SADREDDİN eş-ŞİRAZİ

Molla Sadra (Muhammed ibnu İbrahim el-Şirazi Sadru'l-Müteellihin)

(1572(3)-1640(1)  (-9??-1040)

                                       

         Giriş:

       es-Sühreverdi, Yeni-Platonculuğa Tepkisine rağmen asla Aql'ın en Derin Dinî Sırları ele almada Pay'ını reddetmemişti.. Muhafazakar Kelamcılar, Faqihler, bir çok Sufî ve genel olarak Halq'da bu Pay tamamen silinmeye doğru bir Seyir izledi.   es-Sühreverdi'nin İbnu Sina sonrası Düşünce Tarihi'ndeki Önem'i, O'nun Dinî ve Metafizik Haqiqat'ın Birliğini ve nerede bulunursa bulunsun, Grek Felsefesi'nde, Qadim İran Düşüncesi'nde, Müslüman Yeni-Platonculuğunda ve Sufizm'de Haqiqat'ı Arama'nın Görev olduğunu savunmasında bulunur. es-Sühreverdi'nin başlattığı bu Akım, İran'ın Türk-Safevî Dönemi boyunca Şii Çevreler'de Gelişmesini sürdürdü. Safevî Hanedanı'nın Kurucusu olan ve 1200lere  kadar giden bir Sufî Tarikatı'ndan olan Şah İsmail (1500-1524) baştan başa bütün İran'da  Şiî Aqıde'yi güçlendirmeyi üstlendi. Moğollar Dönemi'nde azalan Felsefe ve Kelam'a olan ilgi Özellikle Şah Abbas (1588-1629) Dönemi'nde yeniden canlandı.

 

       Hayatı ve Eserleri:

      Şiraz'da doğdu. Daha sonra Dönem'in Önemli bir İrfan Merkezi olan İsfehan'a gitti. Orada Tahsil'ini Mir Damad (ö.1630-1)[1] ve Mir Ebu'l-Qasım Fendereskî (ö.1640) ile sürdürdü. Muhammed ibnu Husayn Bahaddin (el-Bahai el-Amilî) (ö.1030-31/ 1620-21).   "İran'da Asrî Zamanlar'ın en büyük Hakim'i olan Molla Sadr'ın Hoca'sıydılar. Bunlar Abbas I'in Sarayı'nda yaşayanİki Dost'tu.

      Sonunda, Fars Bölgesi'nin Valisince kurulan Medrese'de Öğretimini üstlenmek üzere Şiraz'a döndü. Yaya olarak gittiği 7.Hac Dönüş'ünde Basra'da öldü. 1040-50 (1630-41) . Orada defnedildi.

 

      es-Sühreverdi'nin Hikmet el-İşraq'ı, Esirüddin el-Ebherî'nin el-Hidaye fi'l-Hikmet'i ve İbnu Sina'nın Şifa'sının Bölümleri üzerine yazdığı çok sayıda Şerhler'e ek olarak eş-Şirazî bir çok Orjinal Eser Qalem'e aldı. Bunlardan Hudus, Haşr, İsnadu'l-Vucud ile'l-Mahiyet, el-Cebr ve'l-İhtiyar, Kitab el-Meşâir, Kitab Kasr Esnam el-Cahiliyye, Mefatihu'l-Gayb, Arşiyye, el-Mebdei ve'l-Mead bize ulaşanlardan.. Farsca olarak Se Asl (Üç İlke)yi yazdı. Ancak O'nun B Eseri Kitab el-Hikmet el-Muteâliye fi Esfari'l-Erbaa't-il-Aqliyye[2]dir.. Bu Kitap, O'nun Kısa Risaleleri'ndeki bir çok Mesele'yi ve yine genel olarak İbnu Sina sonrası Düşünce'yi içerdiğinden Molla Sadr Hikemiyat'ının sinin Özeti kabul edilir. 400 Yıldır bu Eser İran Felsefe Medreseleri'nde okutulur.

 

       Hikemiyâtı:

      İbnu Arabi, Sadreddin el-Konevi gibi Arifler'in Görüşlerini Deliller'e  dayayarak sağlamlaştırdı Hikmet-i Müteâliye Okulu'nun Temel'ini attı. Gnostik Görüşler ile Felsefe Okulları' Yeni bir Görüş Açısı ile birleştirdi. Varlığın Asıl, Mahiyet'in İtibarî olduğunu savundu. "Hareket-i Cevheri", "Nefsin Cismanî Hudusu ve Ruhanî Bekası", "Aqlın, Âqîl'in ve Ma'qul'un İttihadı" O'nun Özgün Buluşları.

     Dört Sefer'inin Giriş'inde, Zamanında, Felsefe'nin içinde bulunduğu Kötü Hal ve Halq'ın çoğunun Öğretim'e gösterdiği Hoşnutsuzluk üzerine Üzüntüler'ini dile getirir. Kendisini Felsefe Öğrenim'ine veren eş-Şirazî şuna kani oldu ki, Peygamberler'e ve Hakimler'e verildiği gibi, Vahyolunan Haqiqat'le birleşen Qadim Hikmet, Haqiqat'ın en Yüksek İfadesi idi. Oldukca Zor Fikirler'ini Yazı'yla İfade etmek için Uzun bir Süre Dünya ile ilgisini kesti ve kendi Değişiyle " Qalb'i tutuşuncaya" kadar kendisine katlandı, ve "'ilahî Alem'in Nuru onun üzerine doğdu, ve önce Endişe etmediği Sırlar'ı keşfedebildi." Sonuç olarak , O önce Nazarî olarak öğrendiklerini ve bunun yanında daha bir çok Şey'i keşfen İdrak edebildi. Gittikçe kendisine Allah'ın İnayet'iyle Kavrama İmtiyazı verilen Bilgiler'i başkalarına anlatmakla Görevli olduğunu anladı. Dört Sefer şöyleydi:

        1.Nefs'in Halq'tan Haqq'a Yürüyüşü

        2.Sonra Haqq'la Haqq'a Yürüyüşü

        3.Sonra Haqq'tan Halq'a Dönüş

        4.Sonra Yaratıklar'da Tecelli ettiği suretle Haqq'a olan Yürüyüşler[3]

 

       Felsefe'nin Bölümler'iyle ilgili bu Kitap'ta sergilenen Fikir esasta İbnu Sina'nın Taqsim'iyle aynı'dır. Felsefe'nin İki Ana Bölüm'ü vardır. Gerçekte oldukları şekliyle Eşya'nın Bilgi'sine yönelen Nazarî Hikmet, Nefs'e yakışan Kemaller'i kazanmayı Hedef alan Amelî Hikmet.

     Birinci Faaliyet'in Kemâli, bütün Nazarî Araştırmalar'ın Nihayi Gaye'sinin elde edilmesidir. Yani Ma'qul Alem'in Nefs'te İrtisam'ı yahut İn'ika'sıdır ki, bu suretle Nefs, el-Farabi ve İbnu Sina'nın söylemiş olduğu gibi, kendisi bir Ma'qul Alem olur.

     İkincisinin Kemâli, Teşebbüh billah suretiyle Allah'a yaklaşmaktır ki, Nefs'e bu İmtiyaz'ı , bu Taqlit verir. Bu Görüşe göre, Felsefe ve Aqıde'nin Gayeleri tamamen aynıdır ve  bu Tez'ini desteklemek için bir çok Ayet, Hadis ve Ali ibnu Ebi Talib'in Sözlerini zikreder. O hiç bir yerde, Felsefe'yle Din İlişkisi ortaya çıktığında Kelamî Meseleler üzerinde  Kayıt ve Şartlar'ı anlatmaz.

       es-Sühreverdi gibi, Adem'den İbrahim'e, Grekler'e, Müslüman Sufiler'e ve Filozoflar'ına kadar kopmayan bir Silsile ile aktarılan Haqiqat'ın Birliğine inanmaktadır. Başka bir Eser'de O, Dünya'nın her yerinde Hikmet'in yayılmasının Sorumlularının Şit (Seth) ve Hermes (Qur'an'ın İdris'i, Tevrat'ın Enoch'u) olduğunu uzun uzadıya Tasvir eder. O'na göre, önceleri Yıldızlar'a tapan Grekler, İlahiyat'ı ve Tevhid İlmi'ni İbrahim'den öğrendiler. O, Antik Grek Filozofları'nı, biri Miletli Thales'le başlayan ve Sokrates ve Platon'da son bulan; diğeri Mısır'da karşılaştığı Süleyman (Hakim)'den ve yine Mısır Kahinleri'nden Hikmet öğrenen Pythagoras'la başlayan iki Farklı Geleneğe bağlı Filozoflar olmak üzere iki Grub'a ayırır. eş-Şirazî'ye göre, Grek'de Hikmet'in Sütunları Empedokles, Pythagoras, Sokrates, Platon ve Aristoteles idi. Plotinus (el-Şeyh el-Yunanî) da genellikle önemli bir Sima olarak zikredilir. Her ne kadar Hikmet'in bütün Ülkeler'e yayılması bu Grek Bilgeler'ine atfedilirse de, es-Sicistani'den eş-Şehrezurî'ye kadar Müslüman Felsefe Tarihçileri'nin çoğunun yaptığı gibi, eş-Şirazî'de sık sık, bu Bilgeler'in Hikmet Nur'unu başlangıçta Nübüvvet Nur'undan aldıklarını vurgularlar. Bu onların, Allah'ın Birliği, Alem'in yaratılması ve Ölüm'den sonra Dirilme gibi, üzerinde önemle durdukları Meseleler'de Peygamberî Ta'lim'le tamamen İttifak halinde olduklarını açıklar.

       es-Sühreverdi bu Tarihî Silsile'yi kendisine kadar getirir.  Sufiler'in ilk Grek Bilgeler'inin Gerçek Halefler'idirler kimilerine göre. . eş-Şirazî dahi başlarında İbnu Arabi olduğu halde Sufiler hakkında aynı Fikr'e sahiptir ve Felsefî ve Dinî Düşünce'nin gelişmesinde Tasavvuf'un oynadığı Rol hakkında es-Sühreverdi ile esasta Mutabıq'tır.

     Düşünce'sinin Önemli bir yüzü Felsefî ve Tasavvufî Kavramları İmamî İlahiyat'a Tatbik etmesidir. Ona göre, Peygamber'in Ölüm'üyle Peygamberlik Dönemi sona ermiştir. İslam'da İmamet/Velayet Dönemi başlamıştır. Bu dönem 12 Şii İmam'la başlar ve Geçici Gaybet'te olan 12. İmam'ın  yeniden Dönüş'üne kadar sürer. Ancak, genel olarak söylenirse, Velayet Devri, Ali'nin Peygamber'e göre Durumu ne ise İmam Adem'e göre Durumu o olan Şit ile başlar.

      eş-Şirazî bu Doktrin'ine İbnu Arabi'nin "Haqiqat-ı Muhammediye" (Muhammed'in, O'nun Son ve Ekmel Mazharı olduğu Ezelî Nebevî Haqiqat: Kelime: Logos) Anlayış'ında Felsefî bir Temel bulur. O'na göre bu Haqiqat'ın biri Zahir diğeri Batın iki Boyut'u vardır. Muhammed, Nebevî İlke'nin Mazhar'ı olduğuna göre, Ali ve Halefleri de Velayet'in Mazhar'ıdırlar. Beklenen Mehdî, Zaman'ın Sonu'nda yeniden ortaya çıktığında İlahî Vahy'in bütün Manası açıkca görülecek ve İnsanlık, İbrahim'in başlattığı ve Muhammed'in sağlamlaştırdığı Aslî Aqıde'ye dönecektir.

       el-Esfar'ın İlk Bölüm'ünde Metafizik yahut İlm el-İlahî'den bahseder. İbnu Sinacı ve İbnu Sina sonrası Felsefe Çevreleri'nde Adet olduğu üzere, Varlık ve Mahiyet Kavramlar'ının Tahlil'i ve onların arasındaki Alaka, Metafizik'le ilgili Bahisler'in Önemli bir kısmını Teşkil eder. eş-Şirazî Garip bir Israrla bu iki Konu'ya diğer Eserler'inde de yeniden döner ve Varlığın, onun Fasl'ı, Nev'i, Araz'ı, Hassa'sı olması hasebiyle tanımlanamaz olduğunu iddia eder. Bununla birlikle o Düşünce'de Mahiyet'ten açıkca ayırt edilebilir, bu yüzden İlahi Yaratma'nın Objesi Sühreverdi, Devvanî ve daha başkalarının İddia ettikleri gibi, Mahiyet değil, bilakis, Mahiyet'e izafe edilmesi Yönüle varlık'tır.

      Bundan şu çıkar: İlahi Yaratma Fiil'ine Taalluq'u bakımından, Zat bakımından değil, Mahiyetler'in Varlığa belli bir Önceliği vardır. Böylece eş-Şirazî Mahiyetleri, İbnu Arabi'nin Ayan-ı Sabite'siyle aynılaştırır. Bunlar Kainat'ın, kendileri Kopya edilerek yaratıldığı İlk Örnek Suretler'dir.

      Şu halde her Yaratık, Varlık ve Mahiyet'ten Mürekkep'tir. Zorunlu Varlık ise bu Terkip'ten uzaktır ve her Yaratılmış Varlığa, Nur'un Işık vermesine benzer bir yolla, sahip olduğu Varlığını O verir. Lakin, Malul'un İllet'e, Eser'in Müessir'e Mütenasip olması gerektiğinden, Zorunlu Varlık'tan Sadır olan yaratılmış Varlıklar'ın Mahiyetler'i değil, Varlıklar'ıdır. Nurlar Nuru yahut bizatihi Nur olan Zorunlu Varlık, Yaratılmış Varlıklar'a Nuranî Tabiatlar'ını verir ve bu suretle onlar O'na benzerler. Fakat onları, kesinlikle O'ndan ayrı kılan Hususî Mahiyetler'i Zorunlu Varlık'ın Fiili'ne atfedilemez, ancak onlar, İşraq Dili'nde, Yaratıklar'ı onların Gerçek Yaratıcılar'ı olan Nuru'l-Envar'dan ayıran Karanlık yahut Berzah'tır.

      Bu ve benzeri Metafizik Meseleleri Formülasyon'unda eş-Şirazî mütemadiyen İbnu Sinacı, İşra ve Sufi Unsurlar'ı bir araya getirmeye çalışır. Bir yandan, o, kendisinin de kabul ettiği Geleneksel Halq Görüş'üne Zedeleyici Sonuçlarını yeterince değerlendirmeden, İbnu Sina'nın Hareket Fikrini ve O'nun Sonunda bir İlk Hareket etmeyen Muharriq'e dayanması gerektiğini Kabul eder. Diğer yandan, zımmen Yeni-Platoncular'ın Sudur Kuramlar'ını Kabul eder, fakat onları İşra-Sufî bir Taslağa Uygun Hale getirmeye çabalar. İbnu Arabi'ye uyarak eş-Şirazî, bir yandan el-Haqq Konusunda Sufiler'in el-A'ma yahut el-Gayb dedikleri Birlik yahut Uluhiyyet Mertebe'siyle, diğer yandan da bu Haqiqat'ın Aşağı Tecelliler yahut Taayyünler Silsilesi'ni ayırır. Bu Tecelli'nin İlk Safhası, onunla karışmaksızın Yüce Haqiqat'ı İzhar eden Mahiyetler yahut Ayan-ı Sabite Mertebe'sine Tekabül eder. Yine O'nun "Mümkün Mahiyetler'' de dediği gibi bu Sabit Aynlar'ın Konumu oldukça Ayrıntılı bir şekilde Müzakere edilir.-Şirazî, onların, genellikle Yanlış anlaşılan fakat gerçekte İki Yönü olan Zihnî bir Haqiqat'e Sahip olduklarını savunur. İlletler'ine nisbetle Zorunlu'durlar ve Küllî Varlık Sıfatında onunla Ortak'tırlar, diğer yandan onlar bu İdeal'e erişemezler ve Varlık Merdiven'inin Aşağı Basamaklar'ını Teşkil ederler. Kısacası, onlar, ondan ayrı olmaksızın Yüce Haqiqat'ın Birliği'ndeki İlk Farklılaşma Mertebesini gösterirlerken, diğer yandan da, Tasavvuf da Emr Alemi ve Felsefe'de Ma'qul Alem denilen bir tek Küllî  Cevher'i Teşkil ederler.

      Farklılaşmanın II. Mertebesi, bütün Ferdî Nefsler'in ve İdrak Güçleri'nin kendisinin Tezahürler'i oldukları Küllî Nefs'tir. Qur'an'ın, bir Okuyuş'a göre Allah'ın Ezelî Hükümler'ini içeren  Levh-i Mahfuz'uyla özleştiren bu Külli Nefs Ezel'den beri Allah'ın İrade'sinin Açık bir İfade'sidir ve bu sebeble, adeta, O'nun Alem'le İttisal Vasıtası Görevi yapar.

      Nefs'in, onu kendisinden önce ve sonra gelen Mertebeler'den ayıran Belirgin bir Özelliği vardır ki, o da Nur ve Zulmet'in, Aydınlık ve Karanlığın bir Karışımı olması ve bu suretle Aqıl Alemi'yle Madde Alemi arasında bir Halka Vazifesi görmesidir.

      MaddeAlemi,Yeni-Platonik Kozmoloji'nin bütün Aşağı Felekleri'ni kuşatan Küllî Felek'le  başlar. Letafet'i Sebebiyle bu Küllî Felek, bir yandan, Aqlî Suretler yahut Nefsler Alemi'yle, diğer yandan, Tabiat Alemi'ndeki Maddî Varlıklar arasında Sınır Çizgisi'dir.

       Bu Çeşitliliğe rağmen bütün Kainat, daha Yüksek olanın Daima Aydınlık yahut Latif olduğu, Nuranilik yahut Letafet Dereceleri farklı bir çok Tabaka'sı olan bir Tek Cevher Teşkil eder. Bütün bu Mertebeler Silsilesi'nin sırasıyla İlahî İlm'in değişik Mertebelerine, İlahî sSfatlar'ın Tecellisine, İlahî Güzelliğin İşaretler'ine yahut Allah'ın Vech'ini gösreten Nurlar Silsilesi'ne Tekabül ettiği söylenebilir.

      İbnu Sina'ya büyük Saygı'sına rağmen, eş-Şirazi, O'nun iki Önemli Görüş'ünü, Alem'in Ezeliliği'ni ve Cismanî Haşr'ın İmkansızlığını reddeder. İlk Konu'da O'nun Görüşü şudur ki, Hermes'ten Thales'e, Pythagoras ve Aristoteles'e kadar bütün Antik Filozoflar, Alem'in Zamanda yaratıldığı İtikad'ında Müttefiktir'ler. Onlara Aykırı rüş Nisbet ettiklerinde, onların Taraftarlar'ı onların Öğrettiklerini tamamen Yanlış anlamışlardır. Böyle olsun ya da olmasın, Zaman ve Hareket'in Ezeliliği İddiası İspat edilemez. Varlığı, Zaman'ın Varoluşundan önce olan Tek Varlık, Yaratma Emr'iyle Alem'i Varlık Planına çıkaran Allah'tır.Yaratılmış Alem'in bir Unsur'u olarak Zaman'ın ne Bütünü ne de onun bir  Parçası bu Yaratma Emrinden önce Mevcut olabilir. Hem Duyular hem de Aqledilir Alem Sürekli Değişme'ye tabi'dir ve bu Sebeble Ezelî olamaz. Sufiler'in Ayan-ı Sabite, Filozoflar'ın Faal Aqıllar yahut Aqlî Suretler Adını verdikleri İlk Mahiyetler de bu Umumî Değişme Yasası'nın dışında değildirler. Her ne kadar onlar aslen Allah'ın Aq'nda bulunsalar da, sadece İmkan Hali'nde idiler, onların İlahî Emir'den aldıkları Varlık dışında, bizatihi Haqiqat ya da Varlıkları yoktu.

       Peygamberler'in ve Evliya'nınki ile tam bir İttifak halinde olan Antik Filozoflar'ın Öğretisi sadece Alem'in Zaman'da Yaratılmış olduğu değildir, bununla beraber onda bulunan Herşey'in nihayette yok olacağıdır. Ebedî kalacak tek Haqiqat, Qur'an'ın da bildirdiği gibi, Allah'ın Vechi'dir.

 

         Sonuç:

        1600ler Mistik Şii Filozofu'nun İlm'inin  Genişliği ve Metafizik Eklektizm Binasının  Karmaşıklığı görülüyor.  Bu Bina'nın Yapısına Üç Asıl Unsur Dahil oldu. Bunlar, Yeni-Platoncu (İbnu Sina'cı Unsur), İşraqî Unsur ve Tasavvufî Unsur. Öncelikle onun B Mürşitleri İşra Hareket'in Kurucusu olan Sühreverdi ve Vahdet-i Vucutcu Tasavvuf'un Temsilcisi İbnu Arabi idi. Bunun yanında, bu ikisi ve İbnu Sina'dan başka, Şirazî, Platon'dan Aristoteles'e[4] Sahte Empedokles'e  el-Gazali'ye, sonra Mir Damad, Tusi, F. er-Razi ve daha başkalarına kadar Bütün Felsefî Gelenek'ten serbestce yararlandı. Kaynağı ne olursa olsun Haqiqat'ın Birliği'ne Kani ve onun Davetcisi ve Savunucusu olarak Görevini Müdrik olan eş-Şirazî, Gücü Dahilinde olan Bütün Kaynaklar'a yaklaşmakta Tereddüt etmedi. Bu Usul'de belli bir Dağınıklık ve tekrarın Vukuundan kaçınmak Mümkün değildir. Fakat bu Ansiklopedik eş-Sirazi'nin Başarısını küçültmez. Onun Hacimli Külliyatı, bir çok Arap Ortaçağ Felsefesi Tarihçisi tarafından iddia edilen, Gazzali'nin Meşşailiğe  Şifa bulmaz Darbe vurduğu görüşünü  Tashih'e açar..

 

        Ekolü:

       Molla Sadr'ın çok sayıda Talebe'si ve Halef'i olması O'nun Tesir'inin Devamlılığına ve yine İran'da Şii-İşra Hareket'in Sürekliliğine Delil Teşkil eder. Öğrenciler'inden O'nun iki Oğlu, İbrahim ve Ahmed'i, Damatlar' Feyaz Abdü'l-Rezzak Lahicî (ö.1662) ve Muhsin Feyz Kaşanî (ö.1680) i ve yine Muhammed Bakır Meclisî (ö.1700) ve Ni'metu'llah Şüsteri (ö.1691) sayılabilir.

       es-Sühreverdi'nin Hikmet el-İşraq'ına yazdığı Şerh'inden kendisine pek fazla Sufî Hissi ve Sufî Dili yapışıp kaldığının Farkına varılmasına rağmen, O'nun Quleynî'nin Usul el-Kafi'sine yazdığı Şerh [5] kullanıldığı gibi,  Dört Ruhi Yolculuğun Tasfiri olan el-Esfar el-Erbaa  [6] sına bile Tahammul edilmiştir. Molla Sadra'nın Muhsini Feyz Tesmiye edilen ve Şii Qur'an Tefsiri el-Safi [7] nın Müellifi olan Öğrencisi Muhammed ibnu Murtaza'l-Kaş'anî, buna benzer İthamlar'a karşı kendisini el-İnsaf fi Beyan Tarık el-İlm li Esrar ed-Din [8] Adlı Eser'inde Şiddetle savunmuş olup, o da Öğrencisi Seyyid Nimetullah el-Cezairî tarafından  Sufiler'e karşı  Şahid gösterildi.

      Muhammed Mehdi Burucirdî (ö.1743), Molla Sadr Şiddetle eleştirdi. Ahmed ibnu Zeynuddin ibnu İbrahim el-Ehsaî (ö.1828) ve el-Esfar ve Şirazi'nin diğer Eserler'ini Şerh eden ve E.G.Browne'un "İran'ın son büyük Filozofu" olduğunu söylediği Molla Hadi Sebzevari (ö.1878) O'nun Halefleri arasındadır.

       Hüseyin Ali Raşid'in "Do Feylosof,i Şark ve Garb: Sadru'l-Müteellihin ve Einstein" Adlı Kitabı'nda Görüşler'i karşılaştırılır.[9]

 

 

      Okuma Parçası:

      Evrenin Yatışmaz Yapısına Giriş   A. Suruş'tan ç. Hüseyin Hatemi

 

 

 

 


[1]    Amili ve  Şerail-İslam'ın çok sayıdaki şarihlerinden  biri olup, Ali b. Abd Ali el-Kari'nin damadının oğlu olmak hasebiyle Mir Damad diye anılan Muhammed Bakır Esterabadi

[2]    Arapça 4 cil olarak basıldı.

[3]    A. Suruş: " Esfar kitabının eldeki sıralanışına göre 4.merhale aslında 7. merhale olmalıdır. Kitap istinsah edilirken suret çıkaranlar sabia yerine rabia yazmışlardır.

[4]    Daha doğrusu, İşraki yazarlarının çoğunun yaptığı gibi, Theologia'nın sahte-Aristoteles'ine

[5]    Mefatih el-Gayb ile birlikte 1282'de) basıldı

[6]    Tahran, 1282

[7]    Tahran, 1276

[8]    Resail külliyatı içinde basıldı, Tahran 1301

[9]    1346, Tehran