XXIV.Cüz

 

 

 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007  2008 2009 2010

2011

23 Eylül 2008/24.Cüz'den  

cuz24-2008‘İlâhi Hikmet’in Dili’nde önemsenen Konular için bu kez de el-Mü'min Sûresi’nin Kameraları’na yöneliyoruz. Doğu’da Tokyo’dan Batı’da New York’un Büyük Metropolleri’ne, Köyleri’nden Kırsalı’na dek Milyonlar, Milyarlar, Gece ve Gündüz’ün Bitimsiz Rakslar’ı içinde kayboluyor, Huzur’u arıyorlar. Sukûn bahşeden Allâh’a hamd’oldun. Gece’yi varettiği için de, Gündüz’ü bahşettiği için de hamdolsun.

Nefsler’in üzerinde uyguladığı Sansür kalkınca Wicdanlar Bütün Açık Yürekliliği’yle haykırır ki: ‘İşte Allâh burada. Ondan başka İlâh yok.’ Kewnî Âyetler’i İnkar edemeyen, Enfüsî-Âfâqî Âyetler’i yadsıyamayan Wicdân’ın Sesi’ni nasıl geri çevirebilir? Sukûn bulmuş bir Yeryüzü’nde üzerimizde bizi kuşatan bir Gökkubbe’nin altında tek Mercimiz orası. Ayna’da bize bakan Surat tüm Gerçeği haykırmaktadır. En Güzel’e en Güzel’in yarattığı en Temiz Rızıqlar yaraşır. İşte Allâh, işte Rabb bu.. Ne istemişse senden, sana ancak o yaraştığı için istemiştir.

Duâ’ya kalkan Eller Tüm Samimiyet’i ile ona yakarır. Duâ’dan kaçınan Diller’i yalanlar Gönüller, onlar içten içe Lisân-ı Hâli’yle Duâ’dadır. Sukunet’i bahşeden Âlemler’in Rabb’ine Hamd’dadır. Teslimiyet’tedir. Mescid’den çıkar; Sokaklar, süslenmiş Hayatlar unutturur Herşey’i. Metropoller’in Günâhı’na dalar ve kaybolur. Ne Son Çağrısı’dır Günâh’ın bu, ne de İlk. Kaldırımlar’da kaybolan, Kaldırımlar’ın anladığı, Kaldırımlar kadar yalnız İnsan. Onu Toz’dan Toprak’tan, Nutfe’den, Cenin’den varedip Bebek kılan Tanrısı’na ne kadar yabancılaşmıştır oysa ki! Onun için Huzur aradığında hep Çocukluğu’na kaçar. Yaşlılığın Beden’e yüklediği ızdıraplar’dan çocuklaşarak kaçar. Bir Sihirli El’in ‘ol’ değince Herşey’i değiştirecek Eli’ni, Atlas Sediri’ndeki Mâwera Dede’yi arar durur. Şah Damarı’ndan Yakın olan’ın o kadar Uzağı’na düşmüştür ki! Haqiqat’ten Dolu Dizgin Serâp’a doğru kaçmaktadır. Diriltebilecek olan’dan Ölümü’nü istemektedir yalnız.

 

Alıntı:

 

40-065            ‘Allâh kendisinde Sukun* bulmanız için Gece’yi* Aydınlık* olarak da Gündüz’ü* varetti. Elbette Allâh* İnsanlar* için Fadl Sâhibi’dir*. Ancak İnsanlar’ın Çoğu şükretmiyorlar*. /İşte bu Sizin Rabb'iniz olan Allâh. Herşey’in Yaratıcısı*. Ondan başka İlâh* yok’tur. Öyleyse nasıl oluyor da Haqiqat’ten çevriliyorsunuz*? /İşte Allâh'ın Âyetleri’ni* İnkar edenler de böyle çevriliyorlar. /Allâh Yeryüzü’nü* Sizin için bir Qarar yeri*, Gökyüzü’nü* de bir Binâ* kıldı. Sizi suretlendirdi. Suretiniz’i* de en Güzel* kıldı ve Size güzel Temiz Şeyler’den* Rızıq* verdi. İşte Sizin Rabb'iniz Bu. Âlemler’in Rabb’i* Allâh ne Yüce’dir*. /O Hayy'dır*. O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse Din’i* yalnızca kendisine Halis *kılanlar olarak Ona duâ* edin. Âlemler’in Rabb’ine Hamd* edin. /De ki: "Bana Apaçık Belgeler* gelince Sizin Allâh'tan başka taptıklarınız Kulluk* etmekten kesinlikle menedildim* ve Âlemler’in Rabb'ine Teslim* olmakla emrolundum*." /O'dur ki Sizi Toprak’tan*, sonra Nutfe’den*,  sonra Alaq’tan* yarattı, sonra Sizi bir Bebek* olarak çıkarmakta sonra Sizi Güçlük Çağı’na* erişmeniz, sonra da yaşlanmanız* için Size (bir ömür verildi). Sizden kiminin daha önce Hayatı’na* son verilmektedir. Adı konulmuş bir Ecel’e* erişmeniz  ve belki aqletmeniz* için. /Dirilten* ve öldüren* O'dur. Bir İş’in* olmasına hükmetti mi ona yalnızca "ol" der o da hemen oluverir*.’ (el-Mü’min / 61-68)

 

 

      TERTİL IX

    TERTİL X

 

Muqâbele Edenler:

‘Arada bir Öğlenleri Kadıköy'deki Osmanağa Camii'nin yanına gidiyorum. Oradaki Müezzin’in Sesi’ni seviyorum. Ezan’ı kendine has bir tarz’da, araları biraz uzatarak ve çok Güzel okuyor. Cumalar’ı Söyleyiş’i sanki daha da tatlılaşıyor. Güzel söylenen Ezân’ı seviyorum. Benim her Öğlen gidip Ezân dinlememin bir Hediye’si gibi biraz önce gelen bir Paket’ten Ahmet Özhan'ın söylediği İlâhiler’in başında Ezân çıktı. Şimdi onu dinliyorum. Bir Ney Taksimi’nin ardından Ezân başlıyor. Çocukluğumu hatırlatıyor biraz bana. Akşam Ezânı’ndan sonra boşalan Kömür Kokulu Sokaklar’da, iyice gölgelenen Alacakaranlık Kaldırımlar’da ağır ağır yürüyerek Ev’e giderdim. Hep benimle kalacak bir Yalnızlığın Kokuları’nı, Sesleri’ni ve Kurşunî Rengi’ni içime sindirirdim. O Sesler’in içinde Ezân da vardı. Hep de orada kaldı sanırım. BAZEN GECELEYİN CAMİYE GİDERİM Din, benim gibi Mahcup bir Sevgi’yle uzaktan bakanlar’a bile Huzur verici, İnsan’a hem Yalnızlığı’nı hem Sonsuzluğu’nu anlatan bir Tesir’le dokunuyor yaklaştığınızda. Çok sık olmasa da bazen Geceleyin Câmi’ye giderim. Işıkları’nın çoğu sönmüş, Kandil Misâli birkaç Lamba’yla aydınlanmış o büyük Kubbe’nin altında yalnız başıma otururum. Öyle otururum. Herşey Sonsuzluğun Quwwetli Işığı altında solgunlaşana kadar Halılar’ın üstünde Bağdaş kurup beklerim. Ve, o Sonsuzluğu bir Yalnızlık içinde hissetmekten hoşlanırım. Tanrı, Evi’nin Kapıları’nı bazen açar, bazen açmaz bana. O Saat’te Cami’ye giremeyeceğimi bana bir Hoca Efendi ya da bir Bekçi söylese de, ben onu Tanrı’nın söylediğini düşünürüm. Kapılar açılmadıysa, "bir Kırgınlık var" diye geçiririm içimden. "Onu kıracak bir Şey yaptım, onun için açmıyor Kapısı’nı." Hiç zorlamam. "Peki" der ayrılırım. Bilirim ki o Kapılar yeniden açılacaktır. Bir Gece gittiğimde beni buyur edecektir. Şefkatli bir Ses "hadi açayım Kapılar’ı" diyecektir. Bundan hiç kuşkulanmam. Kendimden kuşkulanırım. Bir Dindar gibi gitmem oraya, İbâdet’e, Dua etmeye gitmem. "Sana inanıyorum" demeye de gitmem. Bir Şey istemeye de gitmem. O'ndan korkmam, Ölüm’den korkmam, korktuğumdan gitmem oraya. Hiçbir Neden’i yoktur gitmemin. Giderim sadece. Kokusu’nu, Işığı’nı, Huzuru’nu, Sonsuzluğu’nu sevdiğim için giderim. Söylenmeyen bir Ezân duyarım o Sessizliğin içinde. Kömür Kokulu Sokaklar’da dolaşan bir Hayali görürüm. Hayat’la Ölüm iki küçük Çocuk gibi oturur karşıma. Ben onların Başı’nı okşarım. O benim Başımı okşar, öyle hissederim. Öyle otururum. Bir Şey söylemem O'na. Ne söyleyeyim? Kim olduğumu biliyor, Günahlarım’ı biliyor, Herşey’i biliyor. "Sen İnançsız birisin, niye geldin Evime" demiyor. O demez. Bazen Kapıları’nı açıyor. Bazen onu kıracak bir Şey yaptıysam eğer Kapıları’nı açmıyor bana. Sessizce uzaklaşıyorum. "Bir dahaki sefer’e" diyorum, "açacak Kapıları’nı". Açmasa da açana kadar gideceğim. İnançsız biri için Tuhaf İnançlarım var benim, en açılmayacak gibi görünen Kapılar’ın bile çok istersen, Samimiyetle istersen, Dürüstlük’le istersen açılacağına inanırım. Ve, ne Dindarlar’a yapılan Zulm’ü anlarım, ne de Dindarlar’ın yaptığı Zulm’ü. Din’in yanında, Çevresi’nde, içinde bir Zulüm olmasın isterim. İnan ya da inanma ama Din’e dokun. Korkulacak bir Şey yok. Türbanlı Çocuk’ta da, Oruç yiyende de korkulacak bir yan yok. Korku Din’den uzak bence. Geceleri Câmi’ye gittiğimde, o loş Işık’ta, Sonsuz bir Aydınlığın Bütün Hayat’ı solgunlaştırdığını gördüğümde korkmam ben. Kimse korkmaz. Hayat ve Ölüm iki küçük Çocuk gibi oturur yanıma. Onlara gülümserim. Belli belirsiz bir Hüzün, neye olduğunu bilmediğim bir Özlem, Derin bir Şefkat hissederim. Bir Şey söylemem. Bir Şey istemem. "İnançsız" olduğumu içimden bile geçirmem, yapmam böyle bir Kabalık, O da hatırlatmaz zaten. Öyle otururum. Bir Konuğum ben orada. Bazen Kapısı’nı açar, bazen açmaz. Yakında gene gideceğim. ‘  Ahmet Altan