İran'da Şiî Aqıde'yi güçlendirmeyi üstlendi.
Moğollar Dönemi'nde azalan
Felsefe ve
Kelam'a olan ilgi Özellikle Şah Abbas (1588-1629)
Dönemi'nde yeniden canlandı.
Hayatı ve Eserleri:
Şiraz'da doğdu.
Daha sonra Dönem'in
Önemli bir İrfan
Merkezi olan İsfehan'a
gitti. Orada Tahsil'ini Mir Damad (ö.1630-1)
ve Mir Ebu'l-Qasım Fendereskî (ö.1640) ile sürdürdü.
Muhammed ibnu Husayn Bahaddin (el-Bahai el-Amilî)
(ö.1030-31/ 1620-21). "İran'da
Asrî
Zamanlar'ın en
büyük
Hakim'i olan Molla Sadr'ın
Hoca'sıydılar. Bunlar
Abbas I'in
Sarayı'nda yaşayanİki
Dost'tu.
Sonunda, Fars
Bölgesi'nin
Valisince kurulan Medrese'de
Öğretimini üstlenmek
üzere Şiraz'a döndü. Yaya olarak gittiği 7.Hac
Dönüş'ünde
Basra'da öldü. 1040-50 (1630-41) . Orada defnedildi.
es-Sühreverdi'nin
Hikmet el-İşraq'ı, Esirüddin el-Ebherî'nin el-Hidaye
fi'l-Hikmet'i ve
İbnu Sina'nın Şifa'sının
Bölümleri üzerine yazdığı çok sayıda
Şerhler'e ek olarak
eş-Şirazî bir çok Orjinal
Eser Qalem'e aldı. Bunlardan
Hudus, Haşr, İsnadu'l-Vucud ile'l-Mahiyet,
el-Cebr ve'l-İhtiyar, Kitab el-Meşâir, Kitab Kasr Esnam
el-Cahiliyye, Mefatihu'l-Gayb, Arşiyye, el-Mebdei ve'l-Mead
bize ulaşanlardan.. Farsca olarak Se Asl (Üç
İlke)yi yazdı. Ancak O'nun Baş
Eseri Kitab el-Hikmet
el-Muteâliye fi Esfari'l-Erbaa't-il-Aqliyyedir.. Bu
Kitap, O'nun Kısa
Risaleleri'ndeki
bir çok Mesele'yi ve yine genel olarak
İbnu Sina sonrası
Düşünce'yi içerdiğinden Molla Sadr
Hikemiyat'ının sinin
Özeti kabul edilir. 400
Yıldır bu Eser İran
Felsefe
Medreseleri'nde okutulur.
Hikemiyâtı:
İbnu Arabi,
Sadreddin el-Konevi gibi
Arifler'in Görüşlerini
Deliller'e dayayarak sağlamlaştırdı Hikmet-i Müteâliye
Okulu'nun
Temel'ini attı. Gnostik
Görüşler ile Felsefe
Okulları'nı
Yeni bir
Görüş Açısı ile birleştirdi. Varlığın
Asıl, Mahiyet'in
İtibarî olduğunu savundu. "Hareket-i Cevheri", "Nefsin Cismanî
Hudusu ve Ruhanî Bekası", "Aqlın,
Âqîl'in ve Ma'qul'un
İttihadı" O'nun Özgün
Buluşları.
Dört Sefer'inin
Giriş'inde,
Zamanında, Felsefe'nin içinde bulunduğu
Kötü Hal ve
Halq'ın çoğunun
Öğretim'e gösterdiği
Hoşnutsuzluk üzerine
Üzüntüler'ini dile getirir. Kendisini
Felsefe Öğrenim'ine veren
eş-Şirazî şuna kani oldu ki, Peygamberler'e ve
Hakimler'e
verildiği gibi, Vahyolunan Haqiqat'le birleşen
Qadim Hikmet,
Haqiqat'ın en
Yüksek İfadesi idi. Oldukca
Zor Fikirler'ini
Yazı'yla
İfade etmek için Uzun bir
Süre Dünya ile
ilgisini
kesti ve kendi Değişiyle "
Qalb'i tutuşuncaya" kadar kendisine
katlandı, ve "'ilahî
Alem'in Nuru
onun üzerine doğdu, ve önce Endişe etmediği
Sırlar'ı keşfedebildi." Sonuç olarak ,
O önce Nazarî olarak öğrendiklerini ve bunun yanında daha bir
çok Şey'i keşfen
İdrak edebildi. Gittikçe kendisine Allah'ın
İnayet'iyle
Kavrama İmtiyazı verilen
Bilgiler'i başkalarına
anlatmakla Görevli olduğunu anladı. Dört Sefer şöyleydi:
1.Nefs'in Halq'tan
Haqq'a Yürüyüşü
2.Sonra Haqq'la
Haqq'a Yürüyüşü
3.Sonra Haqq'tan
Halq'a Dönüş
4.Sonra
Yaratıklar'da
Tecelli ettiği suretle Haqq'a olan
Yürüyüşler
Felsefe'nin
Bölümler'iyle ilgili bu
Kitap'ta sergilenen Fikir esasta
İbnu Sina'nın Taqsim'iyle aynı'dır. Felsefe'nin
İki Ana
Bölüm'ü vardır. Gerçekte oldukları şekliyle
Eşya'nın Bilgi'sine
yönelen Nazarî Hikmet, Nefs'e yakışan
Kemaller'i kazanmayı
Hedef alan Amelî
Hikmet.
Birinci
Faaliyet'in
Kemâli,
bütün Nazarî Araştırmalar'ın
Nihayi
Gaye'sinin elde edilmesidir. Yani
Ma'qul Alem'in
Nefs'te İrtisam'ı
yahut İn'ika'sıdır ki, bu suretle
Nefs,
el-Farabi ve
İbnu Sina'nın söylemiş olduğu gibi, kendisi bir
Ma'qul
Alem olur.
İkincisinin
Kemâli,
Teşebbüh billah suretiyle Allah'a yaklaşmaktır ki,
Nefs'e bu İmtiyaz'ı
, bu Taqlit verir. Bu
Görüşe göre, Felsefe ve
Aqıde'nin
Gayeleri tamamen aynıdır ve bu Tez'ini
desteklemek için bir çok Ayet, Hadis ve
Ali ibnu Ebi Talib'in
Sözlerini zikreder. O hiç bir yerde,
Felsefe'yle Din
İlişkisi
ortaya çıktığında Kelamî
Meseleler üzerinde Kayıt ve
Şartlar'ı
anlatmaz.
es-Sühreverdi gibi, Adem'den
İbrahim'e,
Grekler'e, Müslüman Sufiler'e ve
Filozoflar'ına kadar kopmayan
bir Silsile ile aktarılan Haqiqat'ın
Birliğine inanmaktadır.
Başka bir Eser'de O,
Dünya'nın her yerinde Hikmet'in
yayılmasının Sorumlularının Şit (Seth) ve
Hermes (Qur'an'ın İdris'i, Tevrat'ın Enoch'u) olduğunu
uzun uzadıya Tasvir eder. O'na göre, önceleri
Yıldızlar'a tapan
Grekler, İlahiyat'ı ve
Tevhid İlmi'ni
İbrahim'den öğrendiler.
O, Antik Grek Filozofları'nı, biri Miletli
Thales'le
başlayan ve Sokrates ve
Platon'da son bulan;
diğeri Mısır'da karşılaştığı Süleyman (Hakim)'den ve
yine Mısır Kahinleri'nden
Hikmet öğrenen
Pythagoras'la
başlayan iki Farklı Geleneğe bağlı
Filozoflar olmak üzere iki
Grub'a ayırır.
eş-Şirazî'ye göre,
Grek'de Hikmet'in
Sütunları Empedokles,
Pythagoras,
Sokrates,
Platon ve
Aristoteles idi.
Plotinus
(el-Şeyh el-Yunanî) da genellikle önemli bir
Sima olarak
zikredilir. Her ne kadar Hikmet'in bütün
Ülkeler'e yayılması bu
Grek Bilgeler'ine atfedilirse de, es-Sicistani'den
eş-Şehrezurî'ye kadar
Müslüman Felsefe
Tarihçileri'nin çoğunun
yaptığı gibi, eş-Şirazî'de sık sık, bu
Bilgeler'in
Hikmet Nur'unu başlangıçta Nübüvvet Nur'undan aldıklarını
vurgularlar. Bu onların, Allah'ın Birliği,
Alem'in yaratılması
ve Ölüm'den sonra
Dirilme gibi, üzerinde önemle durdukları
Meseleler'de Peygamberî
Ta'lim'le tamamen
İttifak halinde
olduklarını açıklar.
es-Sühreverdi bu
Tarihî Silsile'yi kendisine kadar getirir.
Sufiler'in ilk Grek Bilgeler'inin
Gerçek Halefler'idirler
kimilerine göre. .
eş-Şirazî dahi başlarında
İbnu
Arabi olduğu halde Sufiler hakkında aynı
Fikr'e sahiptir ve
Felsefî ve
Dinî Düşünce'nin gelişmesinde
Tasavvuf'un oynadığı
Rol hakkında es-Sühreverdi ile esasta
Mutabıq'tır.
Düşünce'sinin
Önemli bir yüzü Felsefî ve
Tasavvufî Kavramları
İmamî
İlahiyat'a Tatbik etmesidir. Ona göre, Peygamber'in
Ölüm'üyle
Peygamberlik Dönemi sona ermiştir. İslam'da
İmamet/Velayet Dönemi
başlamıştır. Bu dönem 12 Şii İmam'la
başlar ve Geçici Gaybet'te olan
12. İmam'ın yeniden
Dönüş'üne
kadar sürer. Ancak, genel olarak söylenirse, Velayet
Devri,
Ali'nin Peygamber'e göre
Durumu ne ise İmam Adem'e
göre Durumu o olan Şit ile başlar.
eş-Şirazî
bu Doktrin'ine İbnu
Arabi'nin "Haqiqat-ı Muhammediye" (Muhammed'in,
O'nun Son ve Ekmel
Mazharı olduğu Ezelî Nebevî
Haqiqat: Kelime:
Logos) Anlayış'ında
Felsefî bir Temel bulur. O'na göre bu
Haqiqat'ın biri
Zahir diğeri Batın iki
Boyut'u vardır.
Muhammed,
Nebevî İlke'nin
Mazhar'ı olduğuna göre,
Ali
ve Halefleri de Velayet'in
Mazhar'ıdırlar.
Beklenen Mehdî,
Zaman'ın
Sonu'nda yeniden ortaya çıktığında
İlahî Vahy'in bütün
Manası açıkca görülecek ve İnsanlık,
İbrahim'in
başlattığı ve
Muhammed'in sağlamlaştırdığı
Aslî Aqıde'ye
dönecektir.
el-Esfar'ın
İlk
Bölüm'ünde
Metafizik yahut
İlm el-İlahî'den bahseder.
İbnu Sinacı ve İbnu Sina sonrası
Felsefe
Çevreleri'nde
Adet olduğu üzere,
Varlık ve
Mahiyet
Kavramlar'ının
Tahlil'i ve onların arasındaki
Alaka,
Metafizik'le
ilgili
Bahisler'in
Önemli bir kısmını
Teşkil
eder.
eş-Şirazî
Garip bir
Israrla bu iki
Konu'ya diğer
Eserler'inde de yeniden döner ve
Varlığın, onun
Fasl'ı,
Nev'i,
Araz'ı,
Hassa'sı olması hasebiyle
tanımlanamaz olduğunu iddia eder. Bununla birlikle o
Düşünce'de
Mahiyet'ten açıkca ayırt edilebilir, bu yüzden
İlahi
Yaratma'nın
Objesi
Sühreverdi, Devvanî ve daha
başkalarının
İddia ettikleri gibi,
Mahiyet değil,
bilakis,
Mahiyet'e izafe edilmesi
Yönüle varlık'tır.
Bundan şu çıkar:
İlahi Yaratma Fiil'ine
Taalluq'u bakımından,
Zat bakımından
değil, Mahiyetler'in
Varlığa belli bir Önceliği vardır.
Böylece eş-Şirazî
Mahiyetleri,
İbnu
Arabi'nin Ayan-ı
Sabite'siyle aynılaştırır. Bunlar
Kainat'ın,
kendileri Kopya edilerek yaratıldığı
İlk Örnek Suretler'dir.
Şu halde her
Yaratık, Varlık ve
Mahiyet'ten
Mürekkep'tir.
Zorunlu Varlık ise bu Terkip'ten uzaktır ve her
Yaratılmış
Varlığa, Nur'un
Işık vermesine benzer bir yolla, sahip olduğu
Varlığını O verir. Lakin, Malul'un
İllet'e, Eser'in
Müessir'e
Mütenasip olması gerektiğinden, Zorunlu Varlık'tan
Sadır olan
yaratılmış Varlıklar'ın
Mahiyetler'i değil,
Varlıklar'ıdır.
Nurlar Nuru yahut bizatihi Nur olan Zorunlu Varlık,
Yaratılmış
Varlıklar'a
Nuranî Tabiatlar'ını verir ve bu suretle onlar O'na
benzerler. Fakat onları, kesinlikle O'ndan ayrı kılan
Hususî Mahiyetler'i
Zorunlu Varlık'ın
Fiili'ne atfedilemez, ancak onlar,
İşraq Dili'nde,
Yaratıklar'ı onların
Gerçek Yaratıcılar'ı olan
Nuru'l-Envar'dan ayıran Karanlık yahut
Berzah'tır.
Bu ve benzeri
Metafizik Meseleleri
Formülasyon'unda eş-Şirazî
mütemadiyen İbnu Sinacı, İşraqî ve Sufi
Unsurlar'ı bir araya getirmeye çalışır. Bir yandan, o,
kendisinin de kabul ettiği Geleneksel
Halq Görüş'üne
Zedeleyici Sonuçlarını yeterince değerlendirmeden,
İbnu Sina'nın Hareket
Fikrini ve O'nun Sonunda bir
İlk Hareket
etmeyen Muharriq'e dayanması gerektiğini
Kabul eder.
Diğer yandan, zımmen Yeni-Platoncular'ın
Sudur Kuramlar'ını
Kabul eder, fakat onları İşraqî-Sufî bir
Taslağa Uygun Hale
getirmeye çabalar. İbnu Arabi'ye uyarak
eş-Şirazî,
bir yandan el-Haqq
Konusunda Sufiler'in el-A'ma
yahut el-Gayb dedikleri Birlik yahut
Uluhiyyet Mertebe'siyle, diğer yandan da bu Haqiqat'ın
Aşağı
Tecelliler yahut Taayyünler
Silsilesi'ni ayırır. Bu
Tecelli'nin
İlk Safhası, onunla karışmaksızın
Yüce Haqiqat'ı
İzhar eden Mahiyetler yahut
Ayan-ı
Sabite Mertebe'sine
Tekabül
eder. Yine O'nun "Mümkün
Mahiyetler'' de dediği gibi bu
Sabit Aynlar'ın
Konumu oldukça Ayrıntılı bir şekilde
Müzakere
edilir. eş-Şirazî, onların, genellikle
Yanlış
anlaşılan fakat gerçekte İki Yönü olan
Zihnî bir Haqiqat'e
Sahip olduklarını savunur. İlletler'ine nisbetle
Zorunlu'durlar
ve Küllî
Varlık Sıfatında onunla
Ortak'tırlar,
diğer yandan onlar
bu İdeal'e erişemezler ve
Varlık Merdiven'inin
Aşağı
Basamaklar'ını
Teşkil ederler. Kısacası, onlar, ondan ayrı
olmaksızın Yüce Haqiqat'ın
Birliği'ndeki İlk
Farklılaşma
Mertebesini gösterirlerken, diğer yandan da, Tasavvuf da
Emr
Alemi ve Felsefe'de
Ma'qul Alem denilen bir tek
Küllî Cevher'i
Teşkil ederler.
Farklılaşmanın
II. Mertebesi, bütün Ferdî
Nefsler'in ve İdrak
Güçleri'nin
kendisinin Tezahürler'i oldukları
Küllî Nefs'tir.
Qur'an'ın,
bir Okuyuş'a göre Allah'ın Ezelî
Hükümler'ini içeren Levh-i Mahfuz'uyla
özleştiren bu Külli
Nefs Ezel'den beri Allah'ın
İrade'sinin
Açık bir İfade'sidir ve bu sebeble, adeta, O'nun
Alem'le İttisal
Vasıtası Görevi yapar.
Nefs'in, onu
kendisinden önce ve sonra gelen
Mertebeler'den ayıran
Belirgin
bir
Özelliği vardır ki, o da
Nur ve
Zulmet'in,
Aydınlık ve
Karanlığın bir
Karışımı olması ve bu suretle
Aqıl
Alemi'yle
Madde
Alemi arasında bir
Halka
Vazifesi görmesidir.
MaddeAlemi,Yeni-Platonik
Kozmoloji'nin bütün
Aşağı Felekleri'ni kuşatan
Küllî Felek'le
başlar. Letafet'i Sebebiyle bu
Küllî Felek, bir yandan,
Aqlî Suretler yahut
Nefsler Alemi'yle, diğer yandan,
Tabiat
Alemi'ndeki
Maddî Varlıklar arasında
Sınır Çizgisi'dir.
Bu
Çeşitliliğe
rağmen bütün Kainat, daha Yüksek olanın
Daima Aydınlık yahut
Latif olduğu, Nuranilik yahut
Letafet Dereceleri farklı bir
çok Tabaka'sı olan bir
Tek Cevher
Teşkil eder. Bütün bu
Mertebeler Silsilesi'nin sırasıyla
İlahî İlm'in değişik
Mertebelerine, İlahî sSfatlar'ın
Tecellisine, İlahî
Güzelliğin
İşaretler'ine yahut Allah'ın
Vech'ini gösreten
Nurlar
Silsilesi'ne
Tekabül ettiği söylenebilir.
İbnu Sina'ya
büyük Saygı'sına rağmen, eş-Şirazi, O'nun iki
Önemli
Görüş'ünü,
Alem'in Ezeliliği'ni ve
Cismanî Haşr'ın
İmkansızlığını reddeder. İlk
Konu'da O'nun
Görüşü şudur ki,
Hermes'ten
Thales'e,
Pythagoras ve
Aristoteles'e
kadar bütün Antik Filozoflar,
Alem'in Zamanda yaratıldığı
İtikad'ında
Müttefiktir'ler. Onlara
Aykırı Görüş Nisbet
ettiklerinde, onların Taraftarlar'ı onların
Öğrettiklerini
tamamen Yanlış anlamışlardır. Böyle olsun ya da olmasın,
Zaman
ve Hareket'in
Ezeliliği İddiası
İspat edilemez. Varlığı,
Zaman'ın
Varoluşundan önce olan Tek
Varlık, Yaratma
Emr'iyle
Alem'i Varlık
Planına çıkaran Allah'tır.Yaratılmış
Alem'in bir
Unsur'u olarak
Zaman'ın ne Bütünü ne de onun bir
Parçası bu
Yaratma Emrinden önce
Mevcut olabilir. Hem Duyular hem de
Aqledilir Alem
Sürekli Değişme'ye tabi'dir ve bu
Sebeble Ezelî
olamaz. Sufiler'in Ayan-ı
Sabite, Filozoflar'ın
Faal Aqıllar yahut
Aqlî Suretler
Adını verdikleri İlk
Mahiyetler de bu Umumî
Değişme Yasası'nın dışında değildirler.
Her ne kadar onlar aslen Allah'ın Aqlı'nda bulunsalar da,
sadece İmkan Hali'nde idiler, onların
İlahî Emir'den aldıkları
Varlık dışında, bizatihi Haqiqat ya da
Varlıkları yoktu.
Peygamberler'in
ve Evliya'nınki ile tam bir
İttifak halinde olan Antik
Filozoflar'ın
Öğretisi sadece Alem'in
Zaman'da Yaratılmış olduğu
değildir, bununla beraber onda bulunan Herşey'in nihayette yok
olacağıdır. Ebedî kalacak tek Haqiqat,
Qur'an'ın da bildirdiği
gibi, Allah'ın Vechi'dir.
Sonuç:
1600ler Mistik
Şii Filozofu'nun
İlm'inin
Genişliği ve Metafizik
Eklektizm Binasının
Karmaşıklığı görülüyor. Bu
Bina'nın
Yapısına Üç Asıl
Unsur Dahil oldu. Bunlar,
Yeni-Platoncu (İbnu Sina'cı
Unsur), İşraqî
Unsur ve
Tasavvufî
Unsur. Öncelikle onun Baş
Mürşitleri İşraqî
Hareket'in Kurucusu olan Sühreverdi ve
Vahdet-i Vucutcu
Tasavvuf'un
Temsilcisi İbnu Arabi idi. Bunun
yanında, bu ikisi ve İbnu Sina'dan başka, Şirazî,
Platon'dan
Aristoteles'e
Sahte Empedokles'e el-Gazali'ye, sonra Mir
Damad, Tusi,
F. er-Razi ve daha başkalarına
kadar Bütün Felsefî
Gelenek'ten serbestce yararlandı. Kaynağı
ne olursa olsun Haqiqat'ın
Birliği'ne Kani ve onun
Davetcisi ve
Savunucusu olarak Görevini
Müdrik olan eş-Şirazî,
Gücü
Dahilinde olan Bütün
Kaynaklar'a yaklaşmakta
Tereddüt etmedi.
Bu Usul'de belli bir
Dağınıklık ve tekrarın Vukuundan kaçınmak
Mümkün değildir. Fakat bu Ansiklopedik
eş-Sirazi'nin Başarısını küçültmez. Onun
Hacimli
Külliyatı, bir çok Arap
Ortaçağ Felsefesi
Tarihçisi tarafından iddia
edilen,
Gazzali'nin
Meşşailiğe Şifa bulmaz
Darbe vurduğu görüşünü Tashih'e
açar..
Ekolü:
Molla Sadr'ın
çok sayıda Talebe'si ve
Halef'i olması O'nun
Tesir'inin
Devamlılığına ve yine İran'da Şii-İşraqî
Hareket'in Sürekliliğine
Delil Teşkil eder. Öğrenciler'inden O'nun iki
Oğlu, İbrahim
ve Ahmed'i, Damatlar'
Feyaz Abdü'l-Rezzak Lahicî
(ö.1662) ve
Muhsin Feyz Kaşanî (ö.1680) i ve yine
Muhammed Bakır Meclisî (ö.1700) ve Ni'metu'llah Şüsteri
(ö.1691) sayılabilir.
es-Sühreverdi'nin
Hikmet el-İşraq'ına yazdığı
Şerh'inden kendisine pek
fazla Sufî
Hissi ve Sufî
Dili yapışıp kaldığının Farkına
varılmasına rağmen, O'nun Quleynî'nin Usul el-Kafi'sine
yazdığı Şerh
kullanıldığı gibi, Dört Ruhi
Yolculuğun Tasfiri olan
el-Esfar el-Erbaa
sına bile
Tahammul edilmiştir. Molla Sadra'nın
Muhsini Feyz Tesmiye edilen ve
Şii Qur'an Tefsiri
el-Safi
nın Müellifi olan Öğrencisi Muhammed ibnu Murtaza'l-Kaş'anî,
buna benzer İthamlar'a karşı kendisini el-İnsaf fi
Beyan Tarık el-İlm li
Esrar ed-Din
Adlı Eser'inde
Şiddetle savunmuş olup, o da Öğrencisi Seyyid
Nimetullah el-Cezairî tarafından Sufiler'e karşı
Şahid
gösterildi.
Muhammed Mehdi Burucirdî (ö.1743), Molla Sadr'ı
Şiddetle
eleştirdi. Ahmed ibnu Zeynuddin ibnu İbrahim el-Ehsaî
(ö.1828) ve el-Esfar ve Şirazi'nin diğer
Eserler'ini
Şerh eden ve E.G.Browne'un "İran'ın son
büyük Filozofu" olduğunu söylediği Molla Hadi Sebzevari
(ö.1878) O'nun Halefleri arasındadır.
Hüseyin Ali
Raşid'in "Do Feylosof,i Şark ve Garb: Sadru'l-Müteellihin
ve Einstein" Adlı
Kitabı'nda Görüşler'i karşılaştırılır.
Okuma
Parçası:
Evrenin
Yatışmaz Yapısına Giriş
A.
Suruş'tan ç.
Hüseyin Hatemi