2001
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
İlâhi Hikmetin Dilinde önemsenen Konular
için bu kez de el-Mü'min Sûresinin
Kameralarına yöneliyoruz. Doğuda Tokyodan Batıda New
Yorkun Büyük Metropollerine, Köylerinden Kırsalına dek
Milyonlar, Milyarlar, Gece ve Gündüzün Bitimsiz Raksları içinde
kayboluyor, Huzuru arıyorlar. Sukûn bahşeden Allâha hamdoldun.
Geceyi varettiği için de, Gündüzü bahşettiği için de
hamdolsun.
Nefslerin
üzerinde uyguladığı Sansür kalkınca Wicdanlar Bütün
Açık Yürekliliğiyle haykırır ki: İşte Allâh burada. Ondan başka İlâh yok. Kewnî
Âyetleri İnkar edemeyen, Enfüsî-Âfâqî Âyetleri yadsıyamayan
Wicdânın Sesini nasıl geri çevirebilir? Sukûn bulmuş bir
Yeryüzünde üzerimizde bizi kuşatan bir Gökkubbenin altında tek
Mercimiz orası. Aynada bize bakan Surat tüm Gerçeği
haykırmaktadır. En Güzele en Güzelin yarattığı en
Temiz Rızıqlar yaraşır. İşte Allâh, işte
Rabb bu.. Ne istemişse senden, sana ancak o yaraştığı
için istemiştir.
Duâya
kalkan Eller Tüm Samimiyeti ile ona yakarır. Duâdan kaçınan
Dilleri yalanlar Gönüller, onlar içten içe Lisân-ı Hâliyle
Duâdadır. Sukuneti bahşeden Âlemlerin Rabbine Hamddadır.
Teslimiyettedir. Mescidden çıkar; Sokaklar, süslenmiş Hayatlar
unutturur Herşeyi. Metropollerin Günâhına dalar ve kaybolur. Ne Son Çağrısıdır
Günâhın bu, ne de İlk. Kaldırımlarda kaybolan,
Kaldırımların anladığı, Kaldırımlar
kadar yalnız İnsan. Onu Tozdan Topraktan, Nutfeden, Ceninden
varedip Bebek kılan
Tanrısına ne kadar yabancılaşmıştır oysa
ki! Onun için Huzur aradığında hep Çocukluğuna kaçar.
Yaşlılığın Bedene yüklediği
ızdıraplardan çocuklaşarak kaçar. Bir Sihirli Elin ol
değince Herşeyi değiştirecek Elini, Atlas Sedirindeki
Mâwera Dedeyi arar durur. Şah
Damarından Yakın olanın o kadar Uzağına
düşmüştür ki! Haqiqatten Dolu Dizgin Serâpa doğru
kaçmaktadır. Diriltebilecek olandan Ölümünü istemektedir yalnız.
Alıntı:
Allâh kendisinde Sukun* bulmanız için Geceyi*
Aydınlık* olarak da Gündüzü* varetti. Elbette Allâh* İnsanlar*
için Fadl Sâhibidir*. Ancak İnsanların Çoğu
şükretmiyorlar*.
Muqâbele Edenler:
Arada bir
Öğlenleri Kadıköy'deki Osmanağa Camii'nin yanına
gidiyorum. Oradaki Müezzinin Sesini seviyorum. Ezanı kendine has bir
tarzda, araları biraz uzatarak ve çok Güzel okuyor. Cumaları Söyleyişi
sanki daha da tatlılaşıyor. Güzel söylenen Ezânı
seviyorum. Benim her Öğlen gidip Ezân dinlememin bir Hediyesi gibi biraz
önce gelen bir Paketten Ahmet Özhan'ın
söylediği İlâhilerin başında Ezân çıktı.
Şimdi onu dinliyorum. Bir Ney Taksiminin ardından Ezân
başlıyor. Çocukluğumu hatırlatıyor biraz bana.
Akşam Ezânından sonra boşalan Kömür Kokulu Sokaklarda, iyice
gölgelenen Alacakaranlık Kaldırımlarda ağır
ağır yürüyerek Eve giderdim. Hep benimle kalacak bir Yalnızlığın
Kokularını, Seslerini ve Kurşunî Rengini içime sindirirdim. O
Seslerin içinde Ezân da vardı. Hep de orada kaldı sanırım.
BAZEN GECELEYİN
CAMİYE GİDERİM Din, benim gibi Mahcup bir Sevgiyle
uzaktan bakanlara bile Huzur verici, İnsana hem Yalnızlığını
hem Sonsuzluğunu anlatan bir Tesirle dokunuyor
yaklaştığınızda. Çok sık olmasa da bazen Geceleyin
Câmiye giderim. Işıklarının çoğu sönmüş, Kandil
Misâli birkaç Lambayla aydınlanmış o büyük Kubbenin
altında yalnız başıma otururum. Öyle otururum. Herşey
Sonsuzluğun Quwwetli Işığı altında
solgunlaşana kadar Halıların üstünde Bağdaş kurup
beklerim. Ve, o Sonsuzluğu bir Yalnızlık içinde hissetmekten
hoşlanırım. Tanrı, Evinin Kapılarını bazen
açar, bazen açmaz bana. O Saatte Camiye giremeyeceğimi bana bir Hoca Efendi
ya da bir Bekçi söylese de, ben onu Tanrının söylediğini
düşünürüm. Kapılar açılmadıysa, "bir Kırgınlık var" diye geçiririm
içimden. "Onu kıracak bir
Şey yaptım, onun için açmıyor Kapısını."
Hiç zorlamam. "Peki" der
ayrılırım. Bilirim ki o Kapılar yeniden açılacaktır.
Bir Gece gittiğimde beni buyur edecektir. Şefkatli bir Ses "hadi açayım Kapıları"
diyecektir. Bundan hiç kuşkulanmam. Kendimden kuşkulanırım.
Bir Dindar gibi gitmem oraya, İbâdete, Dua etmeye gitmem. "Sana inanıyorum" demeye de
gitmem. Bir Şey istemeye de gitmem. O'ndan korkmam, Ölümden korkmam, korktuğumdan
gitmem oraya. Hiçbir Nedeni yoktur gitmemin. Giderim sadece. Kokusunu, Işığını,
Huzurunu, Sonsuzluğunu sevdiğim için giderim. Söylenmeyen bir Ezân
duyarım o Sessizliğin içinde. Kömür Kokulu Sokaklarda dolaşan
bir Hayali görürüm. Hayatla Ölüm iki küçük Çocuk gibi oturur
karşıma. Ben onların Başını okşarım. O
benim Başımı okşar, öyle hissederim. Öyle otururum. Bir
Şey söylemem O'na. Ne söyleyeyim? Kim olduğumu biliyor, Günahlarımı
biliyor, Herşeyi biliyor. "Sen
İnançsız birisin, niye geldin Evime" demiyor. O demez. Bazen
Kapılarını açıyor. Bazen onu kıracak bir Şey
yaptıysam eğer Kapılarını açmıyor bana. Sessizce
uzaklaşıyorum. "Bir dahaki
sefere" diyorum, "açacak Kapılarını".
Açmasa da açana kadar gideceğim. İnançsız biri için Tuhaf İnançlarım
var benim, en açılmayacak gibi görünen Kapıların bile çok
istersen, Samimiyetle istersen, Dürüstlükle istersen
açılacağına inanırım. Ve, ne Dindarlara yapılan
Zulmü anlarım, ne de Dindarların yaptığı Zulmü. Dinin
yanında, Çevresinde, içinde bir Zulüm olmasın isterim. İnan ya
da inanma ama Dine dokun. Korkulacak bir Şey yok. Türbanlı Çocukta
da, Oruç yiyende de korkulacak bir yan yok. Korku Dinden uzak bence. Geceleri
Câmiye gittiğimde, o loş Işıkta, Sonsuz bir Aydınlığın
Bütün Hayatı solgunlaştırdığını
gördüğümde korkmam ben. Kimse korkmaz. Hayat ve Ölüm iki küçük Çocuk gibi
oturur yanıma. Onlara gülümserim. Belli belirsiz bir Hüzün, neye olduğunu
bilmediğim bir Özlem, Derin bir Şefkat hissederim. Bir Şey söylemem.
Bir Şey istemem. "İnançsız"
olduğumu içimden bile geçirmem, yapmam böyle bir Kabalık, O da
hatırlatmaz zaten. Öyle otururum. Bir Konuğum ben orada. Bazen Kapısını
açar, bazen açmaz. Yakında gene gideceğim. Ahmet
Altan